Quantcast
Channel: Mavi Boncuk
Viewing all 3499 articles
Browse latest View live

History of History magazines

$
0
0
Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası

Mavi Boncuk |

The brightest years in the name of history magazines were 1950s in our country, where history is loved with a little bit of magazine and heroism. There is, of course, one side that explains the relevance of the 1950s to its political, social and economic structure; but first it is necessary to mention the firsts of this field that exploded after a dark dictatorial regime ended.

The Resimli Tarih Dergisi of Server İskit[1], whose circulation exceeds 30 thousand, has 84 issues, and is popular with its pictures and pictures; As a continuation of this magazine, the magazine named Yeni Tarih Dünyası that he later published; Tarih Hazinesi, in which İbrahim Hakkı Konyalı can issue 17 issues and which we can call as a “trouble” in terms of content; Feridun Kandemir's 52 issues of Yakın Tarihimiz that closed afterwards; Niyazi Ahmet Banoğlu's World of History, which was able to continue 38 issues, in the 60s, the same name had been published as a magazine and published another 12 issues under the name of Tarih ve Coğrafya DünyasıHayat Tarih Mecmuası, which is printed with advanced printing system, from 1956 to 1965 weekly from 1965 to 1982 monthly and has a circulation of more than 100 thousand, where Şevket Rado was the owner and Yilmaz Öztuna is the publishing director.



Year
Magazine
Publisher
Notes
Nisan 1910- Mayıs 1931
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e devredilen ilk tarih dergisi, Cumhuriyet döneminin ilk süreli tarih yayını. Bu akademik dergi 21 yıl boyunca 101 sayı yayımlandı. Son yıllarda adı "Türk Tarih Encümeni Mecmuası" olarak değiştirildi. Sonradan da "Belleten" ismiyle yayınını sürdürdü.
1918- 1922
Toplam 36 sayı çıktı. Tüm makaleleri de Ali Emiri Efendi bizzat kendisi yazıyordu. Bu dergiden sonra 25 yıl piyasaya yeni bir tarih dergisi çıkmadı.
1937'den bugüne
Dört ayda bir çıkıyor. "Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası" ve "Türk Tarih Encümeni Mecmuası" nın devamı niteliğinde. Türkiye'nin en uzun ömürlü tarih dergisi bugün hâlâ yayımlanıyor ve 269. sayıya geldi.
1941-1961
Kapağında iki ayda bir yayımlanacağı yazan dergi, 100 kuruşa satılıyordu. İlk sayısı Haziran 1941'de çıktı. Mart 1961'e kadar 18 sayı yayımlanabildi.
1943-1945
Belleten'den sonra Latin harfleriyle basılmış ikinci tarih dergisi. 25 sayı çıkmıştır.
1952-1976
Ankara'da basılıyordu. İlk sayısı Eylül 1952'de çıkan dergi 25. yıl yayımlandı. Mart 1976'da 76. sayısı çıktı.
1950'ler
1950'ler
1950'ler
1950'ler
Aylık dergi toplam 84 sayı çıktı. Kendi türünün ilk popüler dergisiydi. İlk sayısı hemen tükenmiş ve ikinci baskısını yapmıştı. Tirajı 36 binlere ulaşmıştı.
1950'ler
17 sayı çıktı.
1950'ler
1950'ler
Server İskit
Resimli Tarih Mecmuası'nın devamı niteliğindeydi.
1950'ler
1950'ler
Dergi haftalık yayımlanıyordu. 52 sayıdan sonra kapandı.
1950'ler
1950'ler
1950'ler
Dergi 3 yıldan fazla çıktı. 38. sayıdan sonra kapandı.
1950'ler
1956-1982
1956'da haftalık, 1965'te aylık olarak çıkmaya başladı. Tirajı 100.000'leri geçti.216 sayıyla en uzun süre yayın hayatını sürdüren dergilerin başında geliyordu. Yüksek resim kalitesi sunan Tifdruk baskı sistemi kullanılmıştı.
1960
Bu dergi 12 sayı çıkabildi.
1969-1970
20. Yüzyıl Tarihi
Kapağında "Haftalık tarih dergisi" ibaresi yer alıyordu. 50 sayı çıktıktan sonra 2 cilt olarak kitap halinde de piyasaya verildi.
1978-1985
Hürgün Gazetecilik (Hürriyet)/Erol Simavi
Aylık dergi.
1984-2003
Aylık dergi. Hâlen Tarih ve Toplum-Yeni Yaklaşımlar adıyla yayınını sürdürüyor
1987'den beri
Bu aylık dergi 282 aydır kesintisiz çıkmaktadır.
1994-1999
1994
Hâlen çıkıyor.
1999
1998-1998
Gündelik yaşamın, ayrıntıların, objelerin ve insanların tarihini ele alan aylık görsel kültür ve tarih dergisi. 1998'in Şubat ve Haziran ayları arasında sadece 5 sayı çıktı.
2000-2000
İzmir, Ege ve Balkan tarihi üzerine makalelerin yer aldığı İzmir'de yayınlanan bir yerel tarih dergisi. 2 sayı çıkmıştır. 1. sayı 24.Mart.2000 tarihinde. 2. sayı Eylül 2000 tarihinde basılmıştır. İzmir'de bağımsız olarak yayınlanmış ilk tarih dergisidir[3].
2000-2007
Aylık yayımlanıyordu.
2005'ten beri
Tarih ve Toplum dergisinin devamı niteliğinde.
2008'den beri
İlk sayısı 1 Eylül 2008'de yayımlanmış olan bu aylık dergiye abone sistemiyle de ulaşılabilmektedir. Ayrıca Yedikıta'yı daha uygun bir fiyata e-dergi formatında internet üzerinden de okumak mümkündür.
2008'den bugüne
Dr. Mustafa Alican (Genel yayın yönetmeni
Üç ayda bir çıkıyor. 2008 yılından beri çıkan Tarih Okulu Dergisi uluslararası hakemli bir dergi olup, 14. sayısına ulaşmıştır. Tarih Okulu Dergisi, varlığını PILA (The Publishers International Linking Association, Inc.) üyesi olarak ve uluslararası akademik dergicilik standartlarında sürdürmektedir. Dergi 2013 yazına kadar basılı formatta çıkmış, bu tarihten sonra elektronik formatta yayımını sürdürme kararını almıştır[4]
2009-2013
Bu aylık derginin ilk sayısı Şubat 2009'da yayımlandı. Formatı ve tarzı "Popüler Tarih" dergisine çok benzemektedir. Dergi Temmuz 2013 sayısıyla birlikte yayın hayatına son verilmiştir.[5]
2010-2012
Hakan Kazım Taşkıran
İlk 9 sayı aylık, diğer 4 sayı ise üç aylık olarak yayınlanmıştır. Ocak 2010 ile Nisan 2012 tarihleri arasında Tepekule Kitaplığı Yayınları arasından toplam 13 sayı çıkmıştır[6].
2010'dan beri
Haziran ayında yayın hayatına başladı. İlk birkaç sayısı aylık olarak çıkan derginin sonradan iki ayda bir yayımlanacağı duyurulmuştur.
2012'den bugüne
2012 yılında yayın hayatına başladı. Tarih ve Uygarlık İstanbul Dergisi Doğu-Batı ilişkileri ve çatışması içinde İstanbul’un yeri ve rolünü Doğu Roma (Bizans) ve Osmanlı uygarlık mirasının bütünlüğü içinde ele alarak, günümüz açısından değerlendirmeyi amaçlar. Bu kapsamda toplum bilimleri arasında işbirliğini öngören uluslararası ve disiplinler arası bir dergidir. Dergide tarih, sosyoloji, coğrafya, mimari, sanat tarihi, edebiyat-sanat, filoloji, iletişim, iktisat, siyasetbilimi ve hukuk disiplinleri alanında inceleme yazılarına yer verilir. Yılda iki kere yayımlanan uluslararası hakemli bir dergidir.
2012'den beri
Nisan ayında yayın hayatına başladı. İlk sayıda Kazım Karabekir'i konu almış daha sonraki sayılarda da etkisini sürdürmüştür.[7]
2014'ten beri
Stüdyo Yapım
Kapatılan NTV Tarih ekibi tarafından çıkarılan dergi Soma maden kazasını kapağına taşıyan Haziran 2014 sayısıyla yayım hayatına başladı.


1994-2001
1994-2001 yılları arasında iki ayda bir çıkmış ve 36. sayısı ile birlikte yayımına son vermiş olan bu görsel ağırlıklı dergi aslında bir antika kültürü, koleksiyon ve sanat dergisi olmakla birlikte yer verdiği antika gündelik eşya ve efemera koleksiyonlarıyla özellikle yakın tarihe ışık tutmaktaydı.
Newspaper Supplements

1969-1970
Ömer Sami Coşar (Yeni İstanbul Yayınları)
Yeni İstanbul gazetesinin eki olarak yayımlandı. Günlük gazete görünümünde tabloid formda bir dergidir. Birer yapraklık (2 sayfa) toplam 121 sayı çıkmıştır. Kurtuluş savaşı sırasında gerçekleşmiş önemli olayları o gün olmuş gibi gazete haberi formatında okuyucuya aktarmaktadır. Sonradan kitap haline getirilerek de piyasaya verilmiştir. 15 Mayıs 1919 tarihinde çıkmış gibi basılan ilk sayı İzmir'in işgali ile başlar, 121. sayı 30 Eylül 1919'daki olaylarla sona erer. 1980'de Milliyet yayınları bunları yeniden yayımladı.
1980-1981
Ömer Sami Coşar
"Kalk uyan yoksa ardı hicrandır" alt başlığıyla Milliyet gazetesinin günlük eki olarak çıkıyordu. İlk sayısı "1981 Atatürk Yılı" vesilesiyle 31 Aralık 1980'de verilen gazete konularını 15 Mayıs 1919'da başlatır. 1. Cildin 28. Nisan 1981'de çıkan 36. fasikülle sona erdiği bildirildi. Ancak yayımlanması plânlanan 2. Cilt çıkmadı[8]. Yukarıdaki yayının yeniden basımıdır. Boyutları biraz daha küçültülmüş, farklı fotoğraflar kullanılmış ve gazete formatı 1980'lerin gazete formatlarına benzetilmiştir.
2002-2007
Hürriyet gazetesinin haftalık eki olarak yayımlandı. İlk sayı 6 Kasım 2002, son sayı da 3 Ocak 2007 tarihinde çıkmıştır. Toplam 217 sayı çıktı. Fasiküller 24'er sayfa tabloid boy, gazete kağıdına basılmıştır.[9][10]
2010-2011
Murat Bardakçı
Habertürk gazetesinin haftalık eki olarak pazar günleri çıkıyordu. İlk sayısı 30 Mayıs 2010 tarihinde yayımlandı. İçerik ve format olarak yukarıdaki dergiye çok benziyor. Bu dergi de 22 Mayıs 2011 tarihli 52. sayısı ile yayınına son vermiştir.
Magazine Supplements
Yıl
Dergi adı ve alt başlık
Hazırlayan
Notlar
1956
Tarih Gazetesi ("Gazete Şeklinde Dünya Tarihi")
İngilizce'den çeviridir. Türk tarihine ait olaylar Yılmaz Öztuna tarafından eklenmiştir
Hayat mecmuası'nın haftalık eki olarak yayımlandı. Günlük gazete görünümünde bir dergidir. Toplam 52 sayı çıkmıştır. Fasikülleri dörder sayfa tabloid boy, gazete kağıdına basılan derginin yayın hakkının "Prentice-Hall International"şirketinde olduğu belirtilmiştir. ABD'de "News of the World" adıyla yayımlanmıştır. İlk sayı MÖ 3000 öncesi olaylarla başlıyor, son sayı 1956'daki olaylarla ona eriyor. Bu da yukarıdaki "İstiklâl Savaşı Gazetesi"örneğinde olduğu gibi tarihte gerçekleşmiş önemli olayları o gün olmuş gibi gazete haberi formatında okuyucuya aktarmaktadır. Sonradan kitap haline getirilerek de piyasaya verilmiştir.


1.  NTV Tarih, NTV Tarih (Şubat 2009). "Sayfalarda Akan Zaman". NTV Tarih. s. 8. Erişim tarihi: 2010. Tarih değerini gözden geçirin: Tarih ve yıl parametreleri birlikte kullanılmamalı (yardım)
2.  Atlas Tarih, Atlas Tarih (Haziran 2010). ""Tarihten Sesler"den "Atlas Tarih"e". Atlas Tarih. ss. 10, 11. Erişim tarihi: 2010. Tarih değerini gözden geçirin: Tarih ve yıl parametreleri birlikte kullanılmamalı (yardım)
3.  "Tepekule Tarih". nadirkitap.com. 14 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mart 2012.
4.  "Tarih Okulu Dergisi / Journal of History School". www.johschool.com. 23 Haziran 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Ağustos 2013.
5.  NTV Tarih dergisi kapatıldı.
6.  "Tepekule Kitaplığı Yayınları". tepekulekitapligi.com. 31 Mayıs 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mart 2012.
7.  http://derintarih.com/
8.  Milliyet, Gazetesi (31 Aralık 1980). "İstiklâl Savaşı Gazetesi". s. 1. Erişim tarihi: 30 Temmuz 2013.
9.  "Tarih dergisi nasıl yapılırmış herkes görecek". hurriyet.com.tr. Erişim tarihi: 4 Eylül 2010.
10.  "Murat Bardakçı ile Hürriyet Tarih". nadirkitap.com. 14 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 4 Eylül 2010.


[1] Server Rifat İskit (born April 8, 1894, Istanbul - April 18, 1975, Istanbul) is a Turkish writer, journalist, press historian and publisher.

Iskit Publishing House, founded by Server Iskit in Istanbul in 1944, made important contributions to the Turkish cultural life with the encyclopedia, magazines and books it published. Here, he first published the Aylık Ansiklopedi, which each of his articles was written on the field specialists. Publisher of the Resimli Tarih Mecmuası (in May 1950 - eighty-four points from December 1956) New Illustrated History Magazine (January 1957 - Forty-five numbers between Sept 1960), one of the first popular history of monthly magazines in Turkey. Especially in the first one, the publication type of the prominence in the recent history draws attention. 
Genç Müslümanın Kitabı | The Book of the Young Muslim (Istanbul 1947) written by Server İskit with Osman Eti is the first book of İskit Publishing House. Among the other important works published, the Illustrated Resimli Yeni Lugat ve Ansiklopedi, prepared by İbrahim Alâeddin Gövsa and a delegation under the presidency of Mustafa Cezar, with the first four volumes of the Mufassal Osmanlı Tarihi’ (IV, Istanbul 1947-1954), The last two volumes of the book are annexes of the Ottoman Ottoman History, written by Midhat Sertoğlu and published in a separate book. Among the other publications of the publishing house are the Tarih Lugatı of Kamil Kepeci (Istanbul 1952), and the Encyclopedia of Ottoman History (Istanbul 1958).


Raffles Istanbul Ruffles Hotel Feathers in 2020

$
0
0
Mavi Boncuk |

 The World's Best Awards 2020

Demonstrating the importance of location, hotels in the center of town captured most of the spots on this year’s list, including the No. 4 Ritz Paris (near the Louvre Museum and Jardin des Tuileries), the No. 13 Four Seasons Hotel Istanbul at Sultanahmet (close to the Hagia Sophia and Blue Mosque), and grande dame De L’Europe, which came in at No. 12 (right in the middle of canal-filled Amsterdam).

Of course, location is just one part of the puzzle: No. 9 J.K. Place Roma, near the Spanish Steps, has “first-class service, stunning facilities, top-notch food, and a great central location,” raved one reader. London hotels claimed five spots on this year’s list and four of them are centrally located around Buckingham Palace, Hyde Park, Mayfair, and Piccadilly Circus. But Hotel Café Royal secured its third-place spot on the list thanks to being found “right in the heart of London,” as one voter wrote, as well as for “service [that] is very personal and warm.”

This year, the top spot goes to a sleek high-rise: the Raffles Istanbul. Scroll on to see the complete list of the best city hotels in Europe.

1. Raffles Istanbul
Guest room with a terrace at the Raffles Hotel Istanbul

Score: 98.40

More information: raffles.com

Istanbul is filled with historic properties that pay homage to the city’s bygone Byzantine and Ottoman Empire days, but our winner bucks that trend. Instead, the sleek Raffles Istanbul is found inside a mixed-use development, all glass and neutral hues. It’s decidedly modern, with contemporary comforts, technologically integrated rooms, and top-notch facilities like a spa with three hammams, an indoor and outdoor pool, and a fitness center with both yoga and Pilates studios. Guests appreciate that the “rooms are big and spacious; the service is excellent; and the food delicious and well presented,” as one reader enthused.

13. Four Seasons Hotel Istanbul at Sultanahmet, Istanbul
Breakfast room at the Four Seasons Hotel Istanbul at Sultanhamet




Score: 94.83


More information: fourseasons.com

Bayburt Honey Registered

$
0
0
Mavi Boncuk | 

Traditionally produced natural honey in Turkey’s northeastern Bayburt province has been certified with a geographical indication, marking the first product in the Black Sea city.

The Bayburt honey, which was proven to have a unique aroma and nutritional values, differs from honeys produced in other regions, according to Selçuk Coşkun, an academic from Bayburt University.

Coşkun said that Bayburt honey was subject to an analysis with its brightness, color, fluidity and burning sensation that it left in the throat when tasted.

An application was made by Bayburt University to the Turkish Patent and Trademark Office for geographical indication upon detecting some specific differences.

Eventually, Bayburt honey was registered as a result of the center’s reviews which lasted for a year.

“Bayburt geography consists of organic soils compared to other regions, so the flora in this geography is very diverse. These features also make important contributions to honey making,” Coşkun added.

More than 100 kinds of honey are produced in the Anatolian geography, which has three different climates and hosts different vegetation.

See also: 


An investigation of Turkish honeys: Their physico-chemical properties, antioxidant capacities and phenolic profiles inFood Chemistry 180 · August 2015

This study investigated some physico-chemical and biochemical characteristics of different honey types belonging to Turkish flora. Sixty-two honey samples were examined on the basis of pollen analyses, including 11 unifloral honeys (chestnut, heather, chaste tree, rhododendron, common eryngo, lavender, Jerusalem tea, astragalus, clover and acacia), two different honeydew honeys (lime and oak), and 7 different multifloral honeys. Electrical conductivity, moisture, Hunter color values, HMF, proline, diastase number, and sugar analyses of the honey samples were assessed for chemical characterization. Some phenolic components were analyzed by reverse phase high performance liquid chromatography (RP-HPLC) to determine honeys' phenolic profiles. Total phenolic compounds, total flavonoids, ferric reducing antioxidant capacity (FRAP) and 2,2-diphenyl-1-picryhydrazyl (DPPH) free radical scavenging activity were measured as antioxidant determinants. The study results confirm that physico-chemical and biological characteristics of honeys are closely related to their floral sources, and that dark-colored honeys such as oak, chestnut and heather, have a high therapeutic potential.

DOI:10.9775/kvfd.2017.18262Corpus ID: 53615956

Melissopalynological analysis for geographical marking of Kars honey [Kars balının coğrafi İşaretlemesi İçin melissopalinolojik analiz]

PDF Link

Ömür Gençay Çelemli, Çiǧdem Özenirler, +2 authors Kadriye Sorkun
Published 2017
Kafkas Universitesi Veteriner Fakultesi Dergisi


In this research, the melissopalynological analysis of honey samples collected from Kars city located in the East Anatolian Region of Turkey was conducted for geographical marking. Within this context, melissopalynological analyses of 100 honey samples determined by sampling method were collected from eight districts of Kars in Eastern Anatolia Region of Turkey were done, to determine the nectarous source plants of Kars honey. As a result of melisopalynological analyses carried out in 100 honey samples; pollens of the taxa belonging to Apiaceae, Asteraceae, Berberidaceae, Betulaceae, Brassicaceae, Boraginaceae, Campanulaceae, Caryophyllaceae, Chenopodiaceae, Cistaceae, Cyperaceae, Dipsacaceae, Ericaceae, Fabaceae, Iridaceae, Lamiaceae, Liliaceae, Malvaceae, Onagraceae, Papaveraceae, Plantaginaceae, Poaceae, Polygonaceae, Ranunculaceae, Rhamnaceae, Rosaceae, Rubiaceae, Rutaceae, Salicaceae and Scrophulariaceae families were detected at different rates. Almost in all of the honey samples, Lotus corniculatus (in 99 samples), Onobrychis radiata (in 99 samples), Trifolium nigrescens (in 88 samples) from Fabaceae family and pollens of Echium vulgaris (81 samples) and Myosotis lithoospermifolia (15 samples) taxa from the Boraginaceae family, were found in honey samples. Onobrychis radiata pollen was the most intensely observed one among these samples (in dominant, secondary, minor, trace amounts). The total number of pollens (TPN-10) in 10 grams of honey were also detected during the melissopalynological analyses. TPN-10 values minimum: 226, maximum: 481157 and mean: 31678 were detected and the pollen abundance of the honeys are classified as good category. Kars is an important province for beekeeping with floral variety. As a result of this study, the first step of the geographical marking studies of Kars’ honey was completed. 

Sidebar for the curious
Like their close relatives, aphids, some scale insects secrete a sweet substance called “honeydew” full of the excess sugars of the sap they consume (in fact, some ants “farm” aphids for this substance and some historians think honeydew is actually the “manna” described in the Bible). The scale insect Marchalina hellenica is native to the Mediterranean and mostly lives on Turkish pines (Pinus brutia). It produces honeydew in significant quantities.

Pine honey Turkish: çam balı is a type of honeydew honey.  It is a sweet and spicy honey, with some woody notes, a resinous fragrance and dark amber color. It is a common breakfast dish in Turkey, where it is drizzled over yoghurt and eaten with bread.

Pine honey is an unusual honey because it is not produced entirely by honey bees . It is produced by bees that collect honeydew (sugary secretions) from a scale insect species called Marchalina hellenica, which lives on the sap of certain pine trees. The marchalina hellenica can be found on the Turkish Pine (Pinus brutia), as well as the Aleppo Pine (Pinus halepensis), Austrian Pine (Pinus nigra), Scots Pine (Pinus sylvestris) and Stone Pine (Pinus pinea).

Pine honey is produced in eastern Mediterranean Pinus brutia forests. Turkey produces 92% of the world’s pine honey. Muğla Province accounts for 80% of Turkish pine honey production.

Pine honey is insect poop, that has been eaten and regurgitated by another insect. And it’s quite delightful on toast. 

Turkish Mad Honey 

 Turkish Mad Honey ,The dark, reddish, “mad honey,” known as deli bal in Turkey Black sea , contains an ingredient from rhododendron nectar called grayanotoxin — a natural neurotoxin that, even in small quantities, brings on light-headedness and sometimes, hallucinations. The legendary medicinal honey from Turkey’s Black Sea region is now accessible to everyone.We are selling Our Honey with Lab-tested grayanotoxin levels for proper dosage. is Mad Honey Legal Mad honey is legal you can also buy it online in some cases.


Anzer Honey 

Rize’s İkizdere in Turkey Ballıköy Anza Springs’ in manufactured and having a partner does not have precedents wild flowers covering flora in the world, made in research 450-500 varieties in flowers, 80-90 one of them endemic flowers alone Anzor Ballıköy are also trained and The world-famous Anzer Ballıköyü Anzer flower honey is the healing of honey from flowers and bees.

Honey production in Anzer Plateau With the first week of June, taking the first step to spring and greenery with snowdrops in partially snowy regions, Anzer takes its amazing beauty in June and completes it in July and completes it in August. Depending on the climatic conditions in the Anzer Plateau, honeys are taken from the hives in the first or second week of August, called soaking (harvesting).

The amount of honey production varies depending on the weather conditions and early mowing of the meadows. There have been years in the Anzer Plateau where Anzer honey was scarce or even absent. In addition to Anzer Honey, it will have a much better effect when consumed with other bee products, Anzer Bee Pollen.




Word origin | Mesafe

$
0
0


Sosyal mesafe | Social Distance

Mavi Boncuk | 

Mesafe: uzaklık, yolculuk menzili (ﻣﺴﺎﻓﻪ) i. from AR mesāfe. Distance EN[1]
MESÂFE

1. Uzaklık, ara: Hesnâ Hanım’ın şakalarıyle yolun mesâfesi pek belli olmadan vapur köprüye yanaştı (Hüseyin R. Gürpınar). Nâkābil-i tay bir mesâfe gibi aralarına girer (Cenap Şahâbeddin). Bir lahza içinde bütün mesâfeleri dolaştım (Yâkup K. Karaosmanoğlu).

2. mec. İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerindeki uzaklık, soğukluk, resmiyet: Zîra ne tam evin içinde ne de tam dışında oluşu, işte bu tatlı mesâfe birçok iç sıkıcı ihtilâfların, geçimsizliklerin, baskıların ve hoşnutsuzlukların yolunu keserdi (Sâmiha Ayverdi).

Mesâfe almak (katetmek): Yol almak, ilerlemek: Gûşuna girmez ararsın sen mesâfe kat’ edip / Dil bülend âvâz ile eydür ki ol şeh bendedir (Zâtî). Az zamanda çok mesâfe ve menzil alındı (Kâtip Çelebi’den Seç.). Mesâfe bırakmak (koymak): mec. İnsanlarla ilişkilerde aşırı samîmiyetten kaçıp ölçülü ve resmî davranmak, resmiyeti korumak: Kendisine söylenenleri son derece rahat bir dinleyiş tarzı vardı. Bununla berâber araya garip bir mesâfe koymasını da biliyordu (Ahmet H. Tanpınar). Yalnız babası gibi ölçüyü endâzeyi elden bırakmayan hâkim tavırları, kendisiyle akraba ve dostları arasına devamlı bir mesâfe koyar (Sâmiha Ayverdi).


Mesâfat (ﻣﺴﺎﻓﺎﺕ) i. (Ar. çoğul eki -āt ile) Mesâfeler, uzaklıklar: Zulmet o kadar doldu ki âfâk silindi / Elvâha, mesâfâta, yere gölgeler indi (Ahmet Hâşim’den). Zamânı keşfetmeye mahsus âlet ile de zamanda kat’-ı mesâfat etti (Yahyâ Kemal).

Oldest source: Seydi Ali Reis, Mirat-ül Memalik (1557) 

[1] Distance: From Middle English distance, distaunce, destaunce, from Old French destance, from Latin distantia (“distance, remoteness, difference”), from distāns, present participle of distō (“I stand apart, I am separate, distant, or different”), from di-, dis- (“apart”) + stō (“I stand”). Compare Dutch afstand (“distance”, literally “off-stand, off-stance”), German Abstand.

distance (n.)
c. 1300, distaunce, "a dispute or controversy, civil strife, rebellion;" early 14c., "disagreement, discord, strife;" from Old French destance "discord, quarrel" (13c.), with later senses directly from Latin distantia "a standing apart," from distantem (nominative distans) "standing apart, separate, distant," present participle of distare "stand apart," from dis- "apart, off" (see dis-) + stare "to stand," from PIE root *sta- "to stand, make or be firm."

Meaning "remoteness of space, extent of space between two objects or places" is from late 14c. Also "an interval of time" (late 14c., originally distaunce of times). Meaning "remote part of a field of vision" is by 1813. The figurative sense of "aloofness, remoteness in personal intercourse" (1590s) is the same as in stand-offish.

At a distance "far away" is from 1650s. To keep (one's) distance was originally figurative (c. 1600). Phrase go the distance (1930s) seems to be originally from the prize ring, where the word meant "scheduled length of a bout." But it also was a term in 19c. horse-racing heats, where distance meant "the space behind the winning horse in a race that other competing horses must be inside to avoid being disqualified for subsequent heats."

distance (v.)

1570s "place at a distance" (transitive); 1640s, "leave at a distance by superior speed" (intransitive), from distance (n.). Sense of "to make to appear distant" is from 1690s. Specific sense of "leave behind in a (horse) race" is from 1670s (see the noun). The meaning "to keep at a distance" is by 1786, marked as "? Obs." in OED, but that was before 2020. Related: Distanced; distancing.


Distancing as a verbal noun is from 1670s; social distancing was used in sociology by 1960s in reference both to physical space and status.

Book | Caliphate Redefined: The Mystical Turn in Ottoman Political Thought

$
0
0
Mavi Boncuk |

Caliphate Redefined: The Mystical Turn in Ottoman Political Thought

How the Ottomans refashioned and legitimated their rule through mystical imageries of authority

Hüseyin Yılmaz[1]


SBN:
9780691174808 
Princeton: Princeton University Press, 2018, 384 pages.

The medieval theory of the caliphate, epitomized by the Abbasids (750–1258), was the construct of jurists who conceived it as a contractual leadership of the Muslim community in succession to the Prophet Muhammed’s political authority. In this book, Hüseyin Yılmaz traces how a new conception of the caliphate emerged under the Ottomans, who redefined the caliph as at once a ruler, a spiritual guide, and a lawmaker corresponding to the prophet’s three natures.

Challenging conventional narratives that portray the Ottoman caliphate as a fading relic of medieval Islamic law, Yılmaz offers a novel interpretation of authority, sovereignty, and imperial ideology by examining how Ottoman political discourse led to the mystification of Muslim political ideals and redefined the caliphate. He illuminates how Ottoman Sufis reimagined the caliphate as a manifestation and extension of cosmic divine governance. The Ottoman Empire arose in Western Anatolia and the Balkans, where charismatic Sufi leaders were perceived to be God’s deputies on earth. Yılmaz traces how Ottoman rulers, in alliance with an increasingly powerful Sufi establishment, continuously refashioned and legitimated their rule through mystical imageries of authority, and how the caliphate itself reemerged as a moral paradigm that shaped early modern Muslim empires.

ISAM REVIEW PDF İslam Araştırmaları Dergisi, 44 (2020): 263-285

To recapitulate, Caliphate Redefined is a masterly study that investigates the mystification of political authority as well as the politicization of Sufism in the post-Abbasid era with a focus on the Rumi lands in the Süleymanic age. It greatly enriches our understanding of Ottoman political thought. Given the ambitious scope of the study and the references to a wide array of authors, works, and concepts, the book will open new avenues of investigation not only for students of Ottoman studies, but also for Islamicists interested in post-Abbasid religious and political history."

Arif Erbil, M.A. Student Boğaziçi University Department of History

[1] Dr. Yilmaz holds a Ph.D. in History and Middle Eastern Studies from Harvard University. His research interests focus on the early modern Middle East including political thought, geographic imageries, social movements, and cultural history. His most recent publications are “The Eastern Question and the Ottoman Empire: The Genesis of the Near and Middle East in the Nineteenth Century” and “From Serbestiyet to Hürriyet: Ottoman Statesmen and the Question of Freedom During the Late Enlightenment.”


Prior to his appointment at George Mason, Dr. Yilmaz taught for the Introduction to the Humanities Program and Department of History at Stanford University and the Department of History at University of South Florida. Prior to that, he was appointed Research Fellow with the Internationales Forschungszentrum Kulturwissenschaften in Vienna, Austria.
His new book, Caliphate Redefined: The Mystical Turn in Ottoman Political Thought, is the first comprehensive study of pre-modern Ottoman political thought, and was published by Princeton University Press in January 2018.
Dr. Yilmaz is also the Director of the Ali Vural Ak Center for Global Islamic Studies at George Mason University.

Selected Publications

  • Caliphate Redefined: The Mystical Turn in Ottoman Political Thought. Princeton: Princeton University Press, January 2018
  • “From Serbestiyet to Hürriyet: Ottoman Statesmen and the Question of Freedom during the Late Enlightenment.” Studia Islamica 111 (2016): 202-230 (ISSN: 0585-5292)
  • “Containing Sultanic Authority: Constitutionalism in the Ottoman Empire before Westernization.” The Journal of Ottoman Studies 45 (2015): 231-264 (ISSN: 0255063602550636)
  • “Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma Öncesi Meşrutiyetçi Gelişmeler.” Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi 13 (2008): 1-30 (ISSN: 13009648)
  • “Osmanlı Tarihçiliğinde Tanzimat Öncesi Siyaset Düşüncesine Yaklaşımlar.” Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 1/2 (2003): 231-98 (ISSN: 13039369)
  • “On Kingship and Legitimacy: The Ottomans.” In Hani Khafipour ed., The Empires of the Near East and India: Sources Studies of the Safavid, Ottoman, and Mughal Literate Communities. New York: Columbia University Press, 2019. (ISBN: 9780231174367)
  • “Books on Ethics and Politics: The Art of Governing the Self and Others at the Ottoman Court.” In Gülru Necipoğlu, Cemal Kafadar, and Cornell Fleischer, eds., Treasure of Knowledge: An Inventory of Ottoman Palace Library (1502/3-1503/4) (pp. 115-130). Brill: Leiden and Boston, 2019. (ISBN: 9789004386983)
  • “The Eastern Question and the Ottoman Empire:  The Genesis of the Near and Middle East in the Nineteenth Century.” In Michael Bonine, Abbas Amanat and Michael Casper eds., Is There a Middle East: The Evolution of a Geopolitical Concept (pp. 11-35). Stanford: Stanford University Press, 2011. (ISBN: 9780804775267)
  • “Mevlânâ Osmanlı Sarayında: Mahmud Dede’nin Sevâkıbü’l-Menâkıb’ında Siyasî İmgeler” In E. Alkan and O. S. Arı eds. Osmanlı’da İlm-i Tasavvuf (pp. 735-744). Istanbul: İSAR Yayınları, 2018. (ISBN: 978-605-9276-12-2)
  • “The Sunni Exodus from Iran and the Rise of Anti-Safavid Propaganda in the Ottoman Empire: The Messianic Call of Hüseyin b. Abdullah el-Shirvānī.” In O. M. Alper and M. Arıcı eds., Osmanlı’da İlim ve Fikir Dünyası: İstanbul’un Fethinden Süleymaniye Medreselerinin Kuruluşuna Kadar (pp. 299-309). Istanbul: Klasik, 2015. (ISBN: 9786055245832)
  • “Kınalızade Ali Efendi ve Osmanlı Kültürel Kimliği.” In A. S. Oktay ed., Uluslararası Kınalızâde Ailesi Sempozyumu Bildiriler Kitabı (pp. 95-101). Isparta: SDÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2012. (ISBN: 9789944452861)
  • “Osmanlı Siyaset ve Hukuk Düşüncesi Geleneğinde Anayasalcılık.” In Halit Eren ed., Proceedings of the International Congress on The Second Constitutional Period of the Ottoman State on its Centenary (pp. 365-100). Istanbul: IRCICA, 2012. (ISBN: 9789290632450)
  • “Imperial Ideology.” In G. Agoston and B. Masters eds., Encyclopedia of the Ottoman Empire, (pp. 273-276). New York: Facts on File, 2008. (ISBN: 9780816062591)
REVIEWS

A masterful work of scholarship, Caliphate Redefined is the first comprehensive study of premodern Ottoman political thought to offer an extensive analysis of a wealth of previously unstudied texts in Arabic, Persian, and Ottoman Turkish.

"Caliphate Redefined is a remarkable book because it is a complex and detailed work of intellectual history tied to a relatively simple and straightforward point."
—Christopher Markiewicz, H-Net Reviews

"An unquestionable masterful work of scholarship."
—David Marx, davidmarxbookreviews

"“Caliphate Redefined” will prove a useful resource for those interested in Ottoman history and in Islamic political theory."
—Carool Kersten, Anthropos

"Yılmaz provides a sweeping and well-documented rereading of the impact of Sufism on Ottoman rule. Caliphate Redefined is required reading for any student of Ottoman history."—Daniel Varisco, president of the American Institute for Yemeni Studies

"A major accomplishment. Yılmaz argues that Ottoman political thinking in this period should be viewed as a richly interconnected amalgam of juristic, ethical, and mystical strains of thought that come together to provide a colorful and forceful justification of Ottoman political legitimacy. His prose is fluent, lucid, and even elegant."—Ahmet T. Karamustafa, author of Sufism: The Formative Period

"Caliphate Redefined is a more than welcome contribution to the history of Ottoman ideas, political thought, and legitimizing practices. Yılmaz examines in meticulous detail the formation of a new phase in the conception of the caliphate usually neglected by historians of Islamic political thought."—Marinos Sariyannis, Institute for Mediterranean Studies, Greece

Kelime-i Tevhid for Eid

$
0
0

Mavi Boncuk | 

Kelime-i Tevhid[1] for Eid. “ La İlahe İllallah, Muhammedün Resulullah ”


According to Edward Lane's Lexicon on classical Arabic, tawhid is an infinite noun that means "He asserted, or declared, God to be one; he asserted, declared, or preferred belief in the unity of God" and is derived from the Arabic verb wahhada, which means "He made it one; or called it one". In modern Arabic, the verbs wahhada or yuwahhidu mean "to unite" or "bring together" something that which wasn't one, which reflects the struggle of monotheism against polytheism.

Chapter 112 of the Quran, titled Al-'Ikhlās (The Sincerity) reads:

Say: "He is Allah, [who is] One.
Allah, the Eternal Refuge.
He neither begets nor is born,


Nor is there to Him any equivalent."

[1]Tawhid (Arabic: توحيد‎ tawḥīd, meaning "unification or oneness of God"; also romanized as Tawheed, Touheed, Tauheed or Tevhid) is the indivisible oneness concept of monotheism in Islam. Tawhid is the religion's central and single most important concept, upon which a Muslim's entire faith rests. It unequivocally holds that God is One (Al-ʾAḥad) and Single (Al-Wāḥid).

Tawhid constitutes the foremost article of the Muslim profession of faith. The first part of the shahada (the Islamic declaration of faith) is the declaration of belief in the oneness of God. To attribute divinity to anything or anyone else, is shirk – an unpardonable sin according to the Qur'an, if repentance is not sought afterwards.Muslims believe that the entirety of the Islamic teaching rests on the principle of Tawhid.

From an Islamic standpoint, there is an uncompromising monotheism at the heart of the Islamic beliefs (aqidah) which is seen as distinguishing Islam from other major religions. Moreover, Tawhid requires Muslims not only to avoid worshiping multiple gods, but also to relinquish striving for money, social status or egoism.

The Qur'an asserts the existence of a single and absolute truth that transcends the world; a unique, independent and indivisible being, who is independent of the entire creation. God, according to Islam, is a universal God, rather than a local, tribal, or parochial one—God is an absolute, who integrates all affirmative values and brooks no evil.

Islamic intellectual history can be understood as a gradual unfolding of the manner in which successive generations of believers have understood the meaning and implications of professing God's Unity. Islamic scholars have different approaches toward understanding it. Islamic theology, jurisprudence, philosophy, Sufism, even to some degree the Islamic understanding of natural sciences, all seek to explain at some level the principle of tawhid.

The classical definition of tawhid was limited to declaring or preferring belief in one God and the unity of God. Although the monotheistic definition has persisted into modern Arabic, it is now more generally used to connote "unification, union, combination, fusion; standardization, regularization; consolidation, amalgamation, merger".


Photography | Gaspard-Pierre-Gustave Joly de Lotbinière

$
0
0
An early traveler in ottoman lands.

Mavi Boncuk |

Engraving of one of the first photographs of the Muslim cemetery of Damascus. Daguerreotype photograph taken by Pierre-Gustave Joly (Pierre-Gustave Joly de Lotbinière)[1] in March, 1840. Engraved by Antoine Jean Weber. Published in Excursions daguerriennes, Noël Paymal Lerebours publisher, in 1841.


Excerpts from the accompanying text, written by Pierre-Gustave Joly, published in Excursions daguerriennes (this text is in the public domain, like the image):
"[...] This plate shows only a small part of the Muslim cemetery of Damas. The mosque in the center is the tomb of a prince; the grilled cages surround and protect the graves of the rich; the numerous tumular stones mark the graves of the poor, and are often walked on by the passers-by. [...] In the background, the Anti-Lebanon Mountains can be seen [...] "

Due to technological restrictions, the daguerreotypes themselves could not be reproduced and, instead, were copied as engravings which could then be printed. None of Joly's original plates has been identified, and they may well be lost. What they contained is known through his diary which has been published in 2011. 


[1] Pierre-Gustave-Gaspard Joly de Lotbinière  (born February 5, 1798 in Frauenfeld, Switzerland, died June 8, 1865 in Paris) was a French businessman and amateur daguerreotypist, born citizen of the Republic of Geneva, and married to a Canadian seigneuress. Famous for being the first to photograph the Acropolis of Athens and some ancient Egyptian monuments, he is also the father of Sir Henri-Gustave Joly de Lotbinière, prime minister of Quebec from 1878 to 1879.

Pierre-Gustave Joly was the son of Antoine Joly de Marval, merchant, and of Ursula Fehr de Brunner. Early in the 1800s, his family settled in Épernay in Champagne, where they specialized in wine trading. While the father and the eldest son, Moïse-Salomon, remained in Épernay, Pierre-Gustave travelled far and wide to find new buyers, first concentrating on Europe, including Germany, Poland, Russia and Sweden, eventually even crossing the Atlantic Ocean to visit the United States and Canada.

While there, he met and on December 17, 1828, married in Montreal Julie-Christine Chartier de Lotbinière, daughter of Michel-Eustache-Gaspard-Alain Chartier de Lotbinière 2nd Marquis de Lotbinière. The seigneury of Lotbinière near Quebec City was her dowry. After his wedding, he unofficially added "de Lotbinière" to his name. The couple spent the first two years of their marriage in Épernay, where in 1829 their first son, Henri-Gustave, was born, then lived from 1830 in Lotbinière. There, Joly managed his wife's possessions as well as his own investments in French Guiana and the Canadian railroad. He also sometimes travelled to France.

Traveller in Greece, Egypt and the Holy Land
In 1839, Joly was in Paris at the time when Louis Daguerre unveiled his early photographic process to the scientific world. Embarking on a trip to the Middle East, Pierre-Gustave acquired one of the first daguerreotype cameras from Noël Paymal Lerebours[*] in order to make photographic records of the ancient monuments he was about to see on his journey. He travelled via Malta to Greece, where he visited Athens and other places, and then carried on to Alexandria. There, he met the painter Horace Vernet and his nephew, Frédéric Goupil-Fesquet, who were also carrying daguerreotype equipment. The three men undertook some excursions in Egypt together before parting company. Joli then travelled to the Holy Land, Syria and Turkey. Back in Paris, five of his 92 plates were published by Lerebours in his book Excursions daguerriennes (1840–41), others by architect Hector Horeau for his book Panorama from Egypt and Nubia (1841). 

Later life
He returned to his family in Quebec and is not known to ever taking any further photographs after this trip. Instead, Joly built a summer estate at Pointe-Platon near Sainte-Croix. Known today as Domaine Joly-De Lotbinière, the estate has been entered in the register of Canada's Historic Places. 

In 1861, after 33 years of marriage, Joly separated from his wife who, in the previous year, had signed over the seigneury of Lotbinière to their eldest son Henri-Gustave. Joly went back to Paris where he died in 1865 and was buried in the Montmartre Cemetery. His wife died in Quebec, October 24, 1887, having survived her husband for many years, aged 77 and her remains was buried at Vaudreuil. 

Children
The couple had three children, one daughter and two sons.

His son, Sir Henri-Gustave Joly de Lotbinière assumed his mother's name by Act of Parliament, 1888. He entered public life, and was created a K.C.M.G. by Queen Victoria, 1895. He served as Premier of Quebec and Lieutenant-Governor of British Columbia.

His daughter Amelie Joly married Captain H.G. Savage, R.E., and their daughter became the Vicomtesse de Coux.

His son Edmond Joly, entered the army, being gazetted to the 32nd Regiment. While on sick leave, he volunteered for service in the Crimea, and was present with the Connaught Rangers at the taking of Sebastopol. In 1857 he left for India, to rejoin his old regiment. Edmond Joly was with the Connaught Rangers at the Siege of Sevastopol (1854–1855), but was killed at the Siege of Lucknow September 25, 1857. 

[*] Noël Marie Paymal Lerebours (16 February 1807 – 23 July 1873) was a French optician and daguerreotypist. He is best known today for his Excursions Daguerriennes, books of views of the world's monuments, based on early photographs redrawn by hand as Aquatint engravings.

Greek pirate of the Aegean. Palicari

$
0
0
Mavi Boncuk |

Greek pirate of the Aegean. Palicari.[1]
Pirate grec de l'Archipel. Palicar
1843

Bibliographic Citation
GOUPIL-FESQUET, Frédéric Auguste Antoine. Voyage d’Horace Vernet en Orient rédigé par M. Goupil Fesquet, Paris, Challamel [1843].


Revisiting Photography’s First Road Trip
Ten Turkish artists follow daguerreotypist Frédéric Auguste Antoine Goupil-Fesquet’s 180-year-old journey through the Eastern Mediterranean.

Nearly two centuries later, 10 Turkish photographers set off to follow in his footsteps, traveling to the same cities Goupil-Fesquet and his artist companions — painters Émile Jean Horace Vernet and Charles Marie Bouton — visited to capture them with contemporary eyes. At the Pera Museum, an exhibition on the two journeys, A Road Story: 80 Years of Photography, contemplates how places and the way we perceive them have changed since the 19th-century dawn of photography. 

With few of Goupil-Fesquet’s fragile daguerreotypes having survived to the present day, the exhibit paints a historical picture of the region using text excerpts from his published travelogue, reproductions of a set of lithographs based on his images — primarily Orientalist portraits and street scenes of the “exotic” East — and black-and-white photos of the 29 places on his itinerary, taken later in the 19th century. Palikarya: Παλικαρη (Palikari). Yiğit, delikanlı, atılgan, korkusuz, civanmert. Kabadayı Yunan delikanlılarına eskiden bu ad verilirdi. Hâl-i hazırda “genç”, “delikanlı” anlamlarında kullanılmaktadır.SOURCE The images by the contemporary photographers, curated by photography historian Engin Özendes for their varied visual languages, range from Cem Turgay’s surreal, cinematic scenes in neglected neighborhoods of İzmir, Turkey, to Sinan Koçaslan’s documenting of daily life amid ancient ruins and the scars of modern conflict in Baalbek and Beirut, Lebanon. The exhibition features work by contemporary photographers Coşkun Aral, Laleper Aytek, Ali Borovalı, Murat Germen, Sinan Koçaslan, Yusuf Sevinçli, Alp Sime, Lale Tara, Serkan Taycan, and Cem Turgay.

[1]   Palikarya: fromGR  palikária παλικάρια [çoğ.] Rum delikanlısı < Yun palikári παλικάρι [küç.] delikanlı, genç erkek çocuk < EYun pallēks, pallēk- παλλήξ, παλληκ- a.a. +ari

Oldest source:  [ Namık Kemal, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri (1872) ]

Arapça ballūṭ  from Aramaic/Syriac  balūṭā (meşe palamudu) forms fromGR Hjalmar Frisk, Griechisches Etymologisches Wörterbuch I.213 Yunanca sözcüğün Hintavrupa kökenli olduğunu güçlü delillerle ortaya koyar. Latince glans, Rusça jelud, Ermenice <>i kalin > gaġin կաղին gen. gaġno (aynı anlamda), aynı HAvr sözcüğün refleksleridir. Hintavrupa Anadilinde *gʷ sesi düzenli olarak Latince /g/, Slavca /j/, Ermenice /k/, Yunanca /b/ verir. Watkins 146.

Türkçe'de Yunanca Kelimeler

$
0
0
Mavi Boncuk |
A-
Abis: Άβυσσος (Âvisos). Denizlerin (okyanusların) en derin bölümü.
Açelya: Αζαλέα (Azalêa). Bir bitki türü.
Afyon: Όπιο (Ôpio). Latinceye "Opıum" olarak geçmiştir.
Ahlat: Αχλάδι (Ahlâdi). Yaban armudu.
Ahtapot: Χταπόδι (Htapôdi) veya Οκτάπους (Oktâpus). Όκτώ (Ôktô): Sekiz- Πόδι (Pôdi): Ayak. Sekiz ayak anlamında. Bir deniz canlısı.
Akasya: Aκακία (Akakîa). Bir ağaç türü.
Akrobasi: Ακροβασία (Akrovasia). Άκρος (Âkros) veya Άκρον (Âkron): Uç, ekstrem-Βατώ (Vatô): Yürüme. Uçlarda yürüme, parmak uçlarında hareket etme.
Akrobat: Ακροβάτης (Akrovâtis). Uçlarda hareket eden.
Akrobatizm: Ακροβατισμός (Akrovatismôs). Uçlarda yürüme eylemi, akrobatlaşma.
Akrostiş: Ακροστοιχίδα (Akrostihîda). Άκρος (Âkros): Uç-Στοίχος (Stîhos): Saf, sıra, katar. Bir şiirde mısraların baş harflerinin alt alta konulduğunda anlamlı bir kavram veya cümle oluşturması.
Akustik: Ακουστική (Akustikî). Ακούω (Akûo): İşitmek, duymak. Ses düzeni, işitsel, işitmeye değgin.
Alçı: Άργιλος (Ârgilos). Kil, aktoprak, çömlekçi toprağı.
Allegori: Aλληγορία (Alligorîa). Mecaz, kinâye.
Allegorik: Aλληγορικός (Aligorikôs). Mecazî, kinâyî.
Allerji: Aλλεργία (Alergia). Άλλο (Âlo): Diğer, başka-Εργία (Ergîa): Etki. Başka etki. Vücudun, bazı maddelere karşı verdiği tepki ya da bazı maddelerin vücutta yarattığı farklı (ve genelde de olumsuz) etki. Örn. Penisilin allerjisi.
Allerjik: Αλλεργικός-ή-ό (Alergikôs). Allerjiye değgin.
Amblem: Έμβλημα (Êmvlima). Âlâmet-i Fârika, simge.
Amfibi : Αμφίβια (Amfîvia). Αμφί (Amfî): Çift, ikili, iki taraflı-Βίος (Vîos): Yaşam. İki yanlı yaşam. Örn. Hem suda hem karada yaşayabilen kurbağalar amfibi (çift hayatlı) canlılardır.
Amfitiyatro: Αμφιθέατρο (Amfithêatro). Αμφί (Amfî): İki taraflı, iki yanlı-Θέατρο (Thêatro): Tiyatro. İki taraflı tiyatro modeli.
Amib: Αμοιβάς (Amivâs) veya Αμοιβάδα (Amivâda). Değişim anlamında. Tek hücreli canlı.
Anadolu: Ανατολία (Anatolîa). Yunanca, "Doğu" anlamına gelmektedir.
Anadut: Αναδόντις (Anadô-n-dis): Ucudişli, üstü dişli. Harmanda ekin savurmaya yarayan araç, dirgen, yaba.
Anafor: Ανήφορος (Anîforos). Ανα (Ana): Tepeden tırnağa-Φόρα (Fôra): Hızlı hareket, hücum, hamle. Yukarı doğru akan-hareket eden, karşıt akan, çelişik akan.
Anagram: Αναγραμματισμός (Anagramatismôs).
Anahtar: Ανοιχτήρι (Anihtîri). Ανοίγω (Anîgo): Açmak kelimesinden. Açacak, açar, açkaç, açkı, aç***, açkır, açku.
Analiz: Ανάλυσις (Anâlisis) veya Ανάλυση (Anâlisi). Ανά (Anâ): Tepeden tırnağa, baştan aşağı-Λύω (Lîo) veyâ Λύση (Lîsi): Çözüm, cevaplama, açınım. Çözümleme, tahlil.
Analitik: Αναλυτικός-ή-ό (Analitikôs). Çözümsel. Tahlile değgin.
Anarşi: Αναρχία (Anarhîa). Α veya Aν (An): …sız, …siz- Αρχή (Arhî): Düzen, nizâm, işleyiş. Düzendışılık, yönetimdışılık, her türden yönetim biçimine karşı olma, devletsizlik.
Anarşist: Αναρχίστες (Anarhîstes). Düzendışılık ideolojisini savunan, kuralları çiğneyen ya da çiğnemek isteyen, çiğneme amacı taşıyan, bunu da bir kuralın gereği olarak yerine getiren.
Anarşizm: Aναρχισμός (Anarhismôs). Αν (An): Sız, siz- Αρχή (Arhî): Düzen, idâre, yönetim. Düzendışılık ideolojisi. İdeolojinin babası Rus ideolog Bakhunin'dir.
Anason: Ανισον (Anison). Bir tür baharlı bitki. Rakı'da, bazı şekerlemelerde ve çöreklerde kullanılır. Fr; Anice.
Anektod: Ανέκδοτο (Anêktodo). Fıkra. Αν (An): Sız, siz- Εκδίδω (Ekdîdo): Yayınlama. Yayınlanmadan, yayınlanmamış.
Anemon: Ανεμώνα (Anemôna). Dağ lâlesi.
Anestezi: Αναισθησία (Anesthisîa). Hissizleşme, Hissizleştirme. Αν (An): Sız, siz- Aισθάνομαι (Esthânome): Hissetmek, his vermek.
Anfora: Αμφορέας (Amforêas).
Angarya: Άγγαρεια (Âgaria).
Anofel: Ανώφελος (Anôfelos). Zararlı anlamında. Bir sivrisinek türü olup dişileri sıtma parazitleri için asalak görevi yapar.
Anonim: Aνώνυμος-η-ο (Anônimos). Αν (An): Olumsuzluk öneki, sız, siz, suz, süz-Όνομα (Ônoma): İsim. İsimsiz anlamında. Ortak, belli bir sahibi olmayan, belli bir kültüre ait olan.
Ansiklopedi: Eγκυκλοπαίδεια (Ekiklopedia). Εν (En): İç-Κύκλος (Kîklos): Döngü, döngüsel, çevrim-Παιδεία (Pedîa): Eğitim.
Antibiyotik: Αντιβιοτικη (Antiviotiki). Αντι (A-n-di): Zıt, karşı, karşıt-Βιος (Vios): Hayat. İnsan veya hayvan vücuduna zarar veren mikroorganizmaların hayatını sonlandırmaya yönelik olan madde, ilaç.
Antilop: Αντιλόπη (A-n-dilôpi). Afrika'da yaşayan otçul bir hayvan.
Antipati : Αντιπαθεια (Antipathia). Αντί (Antî): Karşı, Karşıt, Zıt- Πάθος (Pâthos): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert, duygu, His, duygulanım, dert. Karşıt duygu, Zıt duygu.
Antipatik: Aντιπαθητικός-ή-ό (Antipathikôs). Αντί (Antî): Karşı, Karşıt, Zıt- Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert, his, duyu, duygu. Karşıt duygu sahibi olan, karşıt duygulu.
Antitez: Αντιθεσις (Antithesis). Αντί (Antî): Karşı, Karşıt, Zıt-Θέσις (Thêsis) veyâ θέση (Thêsi): Sav, Tez. Karşı sav. Karşı tez.
Antoloji: Aνθολογία (Anthologîa). Άνθος (Ânthos): Eski Yun. Çiçek-Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelâm. Kadim Yunan'da, en güzel şiirlerin ve yazıların biraraya toplanması, bir şiir demeti hâline getirilmesi anlamında kullanılmaktaydı.
Antropolog: Άνθροπολογος (Ânthropologos). Άνθρωπος (Ânthropos): İnsan- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. İnsanbilimci.
Antropoloji: Άνθροπολογια (Ânthropologia). Άνθρωπος (Anthropos): İnsan-Λόγoς (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Yalnıkbilim, İnsanbilim.
Apostrof: Απόστροφος (Apôstrofos). Kesme.
Araknofobi: Αραχνοφοβία (Araknofovîa). Άράχνη (Ârâhni): Örümcek-Φόβος (Fôvos): Korku. Örümcek korkusu.
Aristokrasi: Αριστοκρατία (Aristokratia). Άριστοι (Âristi): Bey-Κρατώ (Kratô): İdâre etmek, yönetmek. Beyerki.
Aristokratik: Αριστοκρατικός-ή-ό (Aristokratikôs). Beyerkine değgin, beyerkine ilişkin.
Aristokrat: Αριστοκράτης (Aristokrâtis). Beyerkçi, asil, soylu.
Aritmetik: Αριθμητική (Aritmitikî). Άριθμός (Ârithmôs): Sayı. Sayıbilim.
Arkeoloji: Αρχαιολογία (Arheologîa). Άρχή (Ârhî): Baş, başlangıç, rical, Temel ilke- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm.
Arkeolog: Αρχαιολόγος (Arheolôgos). Arkeoloji bilimiyle uğraşan.
Armoni: Aρμονία (Armonîa). Aheng, uyum.
Aroma: Άρωμα (Âroma). Doğal koku ve bu kokudan neşet eden.
Arp (Harp): Άρπα (Ârpa). Bir müzik âleti.
Arsenik: Αρσενικό (Arsenikô). Bir kimyevî element. Kırmızı renkli, ağulu bir madde, sıçanotu, Zırnık, zırnîh.
Arşiv: Aρχείο (Arhîo). Άρχή (Ârhî) kökünden; temel olan, başlangıça ait olan anlamından dönüşerek eski olan anlamı kazanmıştır.
Arter: Αρτηρία (Artirîa). İlk kez Aristoteles tarafından kullanılan bir terim. Atardamar.
Asbest: Ασβέστης (Asvêstis). Kireç.
Asfalt: Άσφαλτος (Âsfaltos). Zift.
Asimetri: Ασύμμετρία (Asîmetrîa). Bakışımsızlık, gayrı tenazur.
Asimetrik: Ασύμμετρος (Asîmetros). Bakışımsız, gayrı mütenazır.
Astım (Asthma): Άσθμα (Âsthma).
Astigmat: Αστιγματισμός (Astigmatismôs): Tıp ter. Bir göz hastalığı
Astrofizik: Αστροφυσική (Astrofisikî). Αστέρας (Astêras): Yıldız-Φυσική (Fisikî): Fizik bilimi, Doğal, Tabiî. Gök fiziği, Yıldız fiziği. Yıldızların doğasına değgin.
Astroloji: Αστρολογία (Astrologîa). Αστέρας (Astêras): Yıldız-Λόγος (Lôgos): Bilme, bilgilenme, bilim, kelâm. Yıldızbilim
Astronom: Aστρονόμος (Astronômos). Αστέρας (Astêras): Yıldız-Νόμος (Nômos): Kanun, nizam, düzen. Gökbilimci, yıldızbilimci.
Astronomi: Αστρονομία (Astronomia). Aστέρας (Astêras): Yıldız-Nόμος: Kanun, düzen, nizâm). Yıldızların Düzeni. Gökbilim
Astronomik: Αστρονομικός-ή-ό (Astronomikôs). Αστέρας (Astêras): Yıldız-Νόμος (Nômos): Kanun, düzen, nizam. Aşırı, ulaşılması çok zor olan. Gökbilimsel. Yıldızların nizâmına değgin.
Astronot: Αστροναύτης (Astronaftis). Αστέρας (Astêras):Yıldız-Nαύτης (Naftis): Denizci. Gök gezgini, Gök seyyahı.
Ateist: Άθεος (Αtheos). Α: Sız, siz-Θεος (Theos): Allah. Allahsız, tanrıtanımaz.
Ateizm: Αθεϊσμός (Atheismôs). Α: sız, siz-Θεος (Theos): Allah. Allahsızlık, tanrıtanımazlık.
Αterina: Aθερίνα (Atherîna). Gümüşbalığı.
Atlantik: Ατλαντικός (Atlantikôs). Atlas okyanusuna veya Atlas omuruna değgin.
Atlas: Άτλας (Âtlas). Yunan mitolojisinde bir varlık, Japetos adlı Titan'ın oğlu ve Prometheus'la Epimetheus'un kardeşi. Tıp terimi olarak, İlkomur, Coğrafya.
Atlet: Aθλητής (Athlitîs). Atlet.
Atletik: Aθλητικός-ή-ό (Athlitikôs).
Atletizm: Aθλητισμός (Athlitismôs).
Atmosfer: Ατμόσφαιρα (Atmôsfera). Ατμός (Atmôs): Nefes, soluk-Σφαίρα (Sfera): Küre. Dünyayı çevreleyen ve dünya üzerindeki yaşamı en önemli ölçüde sağlayan katman, tabaka. (Atmos kelimesinin orijini Sanskritçe "Atma"dır ve "nefes / Soluk" anlamına gelir.
Atmosferik: Ατμοσφαιρικός-ή-ό (Atmosferikos). Ατμός (Atmôs): Soluk- Σφαιρα (Sfera):Küre. Dünyayı çevreleyen ve dünya üzerindeki yaşamı en önemli ölçüde sağlayan katman, tabakaya değgin.
Atom: Άτομο (Âtomo). Α: sız, siz, suz, süz-Tομος (Tomos): kesme, parçalama. Parçalanamaz olan. Maddenin en küçük, parçalanamaz bölümü anlamında. Kavram, felsefî ve bilimsel anlamda Avdira (Abdera) Okulu'nun kurucuları olan Dimokritos ve Leukippos tarafından geliştirilmiştir. Άτομος Είδος (Âtomos İdos): Kesilemeyen-parçalanamayan şekil.
Atomik: Ατομικός-ή-ό (Atomikôs). Α: sız, siz, suz, süz-Tομος (Tomos): Kesme, parçalama. Bölünemeyen, parçalanamayan. Modern Yunanca'da "kişi", "birey" anlamlarında da kullanılmaktadır.
Avlu: Αυλή (Avlî).
Avrupa: Yunan mitolojisinde Zeus'un sevgililerinden biri; Evrôpi (Ευρώπη). Bir kıta ismi.
Ayandon: Aγίος Αντωνίος (Agîos Andonîos: Aziz Antonius) teriminden türemiş olup Ocak ayı ortalarında görülen bir fırtınanın ismidir.
Ayazma: Αγίασμα (Agîazma). Kutsanmış su, adak yeri.
Ayeser: Αγίος Σεργίος (Agîos Sergîos: Aziz Sergîos) teriminden türetilmiş olup Trabzon yöresinde Ağustos ayında düzenlenen bir dernek, şenlik anlamındadır.
Aynaroz: Άγιον Όρος (Âgion Ôros). Άγιον (Âgion): Azizler-Όρος (Ôros): Dağ. Dağ Azizleri anlamında. Halkidiki yarımadasında bulunan ve özerk bir yapısı bulunan Orthodoks Hristiyanlığının en önemli merkezlerinden biri. Kadınların girmesi yasaktır. Türkçe'ye, Osmanlı döneminde geçmiş olup, Musahipzâde Celâl'in ünlü eseri "Aynaroz Kadısı" ile kavram popüler hâle gelmiştir.
Azot: Άζωτο (Âzoto). A: Olumsuzluk öneki-Ζωή (Zoî): Hayat, yaşam, yaşayış. Cansız. Cansız gaz anlamında. Bir kimyevî element. Simgesi N.
- B -
Badas: Βάθος (Vâthos). Derin. Anlam genişlemesiyle, harman kaldırıldıktan sonra dipte-altta kalan ekin kırıntıları, harman artıkları, taşlı-topraklı tahıl kalıntıları, Afara.
Bakteri: Βακτήριο (Vaktîrio). Bir tür mikroorganizma. Βακτηρία (Vaktirîa): Çubuk, çomak.
Balgam: Φλέγμα (Flêgma).
Balyoz: Βαριά (Variâ). Ağır. Anlam genişlemesiyle, taş kırmaya yarayan bir âlet.
Banyo: Μπάνιο (Bânyo). Βάλανος (Vâlanos): Erkek cinsel organının glans (baş, pelit) kısmıyla, korpus (gövde) kısmının birleştiği çembersi bölüm. Eski Yunan'da, erkekler cinsî temastan sonra bu bölgeyi yıkadıklarından ve bu gelenek güney İtalya'ya geçtiğinden Türkçe'ye İtalyanca'dan "banyo" olarak girmiştir. Aslı Yunanca "Vâlanos" kelimesidir.
Barbunya: Μπαρμπούνι-α (Barbûni,a). Bir tür balık ve bitki.
Barut: Πυρίτιδα (Pirîtida).
Baryum: Βάριον (Vârion). Ağır anlamında. Bir tür kimyevî element. Simgesi Ba.
Berilyum: Μπερίλιο (Berîlyo). Μπεριλ (Beril): Şekerli, tatlı anlamında. Bir kimyevî element. Be.
Bezelye: Μπιζέλι (Bizêli). Bir tür bitki.
Bibliyotek: Βιβλιοθήκη (Vivliothîki). βιβλίο (Vivlîo): Kitap- θήκη (Thîki) veyâ θέτω (Thêto): Kutu, kapalı yer, koruncak. Kütüphâne.
Bibliyografya: βιβλιογραφία (Vivliografîa). βιβλίο (Vivlîo): Kitap- Γράφω (Grâfo): Yazmak, yazım. Kitapyazım, kitap betimi.
Biyofizik: βιοφυσική (Viofisiki). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim- Φυσική (Fisikî): Fizik bilimi, Doğal, Tabiî. Canlı fiziği.
Biyografi: Βιογραφία (Viografîa): Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim- Γράφω (Grâfo):Yazmak. Yaşam öyküsü, yaşamyazım.
Biyokimya: Βιοχημεία (Viohimîa). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim – Χύμος (Hîmos): Tabiî Sıvı, özsu, usâre. Canlı kimyâsı.
Biyolog: Βιολόγος (Violôgos). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Dirimbilimci.
Biyoloji: Βιολογία (Viologîa). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Dirimbilim.
Biyopsi: Βιοψία (Viopsîa). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, dirim- Οψίς (Opsîs): Görme, görüş. Canlı olana bakma. İnceleme amacıyla canlı bir dokudan parça alma.
Biyosfer: Βιόσφαιρα (Viôsfera). Βίος (Vîos): hayat, yaşam, dirim-Σφαιρα (Sfera): Küre. Canlıküre, yaşamküre, hayatküre, dirimküre.
Bodrum: Υποδρομος (İpodromos). Υπό (İpô): Alt, aşağı-Δρόμος (Drômos): Yol. Altyol, aşağı yol. Alt geçit, alt kısım, temel. Zaman içinde, evin alt katı anlamında değişmiştir.
Boksit: βωξίτης (Voksîtis). Bir maden.
Bomba: βόμβα (Vômva). Gümbürdemek, gürültü çıkarmak.
Boru: Πόρος (Pôros). Geçit, gerçek, yol. Anlam genişlemesiyle boru.
Botanik: Βοτανική (Votanikî). Bitkibilim'e değgin.
Brom: Βρομίο (Vromîo). "Kötü kokulu" anlamında. Bir kimyevî element. Br
Bronş: Βρόγχος (Vrôk-h-os). Trakea'nın (Soluk borusu) alt tarafta ikiye ayrılması ile meydana gelen iki adet tüp biçimli oluşum. Bronş.
Bronşit: Βρογχίτιδα (Vrok-h-îtida). Tıp ter. Bronş yangısı, Bronş iltihâbı.
Bulgur: Πλιγούρι (Πligûri).
- C, Ç -
Cımbız: Tσιμπιδάκι (Çimbidâki). Küçük kanca anlamında.
Cins: Γένος (Gênos-Yênos).
Coğrafya: Γεωγραφία (Geografîa). Γαία (Yea) veyâ Γη (Yi): Yeryüzü, Toprak. Yunan mitolojisinde toprak tanrıça, ana tanrıça, toprak, toprak ana, yeryüzü- Γράφω (Grâfo): Yazmak.
Çaça: Tσατσα (Çaça). Genelev patroniçesi, Mama.
Çağanoz: Τσαγγανος (Çaganos). Bir tür yengeç.
Çene: Γενις (Genis / Yenis) veya Γναθος (Gnathos). Çene, Altçene.
Çeres (z): Ξηρός-ή-ό (Ksirôs). Susuz toprak anlamında. Suyu olmayan, sudan fâkir olan. Anlam genişlemesiyle kavrulmuş bakliyat. Leblebi, fıstık, fındık, badem vs.
Çetele: Τσουτουλα (Çutula). Kertik.
Çiroz: Τσίρος (Çîros). Kurutulmuş balık.
Çiklet: Tσίχλα (Çîkla).
Çipura: Τσιπούρα (Çipûra). Bir tür balık.
- D -
Daktilo: Δάκτυλο (Dâktilo) veya Δάχτυλο (Dâhtilo). Parmak. Anlam genişlemesiyle, bir yazım aracı.
Daktilografi: Δακτυλογραφία (Daktilografia). Daktiloyazım.
Dandanaz: Dανδανας (Dandanas). Eski Yunanca. Ekinleri ince taş, kum, toprak gibi nesnelerden ayırmak için kullanılan aygıt, elek, kalbur.
Defne: Δάφνη (Dâfni). Yunan mitolojisindeki bir genç kızın isminden mülhem. Rivâyete göre, amansız bir hastalığa tutlan genç kız bir ağaca dönüşür. Yapraklarını yaz-kış dökmeyen bir ağaç türü.
Defter: Τεφτέρι (Teftêri).
Dekan: Δέκαρχος (Dêkarhos). Δεκα (Deka): On- Άρχηγός (Ârhigôs): Başkan. On kişinin başkanı. Anlam genişlemesiyle, bir fakültenin en üst düzey yöneticisi, kelime önce Fransızca'ya (Décan olarak) oradan da Türkçe'ye geçmiştir. İng; Dean.
Dekatlon: Δεκαθλον (Dekathlon). Δεκα (Deka): On- Αθλητισμός (Athlitismôs): Atletizm. On atletizm disiplinin biraraya gelmesiyle oluşturulan bir yarışma türü. Onlu Atletizm.
Delta: Δέλτα (Dêlta). Üçgen biçiminde olan. Akarsuların denize döküldükleri yerlerde oluşan alüvyondan zengin coğrafî yapı. Coğ. Ter.
Demagog: Δημαγωγός ( Dimagogôs). Δήμος (Dîmos): Halk, toplum, kitle- Άγω (Âgo): Yol açmak, ön açmak: Felsefe ter. Topluma yol gösteren. Anlam bozulmasıyla, boş laf üreten, içeriksiz konuşmalar yapan, Mugâlatacı.
Demagoji: Δημαγωγία (Dimagogîa). Δήμος (Dîmos): Halk, toplum, kitle-Άγω (Âgo): Yol göstermek, ön açmak. Topluma yol gösterme. Anlam bozulmasıyla, içeriksiz konuşmalar yapma, boş laf üretme, mugâlata.
Demet: Δεμάτι (Demâti). Tutam, Avuç dolusu, bir avuç, bağ, koçan anlamlarında.
Demografi: Δημογραφία (Dimografîa). Δήμος (Dîmos): Halk, toplum, kitle-Γράφω (Grâfo): Yazmak. Halk tasviri, halk betimi. Anlam genişlemesiyle, bir coğrafyada oturan (yaşayan) insanların sayısı, yoğunluğu, hareketliliği.
Demografik: Δημογραφικός-ή-ό (Dimografikôs). Demografiye değgin.
Demokrasi: Δημοκρατία (Dimokratîa). Δήμος (Dîmos): Halk- Κρατώ (Krâto): İdâre etmek, yönetmek. Halk iktidarı, halk idâresi.
Demokrat: Δημοκράτης (Dimokrâtis).
Demokratik: Δημοκρατικός-ή-ό (Dimokratikôs).
Deontoloji: Δεοντολογία (Deontologîa). Δέον (Dêon): İktiza, lüzum -Λόγος (Lôgos): Söz, bilim, bilgi veyâ Λέω (Lêo): Söylemek. (Özellikle Tıp biliminde) Tıp ahlâkı, tıp etiği.
Deri (Derma). Δέρμα (Dêrma). Cild.
Dermatoloji: Δερματολογία (Dermatologîa). Δέρμα (Dêrma)- Λόγος (Lôgos): Söz, bilim, bilgi. Deribilim, Cildiyye.
Despot: Δεσπότης (Despôtis). Hâkim olan, egemen, ev sahibi, reis, Kilise'de en üst düzeyde yönetici, baş papaz.
Despotizm: Δεσποτισμός (Despotismôs). Baskıcılık, şiddetli yöneticilik anlayışı, egemence davranış.
Diaspora: Διασπορά (Δiasporâ). Δια (Dia): Den, ile, için, dolayı, baştan aşağı-Σπόρος (Spôros): Tohum. Sağa sola dağılmış tohumlar anlamında. Anavatan'ın dışında yaşayan ve aynı milletten olan insan topluluğu. Örn: Diaspora Ermenileri.
Didaktik: Διδαχή (Didahî). Öğretmek kökünden. Öğretici.
Didim: Δίδυμος (Dîdimos). İkiz. Epididim teriminin içinde. Tıp'ta, çift olan testisleri (hâyalar, husyeler) betimlemek amacıyla kullanılmıştır.
Difteri: Διφθερίτις (Diftherîtis) veya Διφθερίτιδα (Diftherîtida). Corynobacterıum Diphteriae adı verilen bakteri tarafından oluşturulan enfeksiyöz bir hastalık. Kuşpalazı.
Dinamik: Δυναμικός-ή-ό (Dinamikôs). Kuvvetli, güçlü. Kuvvete değgin.
Dinamit: Δυναμίτης (Dinamîtis). Çok güçlü bir patlayıcı.
Dinamizm: Δυναμισμός (Dinamismôs). Dinamiklik hâli.
Dinamo: Δυναμο (Dinamo). Hareketli bir cihazın güç sağlayan parçası.
Dinamometre: Δυναμόμετρο (Dinamômetro). Güçölçer.
Dinozor: Δυνόσαυρος (Dinôsavros) veya Δεινοσαυρος (Dinosavros). Δυνο (Dino): Güçlü-Σαυρος (Savros): Kertenkele. Güçlü kertenkele veya Δεινός (Dinôs): Korkunç, müdhiş, kötü, güçlü, büyük, musibet dolu, mâhir, nâzik –Σαυρος (Savros): Kertenkele. Korkunç, ürkütücü kertenkele anlamında.
Diploma: Δίπλωμα (Dîploma). İkiye katlama, kıvırma, bükme. İkiye katlanmış olan anlamında, Anlam genişlemesiyle Şahadetnâme, ehliyet belgesi.
Diplomasi: Διπλωματία (Diplomatîa).
Diplomat: Διπλωμάτης (Diplomâtis).
Diplomatik: Διπλωματικός-ή-ό (Diplomatikôs).
Disk: Δίσκος (Dîskos). Ağırşak, mekik.
Diskotek: Δίσκοθήκη (Dîskothîki). Δίσκος (Dîskos): Ağırşak, mekik- Θήκη (Thîki): kutu, kın, kap, koruncak veya θέτω (Thêto): Korumak. Tek tarafı kapalı küçük alan, koruncak.
Diyabet: Διαβήτης (Diavîtis). Διαβαινώ (Diavenô): Arasından geçmek, geçmek. Şeker hastalığı.
Diyabetik: Δıαβητικός (Diavitikôs). Διαβαινώ (Diavenô): Arasından geçmek, geçmek. Diabetli, Şeker hastası.
Diyafragma: Διάφραγμα (Diâfragma). Δια (Dia): Arasından, aracılığıyla, içinden-Φράγμα (Frâgma): Set, baraj. Böleç. Göğüs ve karın boşlukları arasında bulunan kubbe şeklindeki adalemsi yapı, iki boşluğu ayıran zar veya septum, bölme. Fotoğraf makinesinin aynı adla anılan parçası.
Diyagonal: Διαγώνιος (Diagônios). Δια (Dia): Baştan aşağı, içinden, dolayı, arasından-Γωνια (Gonia): Köşe.
Diyagram: Διάγραμμα (Diâgramma). Δια (Dia): İçinden, dolayı, baştan aşağı-Γραμμα (Grama): Harf.
Diyalekt: Διάλεκτος (Diâlektos). Δια (Dia): İçinden, dolayı, baştan aşağı-Λέξη (Lêksi): Kelime. Şive, ağız, lehçe.
DİYALEKTİK: Διαλεκτικός-ή-ό (Dialektikôs). Δια (Dia): Baştan aşağı, dolayı, ile, den- Λέξη (Lêksi): Kelime, söz, sözcük. Κelimeden, sözcükten, kelimeyle. Anlam genişlemesiyle, karşıtların çatışması ve bir senteze (bireşime) varılmasını ifâde eder. Tez (Sav)-Antitez (Karşısav)→Sentez (Bireşim). Eytişim. Arapça; İlm-i Hilâf-ü Cedel (Karşıtların Çatışması ilmi). Felsefe terimi.
"Ruh'un eşya ve hadiseler karşısındaki 'nasıl' tavrına karşı, akıl 'niçin'leri arar ve fikir meydana gelir. Fikrin içine işlemiş olan işletici sıfat, Ruh'un merkezî fakültesi (konumundaki) ahlâktır ki, kendisinden zuhura geldiği (ortaya çıktığı) fikri ileriye doğru zuhur ettirir (ortaya koyar)…Bu çerçeve içinde diyalektik, fikrin kendisi değil, düzenidir, nizâmıdır…Bir meseleyi anlatırken, herkesin bir diyalektiği vardır ve anne kızını paylarken (azarlarken) bile bir diyalektik sahibidir…Hangi sözünü öne alır, hangisini sona bırakır, ne taraftan iknâ eder, nasıl inandırır?.. Onun için diyalektik, ilmî bir tâbirle, 'sözde, kelâmın içinde, fikrin tahkiyesi, sıralanışı ve düzeni' demektir...Her inanılan şey zıddıyla ilişkili olduğuna göre, fikir kendi zıddını dışarıda bırakma hadisesidir ki, mevzuundaki 'esas'a giden yolun düzeni olarak diyalektik, dışarıda bırakmanın da düzeni olur. Bu düzen, yerine ve konusuna göre, metod, usûl, çizgi, biçim ve şekil ifâdesindedir; burada şu kadarını söyleyelim ki, diyalektik, fikir balının döküldüğü petektir…Ahlâka gelince…Fail olmak yerine münfail sıfatta, yani fiilin içine işlemiş ve işletici sıfattadır. Sıfatlar birşeye değerini veren, 'değer' ise o şeyin vasıflarını insan tabiatına nisbet etmek ve bu nisbetle aramaktır…" (Salih Mirzabeyoğlu, "Şiir ve Sanat Hikemiyâtı-Estetik ve Ahlâk", sayfa 38-39).
Diyaliz: Διάλυσις (Diâlisis). Διά (Diâ): Baştan aşağı, den, ile, için, dolayı-Λύσις (Lîsis): Çözüm, çözünüm, erime, cevap. Ayırma, ayrıştırma. Böbrek yetmezliği olan hastalarda, kanın belli aralıklarla temizlenmesi. Delikli bir zardan geçebilme yeteneklerinden yararlanarak, bir sıvının içinde bulunan çeşitli maddelerin ayrılmasını sağlamak.
Diyalog: Διάλογος (Diâlogos). Δια (Dia): Baştan aşağı, dolayı, için, den, ile-Λόγος (Lôgos): Söz, kelâm, bilgi, bilim. Söz ile, Bilgi ile. Sözden, bilgiden, söze değgin. Anlam genişlemesiyle, iki kişinin karşılıklı konuşması, bilgi alışverişinde bulunması.
Diyet: Δίαιτα (Dîeta). Uygulama, yönlendirme anlamında. Türkçe'ye, Farsça'dan geçen ve "karşılığını verme" anlamında kullanılan kelimeyle anlam benzerliği yoktur.
Dizanteri: Δυσεντερία (Disenterîa). Δυς (Dis): Zorluk, güçlük belirten bir önek-Eντερο (E-n-dero): Barsak. Kalın barsak iltihâbı. Gaitada kan ve mukus karakteristiktir. Örn. Basilli Dizanteri.
Dogma: Δόγμα (Dôgma). Değişmez kanı, Nass, İnak / İnag. Felsefe ter.
Dogmatik: Δογματικός (Dogmatikôs). İnaksal. Felsefe ter.
Dogmatizm: Δογματισμός (Dogmatismôs). İnakçılık. Felsefe ter.
Doktrin: Διδαχή (Didahî). Δάω (Dâo) veya Δάσκω (Dâsko): Eski Yunanca, Öğretmek (kökünden) oradan "Διδαχη" (Didahi) ve Διδάσκω (Didâsko):Öğretmek, biçiminde gelişmiştir. Diğer açıdan, "Δοκέω" (Dokêo): İnanmak, tefekkür etmek, derin düşünmek fiilinden mülhemdir. Önce Lâtince'ye "Doceo" (Doçeo-Doseo) biçiminde, oradan Batı dillerine daha sonra da Türkçe'ye Fransızca'dan "Doctrine" (Doktrin) felsefe-siyâsî bilimler yoluyla geçti. Öğreti anlamında. Felsefe ve Siyâset ter. Doçent, Doktora ve Doktor kelimeleri de aynı kökten orijin alır.
Doz: Δόση (Dôsi). Verme, veriş kelimesinden. Tıp ve ecz. terimi. Örn. Yüksek doz (Overdose).
Dögen: Δογενος (Dogenos). Eski Yunanca. Üzerine sivri, kesici taşlar çakılmış olan harman döğme tahtası.
Drama: Δράμα (Drâma). Aslen eylem anlamına gelmekte olup bir tiyatro türünü ifâde eder.
Dramatik: Δραματικός (Dramatikôs). Drama değgin, acıklı, üzücü.
Dramaturg: Δραματουργός (Dramaturgôs). Drama hâline getiren.
Dramaturji: Δραματουργία (Dramaturgîa). Drama hâline getirme, dramlaştırma.
- E -
Efe: Έφηβος (Êfivos). Yiğit, delikanlı.
Efendi: Αφέντης (Afê-n-dis). Patron anlamında. Anlam genişlemesiyle, bey, varlıklı ve asil kişi mânâsını yüklenmiştir.
Eflâtun: Πλάτωνας (Plâtonas). Ünlü Yunan bilge ve ideolog Platon'a (Felâtun) verilen isim. Bu isimden mülhem olarak anlam değişimiyle "Açık Mor" renkli anlamında.
Ege: Αιγαίο (Egeo).
Egemen: Ηγεμόνας (İgemônas). Hâkim. Hegemonya sahibi, Hakan.
Ego: Έγώ (Êgô). Benlik, Nefs.
Egoizm: Εγωισμός (Egoismôs). Bencillik, hodbinlik.
Egotizm: Εγωτισμός (Egotizmôs). Benlikçilik.
Egosantrik: Εγωκεντρικός-ή-ό (Egokentrikôs). Benmerkezci.
Egosantrizm: Εγωκεντρισμός (Egokentrismôs). Benmerkezcilik.
Eğlence: Γλέντι (Glêndi).
Eko: Ηχώ (İhô). Yankı, akis, aks-i sedâ
Ekoloji: Οικολογία (İkologîa). Oίκος (İkos): Ev-Λόγος (Lôgos): Söz, Kelâm, Bilgi, Bilim: Çevrebilim.
Ekolojik: Oικολογικός-ή-ό (İkologikôs). Çevrebilimsel.
Ekonomi: Oικονομία (İkonomîa). Oίκος (İkos): Ev-Νόμος (Nômos): Düzen, nizâm, idâre. Ev idâresi. Anlam genişlemesiyle, İktisat.
Ekonomik: Oικονομικός-ή-ό (İkonomikôs). Ekonomiye değgin.
Ekstazi: Έκσταση (Êkstasi). Εκ (Ek): Dış, dışta, dışarıda-Στάση (Stâsi): Durum, duruş, hâl. Esrime, kendinin dışında olma.
Ekümenik: Oικουμενικός-ή-ό (İkumenikôs). Οικέω (İkêo): İkâmet etmek, Oικουμένη (İkumêni): Mûkim. Evrensel, cihanşümûl, Âlemşümûl mânâsına. Örn. Ekümenik Patrik (Evrensel Patrik). Ortodoks Hristiyanları'nın temsilcisi olan Patrik'in, bütün dünya Ortodoksları'nın lideri olması hâli.
Ekzotik: Eξωτικός (Eksotikôs). Έξω (Êkso): Dışarı. Dışarıdan gelen, ilginç, dikkat çekici mânâlarını üstlenmiştir.
Elastik: Ελαστικός-ή-ό (Elastikôs). Sünek.
Elektrik: Ηλεκτρικός (İlektrikôs). Elektrik.
Elektrod: Ηλεκτρόδιο (İlektrôdio). Elektrod.
Elektron: Ηλεκτρόνιο (İlektrônio). Elektrik yüklü parçacık, kehribar.
Elektronik: Ηλεκτρονικός-ή-ό (İlektronikôs). Elektrona değgin, elektronsal.
Elektrostatik: Ήλεκτροστατική (İlektrostatikî).
Elips: Έλλειψη (Êlipsi). Oval, söbe biçimli geometrik şekil.
Elipsoid: Ελλειψοειδής-ής-ές (Elipsoidîs). Söbe, oval, yumurtamsı.
Eliptik: Eλλειπτικός-ή-ό (Eliptikôs). Elips'le ilgili olan.
Embryo: Έμβρυο (Êmvrio). Cenin, dölüt, cücük.
Empati: Εμπάθεια (Empâthia). Tutku, ihtiras. Bir kimsenin, kendisini başkasının yerine koyması, bu kimsenin daranışları ile kendi davranışlarını yakın görmesi. Bir başka insanın hislerini anlama ve imgesel olarak onlara katılma yeteneği; duyguya öykünme.
Enerji: Eνέργεια (Enêrgia). Εν (En): İç, içinde-Εργα (Erga): İş, çalışma, uğraş, emek.
Enerjik: Ενεργειακός-ή-ό (Energiakôs).
Engerek: Εγκελίον (Egelîon). Yılanbalığı anlamında. Bir yılan türü.
Enginar: Αγκινάρα (Aginâra).
Enigma: Aίνιγμα (Enigma). Muamma, Sır, Gizem, bulmaca. Daha ziyâde kâinatın sırları mânâsına gelmektedir.
Entel(l)ektüel: Εντελέχεια (Entelêhia) teriminden türetilmiştir. Entelehia kavramı ilk kez Yunan filozof Aristotelis tarafından kullanılmış olup, "gizillik ile karşıtlık içinde edimsellik" anlamına gelir, "Entelehia" kavramı, "içtihad" anlamında da kullanılmıştır. Kavram önce Batı dillerine (özellikle Fransızca) oradan da Türkçe'ye geçmiştir. Latince "İntellectum" (Anlama, kavrama) kelimesinden geldiği iddia edilse bile, kelime ayrıştırıldığında, "inter" (arasında) -"lex" (leks: kanun, kaide, ilke) sözcüklerinden oluştuğunu görürüz. "Lex" kelimesi ise yunanca "λέγω" (lêgo: Söylemek, demek) fiilinden köken almaktadır. Bir diğer yorum ise, Latince "İnter" (Arasında) ve Yunanca "Λέξις" (Leksis: Söz, kelime) kelimelerinin biraraya gelmesiyle oluştuğu şeklindedir ki, burada anlam, "kelimeler arası" olmaktadır. Aydın, münevver.
Entomoloji: Εντομολογία (E-n-domologîa). Εντομος (E-n-domos): Böcek-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Böcekbilim
Epifenomen: Επιφαινόμενα (Epifenômena). Felsefe ter. İkincil fenomen, ikincil olgu. İnsan beyninin fizyolojik ürünü olarak görülen bilinç biçimi.
Epifenomenizm: Επιφαινομενισμός (Epifenomenismôs). Bilincin yalnızca beynin fizyolojik bir ürünü olduğunu savunan öğreti. Ek-görüngücülük.
Epigrafi: Επιγραφία (Epigrafîa). Nükteli deyiş, nükteli betim. Yafta, kitâbe.
Epigram: Επίγραμμα (Epîgramma). Nükteli deyiş, yazı.
Epik: Eπικός-ή-ό (Epikôs). Destansı.
Epilepsi: Επιληψία (Epilipsîa). Επι (Epi): Üzerinde, üstte-Λήψις (Lîpsis): Alma, tutma, zabt etme. Tıp terimi olarak, Sara hastalığı. Beyindeki elektrikî aktivite bozukluklarına bağlıdır; Tutarık. Örn. Majör Epilepsi (Grand Mal).
Epiloji: Επιλογία (Epilogîa). Bir oyunun sonunda, oyunculardan biri tarafından aktarılan ve genellikle şiirsel bir biçimi olan konuşma.
Episantr: Eπίκεντρο (Epîke-n-dro). Επι (Epi): Üzerinde, üstte-κεντρος (Ke-n-dros): Merkez. Jeoloji terimi olarak, Depremin yüzeydeki izdüşümü, izdüşümsel merkezi.
Epistemoloji: Eπιστημολογία (Epistimologîa). Επιστήμη (Epistîmi): Bilgi, fen- Λόγος (Lôgos): Söz, Kelâm, Bilgi, Bilim. Bilgibilim. Bilgikuram.
Eretik (Heretik): Αιρετικός (Eretikôs). Αιρέω (Erêo): Seçmek, ayırmak, Felsefe terimi olarak, Günâhkâr.
Eretizm (Heretizm): Αιρετισμός (Eretismôs). Αιρέω (Erêo): Seçmek, ayırmak. Felsefe terimi olarak, Günâhkârlık, dinî verileri saptırma veya reddetme.
Ergen: Εργένης (Ergênis).
Ergonomi: Eργονομία (Ergonomîa). Εργον (Ergon) veya Εργα (Erga): İş, çalışma-Nόμος (Nômos): Düzen, işleyiş. İş düzeni. İnsan ve çalışan çevresi ile ilgili olarak çeşitli biyolojik faktörlerin uygulanması.
Ergonomik: Eργονομικός (Ergonomikôs). Ergonomiye değgin.
Eristik: Εριστικός (Eristikôs). Έρις (Êris): Çekişme, çatışma, kavga, nifak. Tartışma uğruna tartışma ile ilgili. Tersten diyalektikçi.
Eristizm: Εριστισμος (Eristismos). Felsefe terimi, kavga tekniği. Negatif diyalektikçilik, ters diyalektikçilik.
Eroin: Ηρωίνη (İroîni). Ηρωας (İroas): Kahraman. Bu kelimeden geliştirilmiş olup aslı, Yunan mitolojisindeki aşk (cazibe) ilkesi (tanrısı) Eros'tur.
Erojen: Eρωγενους (Erogenus). Έρωτας (Êrotas): Aşk, Sevi-Gόνος (Gônos): Oluşsal. Aşkoluşsal, aşk uyandırıcı, aşkdürtüsel.
Erotizm: Ερωτισμός (Erotismôs). Έρωτας (Êrotas): Aşk, Sevi. Aşkçılık, aşk yoğunluğu.
Erotojenik: Ερωτογενική (Erotοgenikî). Έρωτας (Êrotas): Aşk- Γόνος (Gônos): Oluşsal. Aşkoluşa değgin, aşkoluşla ilgili.
Erotomani: Eρωτομανία (Erotomanîa). Έρωτας (Êrotas): Aşk- Μανία (Manîa): Aşırı bağlılık. Aşka aşırı bağlılık, aşk hastalığı.
Erotomanyak: Eρωτομανος (Erotomanos). Aşk hastası.
Esâtir: Σάτυρα (Sâtira). Mitoloji, efsâneler.
Eskatoloji: Έσχατολογία (Êshatologîa). Έσχάτως (Êshâtos): Geçen, son olarak, son raddede veya Έσχατος (Êshatos): Son, sonuncu- Λόγος (Lôgos): Söz, Kelâm, Bilgi, Bilim.Ölümötesibilim.
Esoterik: Eσωτερικός-ή-ό (Esoterikôs). Batınî, içsel, gizil.
Esoterizm: Eσωτερισμός (Esoterismôs). Din ve felsefe terimi. Erginlenme, tesris. "Dışarıdaki", "yabancı", "haricî", "bigâne" kişinin "içeri" alınması, "mahrem" kılınması esasına dayanan mistik faaliyet, içreklik, Batınîyye.
Estetik: Aισθητικός-ή-ό (Esthitikôs). Duyusal, hissî.
Estetizm: Aισθητιτισμος (Esthitismos). Duyuculuk, Hisçilik. Fels. Ter.
Eter: Aıθήρ (Ethîr). Uzay boşluğu, Esîr.
Eter: Aιθέρας (Ethêras). Kimyevî bir madde. Anestetik özelliğe sahiptir. Lokmanruhu.
Etik: Ηθική (İthikî). Bir değere ve inanç sistemine bağlı olarak meydana getirilen belirli ilkeler, Ahlâk, Ahlâk sistemi.
Etimoloji: Ετυμολογία (Etimologîa). Έτυμο (Etimο): Gerçek-Λόγος (Lôgos): Bilim, Kelâm. (Kavramlar için) Kökenbilim.
Etni: Eθνος (Ethnos). Irk, soy-sop.
Etnik: Eθνικός-ή-ό (Ethnikôs): Irkî, Millî.
Etnografya: Eθνογραφία (Ethnografîa). Irkyazım. Irk betimi.
Etnolog: Έθνολόγος (Êthnolôgos). Irkbilimci, soybilimci.
Etnoloji: Eθνολογία (Ethnologîa). Irkbilim.
Etos: Εθος (Ethos). Töre, alışkanlık, itiyat. Bir topluluğun ayırdedici karakteri, ruhu, tutumu.
EVDEMONİZM: Ευδαιμονισμός (Evdemonismôs). Ευ (Ev, Ef): Hoş-Δαιμον (Demon): Orijinal anlamı itibârıyla "cennette üst düzey görevli, misyon sâhibi", İslâm'daki Âlûn melekleri gibi bir anlama sâhipken zamanla anlam sapmasına uğrayıp şeytan mânâsını yüklenmiştir. Abdera (Avdira) Okulu'nun kurucularından olan Dimokritos'un geliştirdiği öğreti. Buna göre, mutluluk, Ruh'un dinginliğidir. Buna 'Efthimîa' (Ευθυμία) denir. Efthimîa, insan eyleminin son amacı, gâyesidir. Mutlak iyi olan 'efthimîa"dır. Sokrates'in ahlâk öğretisinin ana özelliği de "evdemonist"tir. Sokrates hayatı boyunca, içinde bir "Demon" bulunduğunu ve onun sesini dinlediğini söyler. Sokrates, bunu ilâhî bir ses olarak kabul eder ve ona uyar. Bu "Demon", Sokrates'in ahlâk anlayışının tek yanlı rasyonalizmini (akılcılığını) tamamlayan bir etken olarak görünür zira "Demon", "irrasyonel" (akıldışı) birşey olarak kabul edilir. Mistik bir öğedir. Kinizm'in kurucusu Antisthenes'in ahlâk öğretisi de evdemonisttir. Mutluluğa ancak boş kuruntulardan kurtulunca ulaşılabilir. Ruh böylece özgürleşebilir. Erdem ve özgürlük budur. İnsanın, "iç"inden bağımsız olmasıdır. Sağlık, güzellik, zenginlik, lüks, şan, şöhret, şeref vs. gibi şeyler aldırış edilmemesi gereken, kayıtsız kalınacak şeylerdir. Olsa olsa, bu şüpheli şeylerin karşıtları birer değerdir. Yoksulluk, ihtiyaçsızlık, adı sanı olmamak, insanı boş gururdan, boş kuruntulardan korurlar. Haz da çok tehlikelidir, insanı deli eder, köleleştirir. Bunun yerine, sıkıntı, ısdırap ve acı konulmalıdır. Bunlar, insanı dirençli ve sıkı kılar. Evdemonizm, Mutçuluk öğretisi olarak da adlandırılır. Felsefe terimi.
Evlek: Αυλάκι (Avlâki). Küçük hendek, ekim için sabanla tarlada açılan uzun yarık.
Evropyum: Ευρώπη (Evrôpi). Yunan mitolojisinde bir varlık. Avrupa. Bir kimyevî element. Eu

- F -​
Falaka: Φαλαγγος (Falagos). Kalın sopa. Yunanca'dan Arapça'ya oradan da Türkçe'ye geçmiştir.
Fanila: Φανέλλα (Fanêla).
Fanus: Φανός (Fanôs) veya Φονός (Fonôs). Külâh, başlık, fener kapağı anlamlarında.
Fantastik: Φανταστικός (Fa-n-dasdikôs). Hayalsi, hayallere değgin.
Fantazmagorik: Φαντασμαγορικός (Fa-n-dasmagorikôs). Çok ileri bir hayal gücü gerektiren, ileri bir tasavvura dayanan.
Fantazmagorya: Φαντασμαγορία (Fa-n-dasmagoria). İleri tasavvur.
Fantezi: Φαντασία (Fa-n-dasia). Hayal kurma, hayal etme.
Farfara: Πέρπερος (Pêrperos). Eski yunanca'da geveze anlamında. "Vır vır" sözü de aynı kökten gelmektedir.
Fasarya: Φασαρία (Fasarîa): Gürültü, patırtı, karışıklık, lüzumsuz konular üzerinde tartışma anlamında.
Fasulye: Φασίολος (Fasîolos) veya Φασολία (Fasolîa) ya da Φασολακία (Fasolakîa) şeklinde söylenir. Yeşil bir bitki (sebze).
Fayton: Φαέθων (Faêton). Yunan mitolojisinde Güneş arabasının sürücüsü anlamında.
Feleng: Φαλαγγη (Falagi). Dayanak, dayanılan araç anlamında. Karaya çekilen kayıkların altına konulan ya da yapı işlerinde iskele kurulurken kullanılan dayanak. Filing, falang biçiminde de söylenir.
Felsefe: Φιλοσοφία (Filosofîa). Φίλος (Fîlos) veya Φιλώ (Filô): Sevgili, arkadaş, dost. Σοφία (Sofia): Hikmet. Hikmet sevgisi.
Fener: Φαναρι (Fanari). Işıldak, ışıklık. Küçük fanus.
Fenomen: Φαινόμενο (Φenômeno). Olgu, olay. Görüngü.
FENOMENOLOJİ: Φαινομενολογία (Fenomenologîa). Φαινομενο (Fenomeno): Olay, olgu-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi. Olgubilim.
1920'li yılların başından itibâren Avrupa kapitalizminin toplumsal düzeni, savaşın yıkımı ve savaş sonrasındaki politik kargaşanın etkileri tarafından kökünden sarsıldı. Bu düzenin geleneksel anlamda dayandığı ideolojiler ve yönetimine hizmet eden kültürel değerler tümüyle sarsıntı geçirdi. Bilim, olguları sınıflandırmaktan başka hiçbir şey yapmayan gerici bir pozitivizmin içine düştü; felsefe ise, bu tür bir pozitivizm ile, savunulamaz bir öznelcilik (subjectivisme) arasında sıkışıp kaldı; Görecelik ve metafizik biçimler gelişti. İşte tam bu dönemde Alman filozof Edmund Husserl yeni bir felsefe geliştirme çabasına girdi. Husserl, yaşanan ideolojik krizin, akıldışıcı barbarlık ile, kendine yeten bir psikoloji bilimi sâyesinde ulaşılabilecek mânevî bir yeniden doğuşun arasında bir seçim mes'elesi olduğunu söyler.
Husserl, kesinlik arayışına, "doğal tavır" diye adlandırdığı tavrı, nesnelerin dış dünyada bizden bağımsız olarak var oldukları ve bizim bu nesnelere ilişkin bilgimizin genelde güvenilir olduğuna ilişkin sağduyusal inancı geçici olarak reddederek başladı.
Kesin olarak bilebileceğimiz, açık seçik bir şey var mıdır?
Husserl'e göre nesnelerin bağımsız var oluşlarından emin olmasak da yaşam planında bulunan gerçek nesne bir yanılsama olsun olmasın, bilincimizde dolaysız olarak nasıl göründüklerinden emin olabiliriz. Nesnelere, kendi için şeyler değil de bilinç tarafından konumlanan veyâ "amaçlanan"şeyler olarak bakılabilir. Her türlü bilinç, bir "şey"in bilincidir: Düşünürken, "ben" düşüncemin belli bir nesneye "yönelik" olduğunu bilirim. Düşünce edimi (faaliyeti) ve düşüncenin nesnesi içsel olarak ilişkili ve karşılıklı olarak bağımlıdır. Benim bilincim dünyanın edilgin (pasif) biçimde keşfedilmesinden ibâret değildir, onu oluşturur veyâ "amaçlar". Şu hâlde kesinliğe varmak için, herşeyden önce bizim dolaysız yaşantımızın dışında kalan herşeyi görmezlikten gelmeli veyâ "paranteze almalıyız"; dış dünyayı yalnızca kendi bilincimizin içeriklerine indirgemeliyiz. "Fenomenolojik indirgeme" adı verilen bu indirgeme Husserl'in ilk önemli adımıdır. Bilince "içkin" olmayan herşey kesinlikle dışlanmalıdır; tüm gerçeklikler bizim zihnimizdeki görünüşlerine göre saf "fenomenler" olarak ele alınmalıdır ve kendisinden yola çıkabileceğimiz tek kesin veri de budur. Husserl'in, felsefî yöntemine verdiği isim "fenomenoloji" bu ısrardan kaynaklanır. Fenomenoloji, saf fenomenler bilimidir.
Ancak, bu da sorunları çözmez. Çünkü zihnimizin içeriklerini tarayınca belki de kaotik bir bilinç akımı, olguların gelişigüzel akışının ötesinde bir şeye rastlamayız ve dolayısıyla da kesinliği bunun üzerinde temellendiremeyiz. Oysa ki, Husserl'in ilgilendiği saf fenomen türü, keyfî bireysel tikellerden ötede bir şeydir. Genel "özler" sistemidir, çünkü fenomenoloji, imgelemdeki her nesneyi, o nesnenin değişmezini bulana kadar değiştirir. Fenomenolojik bilgiye sunulan, örneğin kıskançlığın veyâ kırmızı rengin yaşantısı değil, bu nesnelerin kıskançlık veyâ kırmızılık gibi evrensel tipleri veyâ özleridir. Bir fenomeni tümüyle ve saf olarak kavrayabilmek, ondaki değişmezi ve özsel olanı kavramak demektir.
Fenomenoloji, ne bireylerin keyfî, bölük pörçük yaşantılarıyla ilgilenen bir ampirisizm biçimiydi ne de yalnızca bu bireylerin gözlemlenebilir zihin süreçlerini araştıran bir çeşit "psikolojizm"di. Fenomenoloji bilincin yapılarını ortaya koyduğunu ve bu edimiyle fenomenlerin kendilerini de ortaya koyduğunu iddia ediyordu. Son tahlilde, fenomenoloji bir "metodik idealizm" biçimidir. O, insan öznesini yeniden dünyanın merkezine yerleştirerek acılı bir tarihî soruna düşsel bir çözüm sağladı.
Fesleğen: Βασιλικός (Vasilikôs): Kral. Kral'a ait, krallara layık yiyecek anlamında. Bir bitki, kralotu, Kırkbudak.
Fıçı: Βυτίον (Vitîon) veya Φουτίον (Futîon).
Fındık: Φουντούκι (Fundûkia). Pondus (Ποντος-Güzel Deniz) kelimesinden türemiş olup, Pondus'tan gelen anlamını taşır. Pondus, Yunan mitolojisinde Gaia (Gaya, Gea)'nın yani "Yeryüzü"nün (toprağın) çocuklarından biri olup, "güzel deniz" anlamına gelmektedir. Eski Yunanlar, fındığa, Pondus Cevizi anlamına gelen "Καρύδι Ποντιακα" (Karîdi Pondiaka) derlerdi. Yine Yunanca "Ποντικι" (Po-n-diki) kelimesi fâre anlamına gelmekte olup, "Pondus'tan gelenle birlikte" anlamındadır çünkü Trabzon limanından yüklenen fındıkların arasına karışan fareler de, fındıklarla birlikte Yunan limanlarına ulaşıyorlardı. Türkçe'de fındık fâresi olarak bilinen küçük bir fare türünün ismi de buradan mülhemdir.
Fırça: Βούρτσα (Vûrça). Fransızca'ya "Brosse", İngilizce'ye "Bross" olarak geçmiştir.
Fırın: Φούρνος (Fûrnos).
Fışkı: Φουσκι (Fuski). At veya eşek tersi.
Fidan: Φυτό (Fitô). Bitki, filiz.
Fide: Φιδές (Fidês). Eşkin / Erişkin filiz. Bu kelime de "Φυτό" (Fitô-bitki) kelimesinden evrilmiştir.
Filantropi: Φιλανθρωπία (Filanthropîa). Φίλος (Fîlos): Dost, arkadaş, sevgili-Ανθρωπος (Anthropos): İnsan. İnsan sevgisi.
Filarmoni: Φιλαρμονία (Filarmonîa). Φίλος (Fîlos): Dost, arkadaş, sevgili -Αρμονία (Armonîa): Aheng, uyum. Aheng sevgisi. Örn, Filarmoni orkestrası.
Filiz: Βλαστός (Vlastôs). Ελιξ (Eliks): Tohumdan çıkan sürgün anlamında.
Filogenesis: Φυλογενέσις (Filoyenêsis). Φυλή (Filî): Soy, sop, kabile, aşiret-Γενέσις (Yenêsis): Oluş, tekvin. Soyoluş.
Filogenetik: Φυλογενετηκη (Filogenetiki). Soyoluşsal.
Filoloji: Φιλολογία (Filologîa). Φιλο (Filo): Sevgi. Λόγος (Logos): Söz, kelâm, bilgi. Sözsevgisi. Edebî metin araştırmacılığı. Edebiyat, yazınbilim.
Filolojik: Φιλολογικός (Filologikôs). Edebî, yazınsal.
Filozof: Φιλόσοφός (Filôsofôs). Hikmetsever.
Fire: Φύρα (Fîra). Azalma, eksilme.
Fiske: Φούσκα (Fûska). Şişik, kabarık.
Fizik: Φυσική (Fisikî). Fizik bilimine değgin, doğaya değgin.
Fizyokrasi: Φυσιοκρατια (Fisiokratia). Φυσις (Fisis): Tabiat, doğa-Κρατω (Krato): idâre etmek, yönetmek, düzene koymak. Tabiatın hükümdarlığını savunan öğreti.
Fizyoloji: Φυσιολογία (Fisiologîa). Φυσις (Fisis): Tabiat-Λόγος (Lôgos): Bilim, söz, kelâm, bilgi. Doğabilim, işlevbilim.
Fizyolojik: Φυσιολογικός-ή-ό (Fisiologikôs). İşlevbilimsel, doğabilimsel.
Fizyonomi: Φυσιογνωμία (Fisiognomîa). Φυσις (Fisis): Doğa, tabiat-Γνομι (Gnomi): Bilgi. Doğa bilgisi.
Fizyonomik: Φυσιογνωμικός-ή-ό (Fisiognomikôs). Fizyonomi'ye değgin.
Fizyoterapi: Φυσικοθεραπεία (Fisikotherapîa). Fizik-tedâvi.
Fok: Φώκια (Fôkia). Bir deniz memelisi. Türkçe'de deniz ayısı olarak da ifâde edilmektedir.
Folluk: Φωλιά (Foliâ). Yuva.
Fonetik: Φωνητική (Fonitikî). Sese değgin.
Fonograf: Φωνόγραφος (Fonôgrafos). Φωνή (Fonî): Ses-Γραφω (Grafo): Yazmak. Ses kaydı yapan bir aygıt.
Fonografik: Φωνογραφικός (Fonografikôs). Seskayıtsal.
Fonogram: Φωνόγραμμα (Fonôgrama). Φωνή (Fonî): Ses-Γραμμα (Grama): Harf. Sesyazım.
Fosfor: Φωσφόρος (Fosfôros). İlk ışıyan, ilk parlayan, Işığı taşıyan, sabah yıldızı.
Fotofon: Φωτοφωνος (Fotofonos).
Fotoğraf: Φωτογραφία (Fotografîa).
Fotojeni: Φωτογένεια (Fotogênia). Fotoğrafta güzel çıkma.
Fotojenik: Φωτογένεικός (Fotogenikôs).
Funda: Φουντα (Fu-n-da). Püskül, tepelik anlamlarında.

- G -​
Galaksi: Γαλαξίας (Galaksîas). Γάλα (Ğâla): Süt- Άξια (Âksia): Değer, kıymet, liyâkat, meziyet. Süte benzer, Süt değerinde, kehkeşan, Samanyolu (Milk way).
Galata: Γαλατας (Ğalatas). Sütçü. İstanbul'un en eski semtlerinden birinin ismi.
Gangren: Γάγγραινα (Gâgrena). Vücutta bulunan bazı doku bölümlerinin ölmesi. Genellikle kan akışının azlığına bağlıdır. Kimi zaman da direkt (doğrudan) travmalara veya enfeksiyonlara (gazlı) bağlı olabilir.
Gargara: Γαργάρα (Gargâra).
Gastronomi: Γαστρονομία (Gastronomîa). Γαστηρ (Gastir): Karın, Mide-Νόμος (Nômos): Düzen, işleyiş. Kaliteli yeme-içme bilgisi.
Gaz: Χάος (Hâos). Kaos kelimesinden evrilmiş olup isim babası Van Helmont'tur. Türkçe'ye Fransızca'dan geçmiştir.
Gebre: Κοπρος (Kopros). Dışkı, Kemre, gübre.
Gem: Χεμος (Hemos). Eski Yunanca; kontrol edebilmek amacıyla atın ağzına takılan özel aygıt.
Geniz: Γενις (Genis) veya Γναθος (Gnathos). Eski Yunanca, Altçene kemiği, çene. Gnathion: Altçenenin tam orta noktası.
Geometri: Γεωμετρία (Yeometrîa). Γεω (Yeo) veya Γη (Yi): Toprak, yeryüzü-Μετρω (Metro): Ölçmek.
Geometrik: Γεωμετρικός (Yeometrikôs).
Gen: Γενος (Genos).
Genetik: Γενέσις (Yenêsis). Oluş, tekvin. Çekirdeğin ve çekirdek dışındaki oluşumların oynadığı rolün incelenmesi.
Gerdel: Χαρδοφι (Hardofi) veya Kardofi. Ağaçtan yapılmış su kabı.
Glikoz (Glükoz): Γλυκος (Glikos). Tatlı, şeker, şekerli. Üzüm şekerinde bulunan dekstroz. Monosakkarid yapıdadır. Karbonhidratların yapısına iştirak eden şekli barsak kanalından emilerek dolaşım kanına katılır, glikojen şeklinde karaciğerde depolanır.
Gliserin: Γλυκερίνη (Glikerîni). Sentetik olarak hazırlanan veya sabun imâli sırasında yan ürün olarak elde edilen berrak, şurup görünümünde bir sıvı. Rutubet etkisi vardır.
Gnosis: Γνώσις (Gnôsis). Dinî tasarımların sezgisel bilgisi.
Gönder: Κοντάρι (Ko-n-dâri).
Gönye: Γωνια (Gonia). Köşe, açı. Köşeölçer, İletki, minkâle.
Gnosis: Γνώσις (Gnôsis). Sezgisel bilgi.
Gnostik: Γνωστικός (Gnostikôs). Bilinebilir. Felsefe ter.
Gnostisizm: Γνωστικισμός (Gnostikismôs). Bilinebilirlik öğretisi. Felsefe ter.
Grafik: Γραφικός (Grafikôs). Γραφω (Grafo): Yazmak. Bu kelimeden gelip, bir olayı veya olguyu yazım, betim yöntemiyle ifâde etme tekniği.
Grafit: Γραφίτης (Grafîtis).
Grafoloji: Γραφολογία (Grafologîa). Yazıbilim.
Gramer: Γραμματική (Gramatikî). Önce Fransızca'ya (Grammaıre) oradan da Türkçe'ye girmiştir.
Gramofon: Γραμμόφωνο (Gramôfono). Bir müzik âleti, Ses-yazar.
Gübre: Κοπρος (Kopros). Dışkı, Gaita.
Güderi: Kουδαρίον (Kudarîon). Koyun gönü, deri.
Güğüm: Kουκουμίον (Kukumîon). Küçük kazan, su kabı.

- H -​
Halat: Χαλος (Halos). Eski Yunanca, ip, urgan.
Halojen: Αλογονο (Alogono). ¨Αλαξ (Âlaks): Eski Yunanca, tuz-Γονο (Gono): Oluş, olma, tekvin. Metal olmayan kimyevî element. Örn. Brom, Klor.
Hamarat: Ευμαρες (Evmares). Becerikli, başarılı, işbilir.
Harita: Χάρτης (Hârtis).
Havyar: Χαβιάρι (Haviâri). Balık yumurtası. Bir diğer iddiaya göre, Farsça, "Hâye" (yumurta) ve "Var" (gibi) kelimelerinden oluşmuştur ve "yumurta gibi" anlamına gelmektedir.
Hedonizm: Ηδονισμος (İdonismos). Ηδονή (İdonî): Haz, zevk, sefa, eğlence. Felsefe terimi olarak, Hazcılık.
Hegemonik: Hγεμονικός (İgemonikôs). Egemen, hâkim.
Hegemonya: Hγεμονία (İgemonîa). Egemenlik. Hâkimiyet.
Hektar: Eκτάριο (Ektârio). Bir yüzey ölçüsü birimi. Έκατόν (Êkatôn): Yüz (100) kökünden.
Helenik: Έλληνικός (Êlinikôs). Büyük İskender (Mεγας Αλεξανδρος-Megas Aleksandros) öncesi Yunan kültürüne değgin.
Helenistik: Έλληνιστικη (Êlinistiki). Büyük İskender sonrası Yunan kültürüne değgin.
Helenizm: Ελληνισμός (Elinismôs). Yunan mefkûresinin ve kültürünün yaygınlaştırılmasını öngören öğreti.
Helezon: Έλικας (Êlikas). Heliks.
Helikopter: Eλικόπτερο (Elikôptera). Έλικας (Êlikas): Helezon-Πτερό (Pterô): Kanat. Helezon-kanatlı.
Heliks: Έλικας (Êlikas). Helezon.
Hellim: Χελλουμι (Helumi). Kıbrıs adasında üretilen bir tür peynir.
Helyum: Ήλιος (İlios). Güneş. Güneş kelimesinden. Bir kimyevî element, asal gazlar sınıfından. He.
Hematit: Αιματίτης (Ematîtis). Bir cins değerli taş.
Hemofili: Aιμοφιλία (Emofilîa). Aιμα (Ema): Kan-Φιλία (Filîa): Sevme, temâyül. Kanamaya meyil, kanamaya temâyül. Bir kan hastalığı. Antihemofilik (Hemofili karşıtı) globülin faktör (8. Faktör) eksikliği. Kalıtsaldır.
Hemoroid: Aιμορροϊδες (Emoroides). Αιμα (Ema): Kan-Ρεω (Reo): Akmak. Bâsur. Anal bölgede bulunan toplardamarların genişlemesi (variköz değişiklik) ve buna bağlı kanamaların ortaya çıkması.
Hendek: Χανδάκι (Ha-n-dâki). Çukur.
Hepatit: Yπατίτις (İpatîtis), Yπατίτιδα (İpatîtida). Υπαρ (İpar): Karaciğer-Ειτις (İtis): İltihabî durum. Karaciğer iltihâbı, yangısı.
Heretik: Aιρετικός-ή-ό (Eretikôs). Felsefe ter. Yerleşik Kilise dogmalarına karşı çıkan, onlarla çatışan. Günâhkâr, sapkın.
Hermenetik: Ερμηνευτική (Ermenetikî). Yorumbilim.
Hermetik: Ερμητικός (Ermitikôs). Yunan ilâhı Hermes'e (Ερμης-Ermis) değgin. Gizemsel, büyüsel.
Hermetizm: Ερμητισμός (Ermitismôs). Yunan ilâhı Hermes'le (Ερμης-Ermis) ilgili olan. Gizemcilik, büyücülük.
Herpetoloji: Ερπετολογία (Erpetologîa). Sürüngenbilim.
Hesikazm: Ησυχασμός (İsihasmôs). "Ήσυχια" (İsihia): Rahatlık, sükûnet. Anlam genişlemesiyle ve din terimi olarak, inzivaya çekilmek. Keşişlerin manastıra çekilmesi.
Heterodiyejetik: Eτεροδιηγητικός (Eterodiigitikôs). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki, farklı- "Διηγούμαι" (Diigûme): Anlatmak. Εdebiyat terimi. Kendisi anlatıda görünmeyen.
Heterodoks: Eτερόδοξος-η-ο (Eterôdoksos). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki Farklı-Δόξα (Dôksa): Kanâat, kanı. Farklı yollara / duruşlara sahip olan. Orthodoks karşıtı. Felsefe terimi.
Heterogami: Ετερογαμία (Eterogamîa). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki, farklı-"Γάμος" (Ğâmos): Evlilik, düğün. Farklı eşlilik.
Heterojen: Eτερογενικός-ή-ό (Eterogenikôs). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki, farklı-"Γονο" (Gono): Oluş, tekvin. Farklı oluşlara sahip olan, farklı kökenden olan, kaynağı-menşei başka olan.
Heterolog: Ετερολογος (Eterologos). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki, farklı- "Λόγος" (Lôgos): Kelam, bilgi, bilim. Başka başka kaynaklara-bilgilere ait olan.
Heyyula: Ύλη (İli). Madde. Bu kelimesinden türetilmiştir. Türkçe'ye Arapça'dan geçen bu kavram İslâm düşüncesinde "Ruh" kavramının zıddı olarak kullanılmış, daha ziyâde Neo-Platonien (Yeni Platoncu) felsefenin gelişimiyle yayılmış, sonraları yerini özdek kavramına bırakmıştır. İslâm'da "Hyle" (İli), diriliğin, canlılığın karşıtıdır. Ruh, Hyle'nin dışında ve özgün bir varlıktır. Anlam genişlemesiyle, çocukları korkutmak için de kullanılmış ve "umacı", "dev" veya "hortlak" anlamlarını yüklenmiştir.
Hıristiyan: Χριστιανός(Hristianôs). Χριστός (Hristôs-Mesih) adından mülhem. İsevî, Hz. İsa'ya (Ιησούς Χριστός-İisûs Hristôs / İsâ Mesih) inanan. "Hristo" kelimesinin kökeni bir görüşe göre, "Χρίσμα" (Hrîsma) sözcüğüdür ve "Mukaddes yağ" veya "bu yağla takdis etme" mânâlarına gelir. Bu anlamda "Hristos", mukaddes yağ ile kutsanmış mânâsını yüklenir. Diğer bir görüşe göre ise, "Χρηστός" (Hristôs) kelimesinden gelmektedir ki, mânâsı "İyi, namuslu"dur.
Hıristiyanizm: Χριστιανισμός (Hristiyanismôs). Hz. İsâ'ya inananların tâkib ettiği yol. Hristiyanlık, Hristiyanlık ideolojisi.
Hırnap: Χαρούπι (Harûpi). Keçiboynuzu.
Hidrodinamik: Yδροδυναμικός-ή-ό (İdrodinamikôs). Su kuvvetine değgin.
Hidroelektrik: Yδροηλεκτρικός-ή-ό (İdroelektrikôs). Su'dan elektrik elde edilmesi. Su kuvvetiyle elektrik elde edilmesi.
Hidrofil: Yδρόφιλος-η-ο (İdrôfilos). Υδρο (İdro): Su, sıvı-Φιλος (Filos): Dost, sevgili, arkadaş. Su sever, sıvı sever, sıvıcıl.
Hidrofon: Yδρόφωνο (İdrôfono). Υδρο (İdro): Su, sıvı-Φωνή (Fonî): Ses. Denizaltı dinleme cihazı.
Hidrofor: Υδρόφορο (İdrôforo). Υδρο (İdro): Su, sıvı-Φορευω (Forevo): Taşımak. Su taşıyıcı.
Hidrografi: Yδρογραφία (İdrografîa). Υδρο (İdro): Su, sıvı-Γραφω (Grafo): Yazmak. Su (deniz) yazım, su (deniz) tablosu.
Hidrojen: Yδρογενής-ής-ές (İdrogenîs) veya Υδρογόνο (İdrogôno). Υδρο (İdro): Su, sıvı- Γενης (Genis / Yenis): Oluş, tekvin. Su oluşlu, su kökenli anlamında. Bir kimyevî element. H
Hidrometre: Υδρόμετρον (Hidrômetron). Υδρο (İdro): Su, sıvı- Μετρω (Metro): Ölçmek. Suölçer, sıvıölçer. Sıvıların özgül ağırlıkklarının saptanmasında kullanılan bir aygıt.
Hidrosfer: Υδρόσφαιρα (İdrôsfera). Υδρο (İdro): Su, sıvı- Σφαιρα (Sfera): Küre. Suküre.
Hijyen: Υγεία (İgîa). Sağlık, Sıhhat, Âfiyet.
Ηijyenik: Yγιεινός (İgiinôs). Sağlıklı, sıhhî.
Hilomorfizm: Yλομορφισμός (İlomorfismôs). Ύλη (İli): Madde, özdek-Μορφος (Morfos): Şekil, biçim. Maddenin (özdeğin), evrenin ilk prensibi ile özdeşleştirilmesi öğretisi, madde-biçimcilik. Felsefe terimi.
Ηiloteizm: Υλοθεισμός (İlotheismôs). Ύλη (İli): Madde, özdek-Θεός (Theôs): İlâh. İlâh'ı madde olarak kabul eden öğreti, Madde-ilâhçılık. Felsefe terimi.
Hilozoizm: Yλοζωισμός (İlozoismôs). Ύλη (İli): Μadde, özdek- ζωή (Zoî): Hayat, can. Madde-canlıcılık. Maddenin kendi dirimsellik (canlılık) öğesini kapsadığını ileri süren öğreti. Felsefe terimi.
Himen: Υμένας (İmênas). Vajina'nın girişinde bulunan zarsı oluşum. Kızlık zarı, bekâret zarı. Υμέναιον (İmêneon): Eski Yunanca'da, evlilik şarkısı.
Hiperbol: Yπερβολή (İpervolî). Yπέρ (İpêr): Yüksek – βολή (Bolî), βάλλω (Vâlo): Atmak, fırlatmak. Yükseğe atmak anlamında. Bir matematik terimi.
Hipermetropi: Υπερμετροπια (İpermetropia). Υπέρ (İpêr): Yüksek-Μετρο (Metro): Ölçü-Οψις (Opsis): Görme, görüş. Gözün ışığı hatalı kırması nedeniyle, yakını görememe şeklinde beliren görme kusuru. Işık huzmeleri, retina tabakasının üzerinde değil, arka kısmına isâbet eden bir yerde odaklanır.
Hipnotik: Yπνωτικός-ή-ό (İpnotikôs). Hipnoza değgin.
Ηipnotizm: Yπνωτισμός (İpnotismôs). Ϋπνος (İpnos): Uyku. Telkin yöntemiyle bir kişiyi uyutma eylemi, bunu itiyat hâline getirme, Belirleyici metod olarak ortaya koyma.
Hipnoz: Ύπνωσις veya Ύπνωση (İpnosis, İpnosi). Yunan Mitolojisi'ndeki Uyku tanrısı, İpnos'tan mülhem. Kişinin telkin yöntemiyle uyutulması.
Hipodrom: Iπποδρομία (İpodromîo). Ιππος (İpos): At- Δρομος (Dromos): Yol: Atyolu. Atyarışlarının yapıldığı alan.
Hipopotam: Iπποπόταμος (İpopôtamos). Ιππος (İpos): At- Ποταμος (Potamos): Nehir, Akarsu. Nehir atı, Su aygırı.
Hipotenüs: Υπότεινουσα (İpôtinusa). Υπό (İpô): Alt- Tείνω (Tîno): Germek. Bir matematik terimi.
Hipotetik: Yποθετικός (İpothetikôs). Farazî, varsayıma değgin.
Hipotez: Yπόθεση (İpôthesi). Υπό (İpô): Alt-Θεσις (Thesis): Tez, sav. Faraziyye, varsayım. Bilim, gerek gözlem konusu olguları birbirine bağlama, gerek bu bağları (olgusal ilişkileri) açıklama yolunda birtakım genellemelere gider. Ulaşılan genellemelerden tüm gözlem ya da deney sonuçları tarafından henüz doğrulanmamış ya da yeterince doğrulanmamış olanlara "hipotez" denir.
Histeri: Υστερία (İsterîa). Ύστερα (İstera): Son, nihaî. Ύστερον (İsteron): Son çocuk, rahim, döl yatağı. Latince'ye "Uterus" olarak geçmiştir. Bu kelimeden mülhem. Bir çeşit nevroz, kadınlarda görülür.
Ηisterik: Υστερικός (İsterikôs). Histeriye tutulmuş olan, Histeri hastası.
Hiyerarşi: Iεραρχία (İerarhîa). Ιερός (İerôs): Kutsal, mukaddes-Άρχω (Ârho): Düzene koymak, nizama koymak. Sıraerki.
Hiyeroglif: Iερογλυφία (İeroglifîa). Ιερός (İerôs): Kutsal, mukaddes- Γλειφια (Glifia): Yalama, yiv yiv oyma, yontma. Kutsal yontu.
Holizm: Oλισμός (Olismôs). ¨Ολος (Ôlos): Bütün, hepsi, cümle, ¨Ολως (Ôlos): Büsbütün, tamamıyla. Bütünün parçalarının toplamından büyük olduğu düşüncesi. Felsefe terimi.
Holografik: Oλόγραφικός-ή-ό (Olôgrafikôs). ¨Ολος (Ôlos): Bütün, hepsi, cümle- Γραφω (Grafo): Yazmak. Bir bütün hâlde yazım, bütünyazımsal.
Hologram: Oλόγραμμα (Olôgramma). ¨Ολος (Ôlos): Bütün, hepsi, cümle-Γραμμα (Grama): Harf. Bütünyazım.
Homeopati: Oμοιοπαθητική (Omiopathitikî). Ομοιο (Omio): Eş, benzer-Παθος (Pathos): Duygu, acı, his, hastalık, dert. Hemdertlik hâli. Benzer acı, benzer duygu anlamlarında. Kuvvetli ilâçların küçük dozlarda verilmesi suretiyle uygulanan tedâvi.
Homeopatik: Oμοιοπαθητικός (Omiopathitikôs). Hemdert, benzer duyguya, acıya, derde sahip olan.
Homodiyejetik: Oμοδιηγητική. Ομοιο (Omio): Eş, benzer-"Διηγούμαι" (Diigûme): Anlatmak. Εdebiyat terimi. İlk ağızdan anlatılan hikâyelerde olduğu üzere kendi anlatısı içinde olan.
Homojen: Oμογενής-ής-ές (Omogenîs). Ομό (Omô): Eş -Γενις (Genis / Yenis): Oluş. Eşcinsli, eşoluşlu, eşkökenli, aynı cinsten olan aynı, soydan olan, hemcins.
Homolog: Oμόλογος-η-ο (Omôlogos). Ομό (Omô): Eş-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam, söz. Eş bilgili, eş sözlü, eş nitelikli.
Homonim: Oμώνυμος (Omônimos). Ομό (Omô): Eş-Όνομα (Ônoma): İsim, ad, nâm. Eşisimli, adaş.
Horismos: Χωρισμός (Horismôs). Xωρις (Horis): Hariç, dışında. Platon'un idealar dünyası ve eşya âlemi arasında yenemediği düşünülen ikiliği ifâde eder.
Hormon: Ορμόνη (Ormôni). Ορμώ (Ormô): Saldırmak, hücum etmek. Boşaltım kanalları olmayan özel bezler tarafından yapılarak kan dolaşımına verilen ve diğer dokuların fonksiyonlarını denetleyen kimyevî madde.
Horon: Χορον (Horon). Xορεύω (Horevo). Dans etmek. Bir halk dansı.
Horoskop: Ωροσκόπιο (Oroskôpio). Ωρο (Oro): Saat-Σκοπέω (Skopêo) veya Σκοπω (Skopo): Bakmak, gözlemek. Talih bakımı.
Hotoz: Χουτος (Hutos). Örtü, başlık.
Hoyrat: Χωρικος (Horikos) veya Xωριατες (Horiates). Köylü, kırsalda yaşayan. Kaba, grotesk anlamlarında.
Hörgüç: Όγκος (Ôgos).
Hubris: Ύβρις (İvris). Densizlik, kendini beğenmişlik, küstahlık, kibir. Yunan tragedyasında kişiyi kendi yıkımına götüren bir densizlik düzeyine varan hırs, kibir.
Humus: Χωμα (Homa). Toprak. Humuslu toprak kavramı da buradan gelmektedir. Güney illerinde, nohut ezmesinden yapılan bir tür yemek olan "Humus" (Hummus) kelimesi de aynı kavramdan mülhemdir.
Huni: Κωνος (Konos). Koni kelimesinden.
Hülya (Hulya): Χολή (Holî). Safra. Mâl-i Hülya: 4 unsur (kan, safra, balgam, aşk). Yunanca'dan Arapça'ya oradan da Türkçe'ye geçmiştir. Hayal, rüyâ anlamlarında da kullanılmaktadır.

- I -​
Iğrıp: Γρίπος (Grîpos). Balıkağı.
Ihlamur: Φλαμουρία (Flamurîa).
Ilgaz: Πύργος (Pîrgos). Kale, akınlardan korunmak için yapılan yer anlamında, korunak.
Ilık: Χλιαρός (Hliarôs).
Irgat: Eργάτης (Ergâtis). Amele, işçi. ¨Εργον (Êrgon): İş, Umur, eser kelimesinden gelir.
Iskarta: Σκάρτα (Skârta).
Iskarmoz: Σκαλμός (Skalmôs) veya Σκαπμός (Skabôs).
Ispatula: Σπάτουλα (Spâtula). Bir gereç.
Istaka: Στέκα (Stêka). Bilardo değneği.
Istakoz: Aστακός (Astakôs). Bir deniz canlısı.
Istarna: Στέρνα (Stêrna). Sarnıç.
Istavroz: Σταυρός (Stavrôs). Haç, sâlip.
Izgara: Σχάρα (Skâra). Yara kabuğu (skar) anlamında da kullanılır.

- İ -​
İambik: Ιαμβικός (İamvikôs). Şiirde, birincisi kısa ve ikincisi uzun olmak üzere iki heceli yapılar tarafından belirlenen vezin.
İbrik: Mπρίκι (Brîki). Esas olarak cezve anlamında kullanılmakta olup anlam genişlemesiyle bitki sulamak ya da abdest almak için kullanılan su kabı mânâsını yüklenmiştir. Farsça, "Abrîz" (Su döken, su akıtan) kelimesinden geldiği de öne sürülmüştür.
İDEA: Iδέα (İdêa). Fikir.
Dimokritos'a göre, varolduğu hâlde kendileri artık bölünemeyen ve görülemeyen "kılık"lara "idea" denir. Dimokritos buna aynı zamanda "atom" (bölünemez olan, parçalanamaz olan anlamında) adını vermiştir.
İdeal: Iδανικό (İdanikô).
İdealizm: Iδεαλισμός (İdealismôs). Mefkûrecilik.
İdeogram: Iδεόγραμμα (İdeôgram). Iδέα (İdêa): Fikir-Γραμμα (Grama): Harf. Bir fikir belirten (içeren) ve harf gibi işlev gören biçim, fikir-harf. Örn, Çince ideogramik bir dildir.
İdeokrasi: Ιδεοκρατία (İdeokratîa). Iδέα (İdêa): Fikir-Κρατω (Krato): Düzene koymak, nizam vermek, idâre etmek, yönetmek. İdeal yönetimcilik, idealistçe yönetimcilik veya idealde başarısız olmak, ideale ulaşamamak, idealden sapmak.
İdeoloji: Iδεολογία (İdeologîa). Iδέα (İdêa): Fikir-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam.
İdiot: Iδιώτης (İdiôtis). En geri zekâ düzeylerinden biri. Ίδιος (İdios): Kendi, kendisi. Ιδιώτης (İdiôtis): Tecrit edilmiş olan.
İdol: Είδωλον (İdolon). İmge, benzerlik, düşlem. Düşleri süsleyen.
İdos: Είδος (İdos). Biçem, form, çeşit, nevi, cins, tarz, suret. Örn; Elipsoid (Elips gibi, elips suretinde olan, elipse benzer).
İkasia: Εικασία (İkasîa). Benzerlik, tahmin. Εικάζω (İkâzo): Tahmin etmek, istidlâl etmek.
İklim: Κλίμα (Klîma). Yamaç, bayır, eğik anlamlarında. Önce Arapça'ya oradan da Türkçe'ye geçmiştir.
İkona: Eικών (İkôn). Resim (özellikle de kiliselerdeki dinî içerikli resim). İmge, suret, benzerlik, andırım. Είκονίζω (İkonîzo): Tasvir etmek, resim çıkarmak.
İkonoblast: Εικονοβλαστος (İkonovlastos). İkon yapıcı.
İkonografi: Eικονογραφία (İkonografîa). Simgelere uylamsal anlamlar yükleme. İkonayazım, ikonaçizim.
İkonoklast: Eικονοκλάστης (İkonoklâstis). İkon yıkıcı.
İkonoklazm: Eικονοκλασία (İkonoklasîa). İkon deviricilik, ikon yıkıcılık.
İksir: Εξαίρω (Eksero). Seçmek, ayırmak, ayıklamak. Eski dönemlerde istenilen değerli nesneyi üreteceğine inanılan hayalî bir madde. Sözgelimi, topraktan altın elde etmeye yarayan sıvı. Bir rivâyete göre, Büyük İskender "Megas Aleksandros", bu sıvıyı ele geçirmek için tâ Hindistan'a kadar gitmiştir.
İonosfer: Iονόσφαιρα (İonôsfera). İyonküre.
İncil: Εύαγγέλιον (Evagêlion). Εύ (Ev): Hoş, güzel-Άγγελια (Âgelia): Müjde, muştu. Güzel haber, muştu. Hristiyanlığın kutsal kitabı.
İpotek: Yποθήκη (İpothîki). Υπό (İpô): Alt, altında, aşağı-Θήκη (Thîki): Korunak, koruncak. Koruma altında olan.
İroni: Eιρωνεία (İronîa). Mizah, Alay, Gülmece.
İronik: Eιρωνικός-ή-ό (İronikôs). Mizahî, Alaycı.
İskambil: Σκαμπίλι (Skambîli).
İskele: Σκάλα (Skâla). Aynı zamanda merdiven mânâsına da gelir.
İskelet: Σκελετός (Skeletôs). Kakıt, kemikçatı, kerkenek.
İskemle: Σκαμνί (Skamnî).
İskete: Σκαθι (Skathi). Serçegillerden ötücü bir kuş.
İskorpit: Σκορπίνα (Skorpîna). Bir tür balık, Çarpan.
İspari: Σπάρος (Spâros). Bir tür balık.
İspati: Σπαθί (Spathî). Kılıç anlamında. İskambil'de bir kâğıt grubu; Sinek. Kürek kemiği anlamına da gelmektedir.
İspinoz: Σπίνος (Spînos). Serçegillerden ötücü bir tür kuş.
İstatistik: Στατιστική (Statistikî).
İstavrit: Σταβρίδη (Stavrîdi). Bir tür balık.
İstif: Στοιβα (Stiva). Katman, tabaka, kat kat yerleştirme.
İstiridye: Στρείδι (Strîdi). Bir deniz canlısı.
İşkil: Σκύλος (Skîlos). Skîlos (Köpek) kelimesinden türetilmiş olup anlam genişlemesiyle, şüphe, kuşku, huylanma anlamlarını yüklenmiştir. Polonyalı gezgin Simeon'un "Seyahatnâme" adlı eserinde, 16-17.yy'da Anadolu'da yaşayan Yunanlar'ın, iyi geçinemedikleri Ermeniler'e "İşkil" dediklerini yazmaktadır.
İyon: Ιον (İon). Elektroliz sırasında anod veya katoda doğru giden elektrik yüklü atom.
İyot: Ιώδιον (İôdion). Menekşe, Eflâtun-leylak renkli anlamında. Bir kimyevî element. Simgesi I.
İzobar: Ισοβαρύς (İzovarîs). Ισο (İso): Eşit, eş- Βαρύς (Varîs): Ağırlıklı. Εşağırlıklı, denk ağırlıklı.
İzohips: Ισοϋψής (İsoîpsîs). Ισο (İso): Eşit, eş-Υψής (İpsîs): Yükselti. Eşyükselti.
İzotop: Iσότοπο (İsôtopo). Ισο (İso): Eşit, eş-Tοπος (Topos): Yer, mahâl. Aynı elementin, kimyevî özellikleri aynı olan ancak fizikî özellikleri değişen, iki veya daha çok biçimi.
İzotopi: Iσοτοπία (İsotopîa). İzotop olma hâli.
İzmarit: Σμαρίς (Smarîs). Bir tür balık.

- J -​
Jeodezi: Γεωδαισικός (Yeodesikôs). Γη (Yi) veya Γεω (Yeo): Yeryüzü,toprak- Δαίω (Deo): Bölmek. Yerküreyi katmanlarına bölmek suretiyle incelemek, araştırmak. Yerbölüm.
Jeofizik: Γεωφυσική (Yeofisikî). Γη (Yi) veya Γεω (Yeo): Yeryüzü,toprak-Φυσις (Fizis): Tabiat, doğa, fizik. Yer fiziği.
Jeoloji: Γεωλογία (Yeologîa): Γη (Yi) veya Γεω (Yeo): Yeryüzü,toprak-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Yerbilim.
Jeomorfoloji: Γεωμορφολογία (Yeomorfologîa). Γη (Yi) veya Γεω (Yeo): Yeryüzü,toprak- Μορφος (Morfos): Şekil, biçim-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Yer şekilleri bilimi.
Jimnastik: Γυμναστική (Gimnastikî / Yimnastikî). Γυμνός (Gimnôs): Çıplak. Bir spor dalı. Eski Yunan'da sporcular çıplak olarak yarışmalara katılırdı. Bu nedenle bu isim verilmiştir.
Jiroskop: Γυροσκόπιο (Yiroskôpia). Γυρο (Yiro): Dönen-Σκοπω (Skopo): Bakmak, gözlemek.

-K -​
Kadırga: Kάτεργον (Kâtergon). Kürekli, yelkenli bir gemi.
Kadmiyum: Καδμεια (Kadmia). Bir kimyevî element (Çinko karbonat olarak da adlandırılmaktadır). Cd.
Kafa: Kεφάλι (Kefâli) veya Κέφαλος (Kêfalos).
Kahkaha: Kαγχασμός (Kaghasmôs).
Kaka: Kακός-ή-ό (Kakôs, kaki, kako). Kötü, fenâ. Türkçe'de dışkı anlamında da kullanılır.
Kakofoni: Kακοφωνία (Kakofonîa). Kötü ses, kulak tırmalayıcı, kalitesiz ses.
Kalafat: Kαλαφατίζω (Kalafatîzo). Onarmak, bakıma almak. Gemilerin, özellikle de güvertelerinin kalafatlanması, bakılıp onarılması, ziftlenmesi.
Kalamar: Kαλαμάρι (Kalamâri). Bir deniz canlısı.
Kaldırım: Kαλντερίμι (Kalderîmi). Kαλός (Kalôs): Güzel, iyi- Δρόμος (Drômos): Yol. Güzel yol.
Kaleidoskop: Kαλειδοσκόπιο (Kalidoskôpio).
Kaligraf: Kαλλιγράφος (Kaligrâfos). Kαλός (Kalôs): Güzel, iyi- Γραφω (Grafo): Yazmak. Hâttat.
Kaligrafi: Kαλλιγραφία (Kaligrafîa). Καλός (Kalôs). Güzel-Γραφω (Grafo): Yazmak, yazım. Güzel yazı. Hât.
Kalkan: Kαλκάνι (Kalkâni). Bir tür balık.
Kambur: Καμπουρις (Kaburis). Bükük, eğri, tümsek, çıkıntı.
Kamış: Χαλαμός (Halamôs). Saz, kamış. Kalamış kelimesi de buradan türetilmiştir.
Kampana: Kαμπάνα (Kabâna). Büyük çan, kilise çanı.
Kamsela: Χλαμης (Hlamis). Yağmurluk.
Kanape: Χονοπειον (Honopion). Cibinlik, içinde oturulan yer, nesne. Yunanca'dan Fransızca'ya "Canapé" olarak geçmiş, oradan da Türkçe'ye girmiştir. Anlam genişlemesiyle, koltukla sinonim (eşanlamlı) olarak da kullanılmaktadır.
Kancık: Χανοδία (Hanodîa) veya Χανδης (Handis). Dişi köpek. Lâtince'ye "Cane" olarak geçmiş, oradan da Türkçe'ye girmiştir. Bir köpek cinsi olan "Caniche" (Kaniş) sözcüğünün kökeni de budur.
Kandil: Kανδήλα (Ka-n-dîla).
Kantaron: Kάνθαρος (Kântharos). Bir bitki ve böcek türü (Spanish Beetle). Bir rivâyete göre, Herakles'in (İraklis, Herkül) ayağında çıkan bir yaranın iyileştirilmesi için bu bitki kullanılmıştır. Kentavrion olarak da adlandırılır. Arapça'ya da, Haşişe't-ül Kantaryon olarak geçmiştir.
Kanun: Kανόνι (Kanôni). Düzen, Nizâm, yasa.
KAOS: Χάος (Hâos). Kaos, kimi mitologlara göre Allah'ın tâ kendisi, kimilerine göre "Töz", yani "idea" veya "cevher"dir, kimilerine göre ise "Temel İlke" (Principe Essentielle) dir. Bazı uzmanlar "Ex Nihilo" (Hiçlikten, yoktan) yaratmayı kabul etmezler. Buna göre bir İlâh yoktur ve Kainât yoktan varedilmemiştir. Diğer uzmanlar ise, Evren'in "YOK" tan varedildiğini ve bu anlamda "Temel Prensip" in "Khaos" yani "düzenin tâ kendisi" olduğunu iddia ederler.
Etimolojik olarak Kaos kelimesi, yunanca "χαίνω" (Heno: açık olmak) kökünden gelir. Hesiodos, Kaos'u "Uçsuz bucaksız uzay" olarak tanımlamaktadır. Uzay, ancak asla bir "düzensizliği içermeyen uzay". Bunu mutlaka vurgulamak gerekir. Kaos kesinlikle düzensizlik anlamı içermez. Bunda ısrar edenler zırvalamakta olduklarını bilmek zorundalar. Ovidius'a göre ise, Kaos "İlkel Madde" veya "Güdük maddecik" dir (Rudis indigestaque moles). Aristoteles'e göre Kaos, "Uzay Boşluğu"dur. Yine Hesiodos, Kaos'u, "Γενεσις" (Oluş, Tekvin) olarak da tanımlar. Aristofanes, "Kuşlar" adlı ünlü eserinde şöyle yazamaktadır: "Başlangıçta Kaos, Gece, Kara Erevius ve uçsuz bucaksız Tartaros vardı". Burada Kaos'tan kasıt "Kelâm", Gece'den kasıt "altında ve üstünde hava bulunmayan vakum veya ÂMÂ", Kara Erevius'tan kasıt "Zulmet " ve Tartaros'tan kasıt "Uzay boşluğu veya Ether"dir. Yuhanna İncili de, "Başlangıçta kelâm vardı" diye başlamaktadır. Bu kelâm "Allah Kelâmı: Kelâmullah"tır. Aristofanes'de, 4'lü bir ilkeler manzumesi görülmektedir. Kaos'un yanısıra diğer üç ilkeyi de başa koyar. Hesiodos ise Kaos'u, tek ve biricik ilke olarak ele alır ve onu tâkiben de, "Yeryüzü" (Dünya) ve "Aşk" ilkelerini ortaya koyar. Aristofanes'e göre ise, ilk dört ilke mevcutken Yeryüzü, Hava ve Gökyüzü henüz mevcut değildir. Gece ilkesi bir "yumurta" ya hayat verir ve onu "Erevius'un (Zulmet'in) sonsuz sinesi"nde yeşertir. Bu yumurtadan "Eros" (Aşk) eşdeyişle "Cazibe ilkesi" neşet eder.
Hesiodos'ta işleyiş şöyledir: Aşk, "Erevius"a ve "Gece"ye hayat verir. Gece'den, "Ether" ve "Gün" neşet eder. Ether, uzay boşluğunu doldurduğu kabul edilen "akışkan töz"dür. Bu, 4 temel unsur olan hava, su, ateş ve topraktan balka bir beşinci unsur olarak da düşünülmüştür. Kelime yunanca, "Αιθω" (yanmak) kökünden gelir. Günümüzde ise böyle bir unsura gerek kalmadığı kabul edilmektedir. Yeryüzü ise, Gökyüzü'ne hayat verir.
Aristofanes'teki işleyiş: Aşk (Eros), ilk yumurtadan çıkar ve, Kaos'un kanatlarıyla, Gece'yle, Tartaros'la birleşir ve Kuşlar Soyu'na hayat verir. Aşk (Eros) bütün unsurları birleştirmeden önce, Ölümsüzler Soyu mevcut değildi. Buna göre, Yunan mitolojisinin "İlâhi varlıkları" veya "Ölümsüzler"i, Kuşlar Soyu'ndan sonra neşet ederler. Peki bu Kuşlar Soyu'nun İslâm Tasavvufu'nda bir karşılığı olabilir mi? Bu soy muhtemelen İlliyun (Alun) melekleridir. Adlandırmak gerekirse, Müdebbir, Mufassıl, Kâlem gibi melekler. Ölümsüzler'den kasıt ise, "Ölümü öldürenler" veya "Ölmeden önce ölenler" dir. Bunlar, belli bir nefs boyutuna ulaşabilmiş (Nefs-i Mutmaine) olanlardır.
Apollodoros, kainâtı direkt olarak yeryüzünden başlatır diğer deyişle evrenin merkezine dünyayı koyar (Géocentrique-Yer merkezli). Ona göre, Yeryüzü'nün atası Gaia (Γεια), Gökyüzü'nün atası ise Uranos (Ουρανος) tur. Gaia, Yunanca'da yer, toprak anlamındadır. Toprağın doğurganlığına ithâfen Apollodoros, merkeze yeryüzünü (toprağı) koyar. Gayya kelimesi ise Cehennem'in en uç alanını, "Cehennem'in Dibi"ni ifâde etmektedir. Bu iki kavram arasında kuvvetle muhtemelen bağ vardır.
Kaos kavramı, Arapça'da, Hevâ veya Âmâ kavramlarıyla karşılanır. Antik Çağ Yunan düşünürü Anaxagoras'a göre Kaos'un hâkimi en üst ve yaratıcı bilinçtir. Buna "Nous" (Νους) adı verilir.
Bazı üstadlara göre, Kaos'tan sonra yeryüzü (Gaia) ve yeryüzünden de gökyüzü (Uranos) doğar. Dikkat edilirse, yeryüzü, gökyüzünün önünde ele alınmaktadır. Daha sonra ise Yeryüzü ile Gökyüzü birleşmektedirler. Toprağın (Yeryüzü) diğer çocukları ise, Dağlar ve Deniz (Pondus, Pontos) dir. Gökyüzü ise Titanlar soyunu verir: Okeanos (Okyanus), Kios (Κοίος), Krios (Κρίος), Hyperion (Ηπέρίον), Japetos (Ιαπέτος), Theia (Θεία), Rheia (Ρεία), Mnemosin (Μνειμοσην) [diğer adı Evribies (Ευριβις)], Foibe (Φοίβει), , Themis (Θεμης), Tethis (Tεθης), Kronos (Χρονος).
Kaotik: Xαοτικός-ή-ό (Haotikôs). Kaos'a değgin, Kaos'la ilişkili.
Kapari: Κάππαρη (Kâpari). Gebreotu, kapari.
Karaf: Kαράφα (Karâfa). Sürâhî.
Karakter: Xαρακτήρας (Haraktîras).
Karakteroloji: Xαρακτηρολογία (Haraktiriologîa). Karakterbilim. Fransızca'da "harf" anlamında da kullanılır.
Karanfil: Γαρύφαλλο (Garîfalo).
Karavana: Χαριβανός (Harivanôs). Büyük yemek kabı.

- M -​
Madalya: Μέταλλιο (Mêtalio). Mâden'den mütevellit, mâdenî olan. Fransızca'ya "Médaille" (Mêday) olarak geçmiş, oradan da Türkçe'ye girmiştir.
Madrabaz: Mεταπράτης (Metaprâtis).
Mağara: Μεγαρον (Megaron). Oda, Ev, oturulan mekân. Anlam genişlemesiyle, in, büyük oyuk, büyük kovuk mânâlarını yüklenmiştir.
Magnezyum:Mαγνήσιο (Magnîsio). Thessalia'da bir bölge ismi. Bir tür kimyevî element. Mg. (Manisa ilinin ismi de bu kelimeden gelmektedir).
Makina: Μεχος (Mehos): Araç.
Makroskopik: Μακροσκοπος (Makroskopos). Μακρος (Makros): Büyük-Σκοπω (Skopo): Bakmak, muâyene etmek. Çıplak gözle görülebilen, büyük. Mikroskopik'in zıddı.
Maltız: Αμάλθεια (Amâlthia). Yunan mitolojisinde adı geçen bir keçi. Zeus, onun sütüyle beslenmiş, Athina ise, onun postundan yapılmış bir elbise giymiştir. Özellikle Güney Marmara bölgesinde bulunan bir keçi türü.
Manastır:Mοναστήρι (Monastîri). Μοναχός (Monahôs): Keşiş. Mονή (Monî): Manastır. Temel kök ise, "Μόνο" (Môno): Tek, yalnız kelimesidir.
Manav: Μανάβης (Manâvis). Manav, yemişçi.
Mancınık: Μηχανική (Mihanikî). Mekanik. Devinen, ileri-gri giden. Anlam genişlemesiyle, eski dönemlerde kullanılan bir savaş gereci.
Mandal: Μανταλος (Ma-n-dalos). Sürgü.
Mandra: Mάνδρι (Mâ-n-dri). Ağıl.
Manganez: Μαγνης (Magnis). Çekim, cazibe. Mıknatıslı anlamında. Bir kimyevî element. Mn
Mani: Mανία (Manîa). Aşırılık, azgınlık, çılgınlık. Μαινάς (Menâs): Dionisos şenlikleri sırasında danseden ve kendinden geçen topluluk, aynı zamanda transa geçtikten sonra insan kurban ederlerdi. Manîa kelimesi, Psikiyatri terimi olarak kullanılır ve "çılgınlık", "delilik", "azgınlık" gibi mânâlar yüklenir. Terimin kökeni de "Μαίνάς" (Menâs) kelimesidir.
Manik: Mανιακός-ή-ό (Maniakôs). Manyak.
Manolya: Μανόλία (Manôlîa). Bir çiçek türü.
Mantar: Mανιταρι (Manitari).
Manyetik: Mαγνητικός-ή-ό (Magnitikôs). Cazibeli, çekimli.
Manyetizma: Mαγνητισμός (Magnitismôs). Çekicilik, cezbedicilik.
Manyetofon: Mαγνητόφωνο (Magnitôfono). Μαγνητίζω (Magnitîzo): Çekmek, cezbetmek-Φωνή (Fonî): Ses. Sesçeker.
Manyetosfer: Μαγνητόσφαιρα (Magnitôsfera). Çekimküre.
Maraton:Mαραθώνας (Marathônas). Atina yakınlarında, Persler'le Yunanlar arasında büyük bir savaşın yaşandığı yer. Savaşın kazanıldığını Atina'ya bildirmek için 42 kilometre 195 metre koşan ve haberi ulaştırdıktan sonra da hayatını kaybeden erin anısına düzenlenen bir atletizm yarışması ve bir atletizm dalı.
Marul: Μαρουλι (Maruli).
Masura: Μασούρι (Masûri). Masura, bobin.
Matematik: Mαθηματικά (Mathimatikâ). "Μάθημα" (Mâthima) kelimesi, "ders, öğüt, öğretme, tedris, ibret" gibi anlamlara gelir. O da, "Μά" (Mâ): Ana ve"Θημα" (Thima) "Adım, kürsü, mimber, mihrab" mânâlarını yükleniyor. Yani, Ana kürsü, ana mimber. Anlam genişlemesiyle, Matematik bilimi.
Matiz: Mεθισος (Methisos). Esrik, sızmış, sarhoş, mest olma, bekrîlik.
Mavna: Μαούνα (Maûna).
Maydanoz: Μακεδονησης (Makedonisis). Makedonyalı, Makedon kökenli. Anlam değişimiyle, güzel kokulu bir bitki. Farsça, Mîdenuvaz (Mideye iyi gelen, mideye yararlı olan anlamındaki) kelimesinden geldiğini söyleyenler de vardır.
Maymun: Μαïμου (Maymu). Μιμος (Mimos): Öykünme, çevreye uyma, temsil. Yunanca'dan Arapça'ya, oradan Türkçe'ye geçmiştir. Arapça ve Farsça: Meymûn veyâ Meymon.
Mayna: Μαïνα (Maina).
Mazgal: Μασχαλι (Mashali). Oyuk, çukur.
Megafon: Mεγάφωνο (Megâfono). Μεγάλος (Megâlos): Büyük-Φωνή (Fonî): Ses. Sesi arttıran, büyüten cihaz.
Megalomani: Mεγαλομανία (Megalomanîa). Μεγάλος (Megâlos): Büyük-Mανία (Manîa). Aşırılık, azgınlık, çılgınlık. Büyüklük hezeyânı
Megalomanyak: Μεγαλομανιακός (Megalomaniakôs). Büyüklük hezeyânı olan.
Megapol: Μεγαπολις (Megapolis). Büyükşehir
Mekanik: Mηχανική (Mihanikî).
Mekanizma: Mηχανισμός (Mihanismôs).
Mengene: Μαγγανη (Magani).
Meningitis: Mυνηγγίτις (Minigîtis) veya Mυνηγγίτιδα (Minigîtida). Beyin zarlarının (Mυνηγγας: Minigas / Meninks) iltihâbı.
Menisküs: Μηνισκος (Miniskos). Hilâl. Diz'de bulunan yarım ay şeklindeki kıkırdak. Bir sıvı sütununun kavisli üst bölümü. Μήνα (Mîna): Ay. Latince'ye "Mensis" olarak geçmiş oradan da İngililzce'ye Month (Mans), Fransızca'ya da "Mois" (Mua) olarak girmiştir.
Menopoz: Μενοποσις (Menoposis). Μήνα (Mîna): Ay-Παυσις (Pavsis): Durma, dinme. Menstrüasyon'un (Ay Hâli, aybaşı hâli) kesilmesi. Kadınların belli bir yaştan sonra âdet görmemesi durumu.
Mermer: Mάρμαρο (Mârmaro).
Mersin: Μυρσινη (Mirsini) veya Μυρτιά (Mirtiâ). Akdeniz bölgesinde yetişen ve sürekli yeşil kalan bir ağaç. Bir balık türü, bir şehrin ismi.
Meson: Mέσο (Mêso). Orta. Mεσόνιο (Mesônio): Quantum fiziği ter. Bir tür quantik parçacık.
Metabolizma: Mεταβολισμός (Metavolismôs). Tıp ve biyoloji ter. Öğe değişimi, besi evrimi, özgerim, yapımyıkım. Anabolizma (yapım) ve katabolizma (yıkım) süreçlerinden oluşan beslenme dönüşümü bütüncül süreci.
Μetafizik: Mεταφυσικι (Metafisiki). Μετα (Meta): Sonra, öte-Φυσις (Fisis): Tabiat, doğa, Mizaç. Fizikötesi, doğaötesi.
Metafor: Mεταφορά (Μetaforâ). Taşıma, nakliyat. Edebiyat ve Felsefe terimi olarak, İğretileme, anlam taşıma.
Metal: Μεταλλιον (Metalion). Mâden.
Metapsikoloji: Mεταψυχολογία (Metapsihologîa). Μετα (Meta): Sonra, öte-Ψυχή (Psihî): Ruh, Tin-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, Kelam. Psikolojiötesi, ruhbilimötesi. Zihin ve beden arasındaki ilişki gibi görgül (ampirik) ruhbilim yasalarının ötesine giden felsefî soruların incelenmesi; ruhbilim için genel yasalar saptama girişimini öngören öğreti.
Metapsişik: Μεταψυχικι (Metapsihiki). Metapsikolojiye değgin.
Metazori: Mε το ζόρι (Me to zôri). Zorla, zorâki, Metazori.
Μeteksis: Μετεκσις (Meteksis). Katılma.
Metempsikoz: Μετεμψυχοσις (Metempsihosis). Ruhun, bir bedenden diğerine göçü (öğretisi).
Meteor: Mετεωρα (Meteora). Göktaşı
Meteorolog: Mετεωρολόγος (Meteorolôgos).
Meteoroloji: Mετεωρολογία (Meteorologîa).
Metonimi: Μετονιμία (Metonimîa). Μετα (Meta): Öte, sonra-Όνομα (Ônoma): İsim. İsim taşınması, bir kelime / kavramın zaman içinde semantik bir kaymaya uğraması.
Metre: Mέτρο (Mêtro). Bir uzunluk ölçüsü birimi.
Metrik: Mετρικός-ή-ό (Metrikôs). Metreye değgin, metreyle ilişkili olan, Örn. Antropometrik: İnsan ölçülerine değgin.
Metropol: Mητρόπολης (Mitrôpolis). Despothâne, Payitaht, başşehir. Zaman içinde büyük şehir anlamını kazanmıştır.
Metropolit: Μητρόλιτις (Mitrôpolitis). Despot, Baş idâreci, Orthodoks Hristiyanlık'ta şehrin en üst düzeydeki dinî temsilcisi, Kent kilisesi kurumunun lideri, despotu..
Mıknatıs: Μαγνήτης (Magnîtis). Çeken, cezbeden, albenili.
Midye: Mύδι (Mîdi). Kabuklu bir deniz canlısı.
Mikrobiyolog: Mικροβιολόγος (Mikroviolôgos). Minidirimbilimci.
Mikrobiyoloji: Mικροβιολογία (Mikroviologîa). Minidirimbilim.
Mikrokosmos: Mικροκοσμος (Mikrokosmos). Minievren. Çıplak gözle görülemeyen, quantik evren. Kosmos'un en küçük düzeydeki modeli.
Mikron: Μικρον (Mikron). Μικρος (Mikros): Küçük. Metrenin milyonda biri değerinde bir uzunluk ölçü birimi. "μ" (Mî) harfi ile simgelenir.
Mikrop: Mικρόβια (Mikrôvia). Μικρος (Mikros): Küçük-Βιος (Vios): Hayat. Küçük dirim, küçük canlı. Mikrop.
Mikroskop: Mικροσκόπια (Mikroskôpia). Minik canlılara bakma, minik canlıları seyretme.
Mikroskopik: Mικροσκόπικος (Mikroskôpikos). Minik canlılara bakma, minik canlıları seyretme aracı. Mikroskopiye değgin.
Mimesis: Μιμησις (Mimisis). Öykünme.
Mimik: Mιμικός-ή-ό (Mimikôs). Öykünme, çevreye uyma, temsil.
Mimoza: Μιμόσα (Mimôsa). Amber çiçeği, köseğen.
Mitoloji: Mυθολογία (Mithologîa). Esâtir, Efsâne bilgisi.
Mitomani: Μυθομανία (Mithomanîa): Μυθος (Mithos): Efsâne, esâtir-Μανία (Manîa): Aşırılık, azgınlık. Efsânelerle yaşama, efsânelere dayalı bir retoriğe sahip olma, efsâne uydurma.
Mitos (Mit): Mύθος (Mîthos). Efsâne, esâtir.
Mitroman: Μητρομανιακός (Mitromaniakôs). Μητρα (Mitra): Rahim, Uterus, döl yatağı-Μανία (Manîa): Azgınlık, çılgınlık. Histerik.
Mitromani: Μητρομανία (Mitromanîa). Μητρα (Mitra): Rahim, Uterus, döl yatağı-Μανία (Manîa): Azgınlık, çılgınlık. Histeri.
Miyosen: Μειόκαινος (Miôkenos). Jeoloji ter. Bir jeolojik dönemin ismi.
Molibden: Μόλυβδος (Môlivdos). Kurşun. Kimya ter. Bir element. Simgesi Mo.
Moloz: Μολος (Molos). Yığın.
Monad: Mονάδα (Monâda). Birim.
Monark: Mονάρχης (Monârhis). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Άρχη (Ârhi): İlk, başlangıca ait, öncel, Düzen, idâre. Mutlak, tek idâreci.
Monarşi: Μοναρχία (Monarhîa). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Aρχη (Arhi): İlk, başlangıca ait, düzen, idâre. Mutlâkiyet, Tek kişi idâresi.
Monogam: Μονογαμος (Monoğamos). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Γαμος (Ğamos): Evlilik, düğün. Tek eşli.
Monogami: Mονογαμία (Monogamîa). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Γαμος (Ğamos): Düğün, evlilik. Tek eşlilik.
Monograf: Μονογραφός (Monografôs). Mονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Γραφω (Grafo): Yazmak. Tek bir konu ile ilgilenen yazı, deneme.
Monografi: Mονογραφία (Monografîa). Mονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Γραφω (Grafo): Yazmak. Tek bir konu ile ilgili yazım, kısa imza. Paraf.
Monogram: Μονογραμμα (Monograma). Μονος (Monos): Tek-Γραμμα (Grama): Harf, betim. Tekyazım.
Monolitik: Mονολιθικός-ή-ό (Monolithikôs). Μονος (Monos): Tek- Λυσις (Lisis): Çözünüm, çözüm, erime. Tekçözümsel.
Monoliz: Mονόλυση (Monôlisi). Μονος (Monos): Tek-Λυσις (Lisis): Çözüm, çözünme, erime. Tekçözüm.
Monolog: Mονόλογος (Monôlogos). Μονος (Monos): Tek-Λόγος (Lôgos): Söz, kelâm, bilgi, bilim. Tek taraflı konuşma, dialog zıddı.
Monomani: Μονομανια (Monomania). Μονος (Monos): Tek-Μανία (Manîa): Azgınlık, aşırılık, çılgınlık. Tek bir fikre takılıp kalma, saplantılı olma, aşırı idefiks (İdefiks-Sâbit fikir'den de öte, azgınlık derecesinde tek fikirlilik).
Monopol: Μονοπωλειον (Monopolion). Μονος (Monos): Tek, bir-Πωλειο (Polıo): Hâne, ev. Tekel, inhisar.
Monoteist: Μονοθεïσμος (Monotheismos). Μονος (Monos): Tek, bir- Θεός (Theôs): İlâh, tanrı. Tektanrılı.
Monoteizm:Mονοθεϊα (Monotheia). Tektanrılılık.
Monoton: Μονοτόνος (Monotônos). Μονος (Monos): Tek, bir-Τόνος (Tônos): Kuvvet, ses, ton. Yeksenâk, tekdüze.
Monotoni: Μονοτονια (Monotοnia). Μονος (Monos): Tek, bir-Τόνος (Tônos): Kuvvet, ses, ton. Yeksenâklık, tekdüzelik.
Morfin: Μορφίνη (Morfîni). Yunan mitolojisindeki uyku tanrısı Morfeus'un isminden mülhem. Uyuşturucu ve uyutucu bir madde.
Moron: Μορον (Moron). Μορο (Moro): Bebek. En geri zekâ düzeyi. Bebek zekâsına sahip olan.
Morfoloji: Mορφολογία (Morfologîa). Μορφος (Şekil, biçim)-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Biçimbilim, Şekilbilim.
Mozaik: Μουσα (Musa). Güzel sanatların dokuz perisinden birinin ismi. Kır perisi.
Musikî (Müzik): Μουσα (Musa). Güzel sanatların dokuz perisinden birinin ismi, kır perisi. Onun isminden mülhem.
Muşmula: Μεσπιλον (Mespilon). Döngel.
Müze: Μουσεïο (Musio). Güzel sanatların dokuz perisinden biri olan Μουσα (Musa) kökünden..

- N -​
Nadas: Νεατε (Neate). Dinlenmeye, yenilenmeye bırakma, ekilmeyen, dinlendirilen toprak.
Naftalin: Ναφθαλίνη (Naftalîni).
Namus: Nόμος (Nômos). Düzen, nizam. Anlam genişlemesiyle iffet.
Narkotik: Ναρκωτικος (Narkotikos). Uyuşturucu.
Narkoz: Ναρκωσις (Narkosis). Uyuşukluk. İlaçlar tarafından meydana getirilen şuur kaybı.
Narsisizm: Νάρκισισμός (Nârkisismôs). Kendine sevdalılık, kendine âşık olma. Yunan mitolojisinde, suda kendi aksini gören ve ona aşık olan Νάρκισσος (Narkisos) isimli kahramanın isminden mülhem.
Narsi(si)st: Νάρκισσος (Nârkisos). Kendine sevdalı, kendine âşık.
Navlun: Ναβλον (Navlon). Gemi için ödenen gider, yolluk. Ναυς (Nafs): Gemi kökünden.
Nefrit: Nεφρειτις (Nefritis). Böbreklerin iltihâbı.
Neft: Ναφτη (Nafti). Sakızlı, ziftli sıvı. Petrolden veyâ ağaçlardan elde edilen ve reçineye benzeyen yapışkan bir madde.
Nekrofili: Nεκροφιλία (Nekrofilîa). Νεκρος (Nekros): Ölü-Φιλία (Filîa): Sevgi. Ölüsevicilik, ölülerden cinsî haz duyma.
Nekrofil: Nεκρόφιλος (Nekrôfilos). Ölüsevici, ölülerden cinsî haz duyan.
Nektar: Νέκταρ (Nektar). Gevser, Kevser, İlâhlar'a lâyık içecek.
Nemfomani: Nυμφομανία (Nimfomanîa). Nυμφη (Nimfi): Yunan mitolojisinde bir varlık olup "perikızı" olarak karşılanır. Tıbbî terminolojiye, Latince "Labium Minoris" (Küçük Dudak) olarak geçmiş olup, kadın cinsî organının bir bölümünü ifâde eder-Μανία (Manîa): Azgınlık, aşırılık, çılgınlık. Kadının aşırı derecede cinsî temas ihtiyacı göstermesi, aşırı şehvet.
Nemfomanyak: Nυμφομανής (Nimfomanîs). Nemfomani özellikleri gösteren.
Neodim: Νεοδυμος (Neodimos). Νεα (Nea) veya Νέος (Nêos): Yeni- Διδυμος (Didimos): İkiz. Yeni ikizler anlamında. Bir kimyevî element. Nd.
Neolojizm: Νεολογισμος (Neologismos). Νέος (Nêos): Yeni-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Kelime uydurma hastalığı. Yeni kelimeler üretme.
Neon: Νεον (Neon). Νεα (Nea): Yeni. Bir kimyevî element. Ne
Neptün: Νεπτουν (Neptun). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir gezegen.
Neptünyum: Νεπτουνίο (Neptunîo). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Np.
Nergis: Nάρκισσος (Nârkissos). Bir tür çiçek, fulya.
Nevropat: Nευροπαθής-ής-ές (Nevropathîs). Sinir derdi çeken, sinirsel bozukluğu olan, aşırı asabî kişi.
Nevrotik: Nευρωτικός (Nevrotikôs). Nevroz problemi yaşayan.
Nevroz: Nεύρωσις (Nevrosis) veya Nεύρωση (Nevrosis). Nεύρο (Nevro): Sinir-Ωσις (Osis): Durum, hâl. Hastanın farkında olduğu fakat bir türlü aşamadığı psikolojik durum. En çok ratlanan nevrozlar: Anksiyete (Sıkıntı), Histeri ve Depresyon'dur. Psikoz'da ise hasta kendi durumunun fasrkında değildir.
Niobyum: Νιοβιο (Niovio). Νιοβη (Niovi): Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Nb.
Noisis: Νοεισις (Noisis). Arı akıl, öncü akıl, ilk akıl, Nus.
Nonoş: Νουνος (Nunos). Vaftiz babası. Anlam değişmesiyle, kadınsı (efemine) erkek, eşcinsel veyâ sevimli mânâlarını yüklenmiştir.
Nostalji: Nοσταλγία (Nostalgîa). Νοστος (Nostos): Geçmiş, Mâzi-Αλγία (Algîa): Ağrı, sızı. Geçmiş ağrısı, geçmişe duyulan özlem. İştak-ı Mâzi.
NUS: Nοεισις (Noisis). İlk, devindirici akıl. Nus-theos (Νους-Θεος): Zihin-ilâh. Lâtincesi; Ratio Primum Movens. Anlık-An (zihin), Us (akıl), Ruh (Tin), zihnî ilke, ruhî ilke. Felsefe ve Hristiyanlık ter.
Ünlü Hristiyan âlimi, Şamlı Aziz Yuhanna (St. John of Damascus) şöyle der: "Nasıl ki, göz bedenin bir parçasıysa, nus (akıl) da ruhun bir parçasıdır". Buradaki nus, insana Allah tarafından bahşedilen akıl anlamındadır. Havari Aziz Paul de, "bizim nus'umuz (aklımız) Hz. İsa'nın nus'udur (aklıdır)." der. St. Makarius ise "Nus (akıl) bedenin bir parçasıdır" iddiasını savunur. St. Gregory of Nyssa (Nyssa'lı Aziz Gregor): "İnsan nus'u bedensiz bir varlık olarak, vücudun hem içinde hem dışındadır. Her tarafa eşit bir biçimde dağılmıştır. İlk organ olarak kalbi kullanmıştır" demektedir. St. Maksimus'a göre, "Ruh bilgisinin ışığı, nus'un (aklın) yaşamasından ileri gelir ve bu ışık Allah sevgisini geliştirdiğinden dolayı ilâhî Aşk'tan daha büyük birşey olamaz". Nikitas Stethatos'a göre, "Nus'un 4 kuvveti vardır: anlama, keskinlik, kavrama ve sür'at. Nus'un bu 4 kuvveti ruhun 4 genel faziletiyle birleşmek zorundadır: özgüven, yargı, adâlet ve cesaret. Anlama, özgüvenle, keskinlik yargıyla, kavrama adaletle ve sür'at cesaretle birleşmelidir. Bu, 'Ateş Arabaları'nı 'Cennetler'den geçirmeye yeter".
Anaksagoras'a göre, "nous", hareket ettirici ve amaca erdirici ilkedir ve "nous" maddîdir (madde kökenlidir). Ancak, bu, "pek ince, pek seçkin" bir maddedir. Bütün nesnelerin en arınmışı, en lâtifidir. Yalnız başına olduğunda, yalınç ve hiçbirşeyle karışmamış durumdadır. Hep kendi kendisine eşittir, kendi kendine hareket edebilen biricik maddedir. Bütün diğer varlıkların hareket ilkesidir. Evren'e egemen olan kuvvettir. Evreni harekete geçirip, oluşturması bakımından, Herakleitos'un "ateş"inin gördüğü işlevi görür. Kendi başınadır. İlk hareketi sağlayan (ilk devindirici) "nous"tur. Oluşlar, "nous"un istediği doğrultuda gerçekleşir. "nous", başlangıçta bir karmaşa (kaos) içinde bulunan "spora-spermata" (tohumlar) yığınının bir noktasında, bir çevrinti (çevirme, girdap) hareketi yaratmış ve bu hareket yavaş yavaş bütün yığını sarıp devinmelerine yol açmıştır. "nous", bilinçli ve akıllı ilkedir.
Platon'a göre, düşünme ve akıl edimleri.
Aristoteles'e göre, Teorik (Kuramsal) ve pratik (Kılgısal) düşünme gücü. Ruh neyse nous da odur.
Düşünmenin ilkesi ve gelip geçici olmayan tözü.
Plotinos'a göre, Akılla kavranan dünyanın, idealar alanının ilkesi.
Oluşu gerçekleştiren tabiî devim.
Britanyalı düşünür Bertrand Russell'a göre Nous'un ingilizce karşılığı yoktur. Belki "Logos" kavramı onun yerine kullanılabilir.
Macit Gökberk'e göre, Anaxagoras, oluşu meydana getiren ilkeye, gördüğü iş düşünce yetisininkine benzediği için nous adını verir.
Fransız filozof Georges Cogniot şöyle der: "Önceleri, Anaxagoras'ı şeylerin düzenleyicisi bir gücü kabul eder görmekle hayranlık duyan Sokrates bile, nous kuramının, gerçeğin madde dışı bir ilkeyle açıklanması olmadığını anlayınca Anaxagoras'ı reddetti".
Demokritos'a göre nous ateşten bir topraktır ve duyumların karışıklığını düzenler.
Hegel şöyle der: "Nesnel düşünce, dünyadaki us ve elbette doğal; evrensel olan işte bunlardır. Bu usun bizzat kendisi, nasıl köpek bir hayvansa ve onun tözsel yanı buysa, öylece doğada içkindir, doğanın özüdür. Böylesine bir usu içkin bulunmasaydı doğa, insanların bir sandalyeyi biçimlendirdikleri gibi, dışarıdan biçimlendirilemezdi".
Nümizmatik: Nόμισματικη (Nômismatiki): Nόμισμα (Nômisma): Akçe, para. Paraya değgin, paraya ilişkin. Parabilim.

-O-​
Oksijen: Oξυγόνο (Oksigôno). Οξυ (Oksi): Asit- Γονο (Gono): Oluş, tekvin. Asit oluşlu. Bir kimyevî element. Simgesi O.
Oksimoron: Οξιμορον (Oksimoron). Çelişkili / uyumsuz terimlerin birlikte kullanılmasıyla yaratılan bir etki. Οξυ (Oksi): Keskin, asid-Μορο (Moro): Bebek, bebeğe değgin. Örn. Öldürücü güzellik.
Oktavus: Oκτάβα (Oktâva).
Okyanus: Ωκεανός (Okeanôs). Kelime buradan mülhem. Okyanus, "O Κύανος" (O Kîanos: Mavi) anlamındadır. Kökenini ise Arapça, "Kün" (Ol) kelimesinden aldığı savı vardır. "Okyanus" kelimesinin içindeki, "kean-kian" bölümünün Arapça "Kün" (Ol) emrinden köken olduğu iddiası da ciddi bir iddiadır. Bu mânâda "Okyanus", "Ol" emriyle "varolan" mânâsını üstleniyor yani Yaratıcı'ya cevab veriyor.

Okyanusla ilgili diğer tezler:
"Ωκεια-Ναύς" (Okia-Navs). Eski Yunanca, "Ωκεια" (Okia) kelimesi "Hızlı, Sür'atli" mânâlarını yüklenmiştir. "Ναύς" (Navs) ise "Gemi" anlamına gelir. Böyle bakıldığında, Okyanus'un karşılığı "Hızlı Gemi" olmaktadır.​
"Ω-Γή-ανός" (O-yî-anôs veya O-gî-anôs). "Γή" (Yî veya Gî) modern Yunanca'da "Toprak, yeryüzü" anlamlarına gelir. Kelimenin kökeni ise "Γαια" (Gea, Gaya veya Yea) olup, mitolojide "Toprak Ana, Yeryüzü, Anaların Anası" mânâlarını yüklenmiştir. "Ουρανός" (Uranôs) ise, mitolojide "Gök tanrı" mânâsını yüklenmiş olup, günümüzde de "Gökyüzü, Asuman, Uzay" anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimelerin hepsini birarada yazdığımızda, "O-gî-anôs" veya "O-yî-anôs" kelimesine ulaşırız ki, "Göğü, yeri birarada barındıran" mânâsına ulaşılır.​
"Ω-κύανος-νησος". (O-kîanos-nisos). "Νησος" (Nisos) kelimesi yunanca "Ada" anlamındadır. Bu bağlamda "Okyanus" kelimesi "Mavi Ada" mânâsını yüklenebilmektedir.​
Nihâyet, Arapça "Künnes" (Karadelik) kelimesiyle de ilişkisi olduğu söyleniyor.​
Oligarşi: Oλιγαρχία (Oligarhîa). Όλιγον (Ôligon): Az-Άρχη (Arhi): Âρχη (Arhi): İlk, başlangıca ait, düzen, idâre. Azınlık idâresi.
Olimpiyat: Oλυμπιάδα (Olimpiâda).
Omuz: Ώμος (Ômos). Çiğin.
Onomatoloji: Oνοματολογία (Onomatologîa). Ονομα (Onoma): İsim-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. İsimbilim.
Ontogenesis: Οντογενέσις (Ondoyenêsis). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık-Γενέσις (Yenêsis): Oluş, tekvin. Varlıkoluş.
Ontogenetik: Οντογενετικη (Ondoyenetiki). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık-Γενέσις (Yenêsis): Oluş, tekvin. Varlıkoluşsal.
Ontolog: Οντολογος (Ondologos). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık- Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam.Varlıkbilimci.
Ontoloji: Οντολογία (Ondologîa). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık- Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam. Varlıkbilim.
Optik: Οπτική (Optikî). Οψις (Opsis): Görme. Görmeye değgin, görmeyle ilgili. Fizik bilimin bir dalı.
Organ: Οργανων (Organon).
Orion: Οριον (Orion). Οριον (Orion): Sınır, hudut, had. Bir yıldız kümesi.
Orkide: Ορχιδέα (Οrxidêa). Bir çiçek. Biçimi erbezine (testis) benzediği için bu adı almıştır.
Orkinos: Ορκυνος (Orkinos). Bir balık türü, büyük lüfer.
Ortanca: Oρτανσία (Ortansîa). Su meleği. Bir bitki (çiçek) ismi. Lâtincesi "Ortencia". Hristiyanlarda bir bayan ismi.
Ortodoks: Όρθοδοξία (Ôrthodoksîa). Ορθος (Orthos): Doğru, dosdoğru-Δοξα (Doksa): Kanı, kanâat. Dosdoğru kanı. Örn. Orthodoks Marksizm: Dosdoğru Marksizm veyâ Orthodoks Hristiyanlık: Dosdoğru hristiyanlık. Heterodoks'un zıddı.
Ortopedi: Όρθοπεδία (Ôrthopedîa). Όρθος (Ôrthos): Doğru, dosdoğru-Πεδίον (Pedîon): Meydan, saha, alan, düzlük. Kas-iskelet sisteminin hastalıklarıyla ilgilenen Tıp dalı.
Osmiyum: Οσμιο (Osmio). Οσμία (Osmîa): Koku. Bir kimyevî element. Os.
Oşinografi: Ωκεανογραφία (Okeanografîa). Ωκεανός (Okeanôs): Okyanus, "O Κύανος" (O Kîanos: Mavi) anlamındadır-Γραφω (Grafo): Yazmak. Okyanusbilim.
Otarşi: Aύτάρκεια (Aftârkia). Kanaat etme, kanaatkâr yönetim.
Otokrasi: Aύτοκρατορία (Aftokratorîa). İmparatorluk.
Otokratik: Aυτοκρατορικός-ή-ό (Aftokratorikôs). Emperyal, imparatorluğa değgin.
Otokton: Αύτόχθων (Aftôhthon). Yerli ahâli. Anlam genişlemesiyle, Tıp dilinde, tekâmül sıralamasına göre vücudun en eski kırmızı kas grubu. Omuriliğin her iki yanında bulunan ve derinde yer alan kaslar için kullanılan sıfat.
Otopsi: Αύτοψία (Aftopsîa).
- Ö -​
Öfemizm: Εύφημισμός (Evhemismôs). Εύ (Ef, ev): Hoş, güzel-Φήμη (Fîmi): Şan, şöhret, nâm, ün, san, tevâtür. Güzel bir şöhrete, isme, tevâtüre sahib olmak.
Öjenik: Ευγενικός (Evgenikôs). Öjenizm'e değgin.
Öjenizm: Ευγενισμος (Evgenismos). Εύ (Ef, ev): Hoş, güzel-Γονία (Oluş, tekvin). Εύγονία (Evgonia): Seçmeye dayalı yetiştirme yöntemi yoluyla insan soyunun / ırkının kalitesini yükseltme kuramı.
Ökaliptüs: Εύκάλυπτος (Efkâliptos). Ευ (Ef, Ev): Hoş, güzel- Kάλυψ (Kâlips): Gonca. Tıp'ta ve Eczacılık'ta da kullanılan bir tür bitki / ağaç.
Ökse: Οξος (Oksos). Macar üzümü. Anlam genişlemesiyle bir bitkiye verilen ad, Ökseotu.
Öreke: Ρόκα (Rôka). İplik eğirme aracı, yün veyâ pamuk eğirmede kullanılan araç. Anlam değişimiyle, argoda, "Ananın örekesi" biçiminde ağır hakaret hitâbı olarak kullanılır. Türkçe'deki "örmek" kelimesiyle bir ilgisi yoktur. Anadolu'da, Röke, Röka, Refka, Reka biçiminde söylenişleri de vardır.
Örgüt: Οργανωσις (Organosis).
Öritm: Ευρυθμος (Evrithmos). Ευ (Ev): Hoş, güzel-Ρυθμος (Rithmos): Ritm. Hoş ritm. Müziğe uygun olarak yapılan ahenkli hareketler.
Ötanazi: Ευθανατος (Evthanatos). Ευ (Ev): Hoş, güzel- Θαναθος (Thanatos): Ölüm. Tatlı ölüm, Hoş ölüm. Tıp terimi olarak, kişinin kendi irâdesiyle ölüme terkedilmesi.
Öz: Ουσία (Usia). Varlığın ilk maddesi. Ana tin.
- P -​
Paçavra: Πατσαβουρα (Paçavura).
Palamar: Παλαμάρη (Palamâri). İp, urgan, halat. Gemi halatı.
Palamut: Παλαμηδα (Palamida). Bir tür balık, ***uta.
Palamut: Βαλανηδη (Valanidi). Meşe kozalağı, pelit. Tıp terimi olarak kullanılan lâtince "glans" da bu anlamdadır.
Palaz: Πολος (Polos). Yavru, küçük kuş. Piliç.
Palikarya: Παλικαρη (Palikari). Yiğit, delikanlı, atılgan, korkusuz, civanmert. Kabadayı Yunan delikanlılarına eskiden bu ad verilirdi. Hâl-i hazırda "genç", "delikanlı" anlamlarında kullanılmaktadır.
Paleoantoloji: Παλαιοανθολογία (Paleoanthologîa). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-
Paleoantropoloji: Παλαιοανθρωπολογία (Paleoanthropologîa). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-Ανθρωπος (Anthropos): İnsan-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Kadim insanlık bilgisi, insanlık tarihi bilimi.
Paleozoik: Παλαιζωίκόν (Paleozoîkôn). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-Ζώή (Zôî): Hayat, yaşam. İnsanlığın bir dönemi.
Palladiyum: Παλλαδίο (Paladîo). Παλλας (Palas): Eski Yunanca'da mızrak anlamında. Aynı zamanda bir asteroid'e (yıldızsı) verilen ad. Bir kimyevî element. Pd
Pamuk: βαμβάκι (Vamvâki).
Pananteizm: Πανανθεισμος (Panantheısmos). "Herşey tanrıdadır" anlamında bir felsefe terimi.
Panayır: Πανήγυρις (Panîgiris). Παν (Pan): Her, bütün, hepsi-Aγυρη (Agiri): Toplanma. Toplanma yeri, dernek.
Pandispanya: Πανδτεσπάνι (Pa-n-despâni). Bir tür çörek.
Pandodinamîa: Παντοδυναμία (Pa-n-dodinamîa). Kudret-i İlâhî.
Pandomim: Παντομίμα (Pa-n-domîma). Herşeyi taklid etme.
Panhelenizm: Πανελλινισμος (Panelinismos). Παν (Pan): Her, bütün. Ελλινισμος (Elinismos): Yunancılık. Bütün Yunanlar'ın biraraya getirilmesini, bir çatı altında toplanmasını öngören ideoloji.
Pankart: Πανχαρτία (Panhartîa). Παν (Pan): Her, bütün, tek bir, tüm-Χαρτία (Hartîa): Kâğıt. Halka (kitleye) bir mesajın duyurulması amacıyla elde taşınan veyâ duvara asılan üzeri yazılı büyük kâğıt veyâ karton. Yeni Türkçe'si, "duyurmalık".
Pankreas: Πανκρατίον (Pankratîon). Παν (Pan): Her, bütün, tüm, tek bir-Kρατος (Kratos): İdâre, yönetim, devlet, kudret-kuvvet. Eski Yunan'da, güreşle yumruk döğüşünün karışımdan oluşan bir spor türü. Günümüzde, özellikle Amerika ve Avrupa'da halkı uyuşturma ve yanıltma amacıyla uygulanan bir gösteri sporu.
Pankreas: Πανκρεας (Pankreas). Παν (Pan): Her, bütün, tüm-Kρεας (Kreas): Et. Tamamı etten oluşan anlamında. Tıp ter. Endokrin (İçsalgı) ve Sindirim (Digestion) sistemine ait bir organ. Uykuluk, tümet.
Panorama: Πανόραμα (Panôrama). Παν (Pan): Her, bütün, tüm-Oραμα (Orama): Ufuk. Bütün, topyekûn ufuk.
Panoromik: Πανοραμικη (Panoramiki). Afakî, Ufkî.
Panteist: Πανθεος (Pantheos). Kamutanrıcı.
Panteizm: Πανθεïσμός (Pantheismôs). Παν (Pan): Bütün, her, tüm- Θεος (Theos): İlâh. İlâh'ın her yerde ve bütün parçalarda (zerrelerde) mevcut olduğunu ve bunların birleşmesiyle oluştuğunu ileri süren felsefî öğreti. Kamutanrıcılık. Örneğin Platon (Eflâtun) kamutanrıcı bir filozoftur. Felsefe terimi.
Panteon: Πανθεον (Pantheon). Bütün tanrıların makamı.
Papara: Παπαρα (Papara). Lâpa.
Papatya: Παπαδια (Papadia). Παπας (Papas): Papaz. Παπαδια (Papadia): Papaz'ın karısı. Bir tür çiçek. Türkçe'ye bir yanlış anlama sonucu girmiş olan bir kelimedir. Öyküsü şöyle: İki Osmanlı askeri papazın evini ziyârete gider. Kapıda papazın karısııyla karşılaşırlar. Papaz'ın evde olmadığını öğrenince, karısıyla sohbet etmeye başlarlar. Onun adını sorarlar. O da yerdeki çiçekleri işâret ederek kendisinin isminin o çiçeklerle aynı olduğunu ifâde etmeye çalışır. Yerdeki çiçeğin adı Margarita'dır. Fakat askerler bu çiçeğin ismini bilmediklerinden dolayı, o çiçeğe, "papazın karısı" anlamına gelen "Papadia" derler ve günümüze kadar böyle gelir. Koyungözü, Akbabaç.
Papaz: Παπoυς (Papus). Dede, ata. Hristiyan din adamı, rahip.
Papirus: Παπυρος (Papiros). Üzerine yazı yazılan yaprak. Aslı Koptça'dır (Kıptîce). Lât: Papirus, Fr: Papier (Papiye), İng: Paper (Peypır), Macarca: Papir (Papir), Alm: Papier (Papiyer), İtl: Papiro, İsp: Papel. Argo'da, "kâğıt para" ya da "para" olarak kullanılan "papel" kelimesi de bu kelimeden mülhemdir.
Parabol: Παραβολή (Paravolî). Παρα (Para): Etrafında, ilerisinde, ötesinde, yanında, cıvarında- Βολή (Volî): Atış, menzil. Tatbik, mukâyese, mukâbele. Bir Matematik terimi.
Parabolik: Παραβολικός (Paravolikôs). Tatbikî, mukayeseli, teşbih, temsil kâbilinden (comparatif).
Paradigma: Παραδειγμα (Paradigma). Παρα (Para): Etrafında, ilerisinde, ötesinde, yanında, cıvarında- Δείγμα (Digma): Nümûne, örnek. Örnek, model, emsal.
Paradoks: Παραδοξία (Paradoksia). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Δοξα (Doksa): Kanı, kanâat: Farklı kanı, alternatif kanı anlamında. Çelişirlik.
Paragraf: Παράγραφος (Parâgrafos). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Γραφω (Grafo): Yazmak. Yana yazma, öteye yazma anlamında.
Parakete: Παραγάδι (Paragâdi) veya Παρήστα (Parîsta). Hızölçer.
Paralaks: Παραλλαξία (Paralaksîa). Münâvebe, tahvil.
Paralel: Παραλληλία (Paralilîa). Birbirinin yanında, yanyana, koşut.
Paraloji: Παραλογία (Paralogîa). Mâkul olmayan, saçma, yanlış düşünüş.
Paralojizm: Παραλογισμός (Paralogismôs). Yanlış düşünce, herze.
Parametre: Παραμετρον (Parametron). Παρα (Para): etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Μετρον (Metron): Ölçü. Değer ölçüleri, değerlendirme ölçüleri.
Paranoya: Παρανοία (Paranoya). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında- Νόησις (Nôisis): Anlayış, idrak. Παρεννοώ (Parenoô: Yanlış anlamak) fiiliyle de ilişkilidir.
Parantez: Παρένθεση (Parênthesi). Araya alınma, idhal anlamında. Παρενθέτω (Parenthêto): Araya yere koymak, idhal etmek fiilinden mülhem.
Parapraksis: Παραπραξις (Parapraksis). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Πράξις (Prâksis): İş, hareket, sahne, perde, senet, tecrübe. Psikanaliz biliminin kurucusu olarak kabul edilen Sigmund Freud'ün güncelleştirdiği bir kavram. İzlerini bilinçdışı istek ve amaçlarda arayabileceğimiz açıklanamayan dil sürçmeleri, hafıza boşlukları, beceriksizlikler, yanlış okumalar.
Parapsikoloji: Παραψυχολογία (Parapsihologîa). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Kelam, bilim, bilgi. Pozitif psikoloji biliminin izah edemediği, onun ötesinde bulunan Ruh hâllerini ve tezâhürlerini konu edinen bilim dalı.
Parazit: Παρασιτος (Parasitos). Παρα (Para): Yanında, kenarında, civarında- Σιτος (Sitos):Yiyen, yiyici. Birlikte yiyen, yanından, kenarından, üstünden yiyen, Ekti.
Parşömen: Περγαμος (Pergamos) veyâ Περγαμηνή (Pergaminî): Bergama. Bergama derisi. Eskiden Bergama'nın, üzerine yazı yazma amaçlı kullanılan derileri ünlü olduğu için bu adı almıştır. Arapçaya parğamun veyâ pergamun olarak geçen kelime daha sonra diğer dillere yayılmıştır. Akderi.
Pasal: Πασσαλος (Pasalos). Eski Yun. Kazık. Hayvanları bağlamak için yere çakılan direk, kazık. Pasaliskos: Küçük kazık, mıh. Süğen.
Paskalya: Πασχα (Pasha). İlkbahar'da kutlanan bir Hristiyan bayramı. İbranîce Pesaşi (geçiş) kelimesinden köken aldığı sanılıyor.
Patak: Παταγει (Patagi). Eski Yun. Dövmek.
Patetik: Παθητικός (Pathitikôs). Tesirli-müessir, zimmet, edilgen-pasif, duy(gu)sal.
Patojen: Παθογονο (Pathogono). Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert-Γονο (Gono): Oluşlu. Hastalık yapıcı, hastalığa yol açıcı.
Patoloji: Παθολογία (Pathologîa). Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Sayrılıkbilim, hastalıkbilim, acıbilim, duy(g)ubilim.
Patolojik: Παθολογικός (Pathologikôs). Sayrılıkbilim'e değgin. Acılı, hastalıklı, duy(gu)sal.
Patrik: Πατριάρχης (Patriârhis). Ata, Ced, büyük. Orthodoks Kilisesi'nin başında bulunan en yüksek görevli.
Pavurya: Παγουρος (Paguros) veyâ Παγούρι (Pagûri). Bir tür iri yengeç.
Paydos: Παυω (Pavo). Durdurmak, işi bırakmak.
Pedagog: Παιδαγωγός (Pedagogôs). Çocuk eğiticisi, çocuk terbiyecisi. Παιδι (Pedi): Çocuk-Αγωγω (Agogo): Yol göstermek, yol açmak, ön açmak.
Pedagoji: Παιδαγωγία (Pedagogîa). Çocuk eğitimi, çocuk terbiyesi.
Pedagojik: Παιδαγωγικός (Pedagogikôs). Çocuk terbiyesine değgin.
Pedavra: Πέταυρον (Pêtavron).
Pederast: Παιδεραστής (Pederastîs). Παιδι (Pedi): Çocuk-Αστεία (Astîa): Şaka, latife, oynaşma. Kulampara, çocuklarla cinsî münâsebete giren kişi, Çocuksevici.
Pederasti: Παιδεραστία (Pederastîa). Παιδι (Pedi): Çocuk-Αστεία (Astîa): Şaka, latife, oynaşma. Kulamparalık, çocuklarla cinsî münâsebete girme, çocuksevicilik.
Pedofili: Παιδοφιλια (Pedofilia). Παιδι (Pedi): Çocuk-Φιλια (Filia): Sevgi, dostluk, arkadaşlık. Çocuk sevgisi. (Bu bir kişilik bozukluğu değildir, Türkiye'deki Tıp fakültelerinin kahhar çoğunluğunda gerek öğrencilere gerekse de psikiyatri asistanlarına "Pedofili" kavramı bir kişilik bozukkluğu olarak öğretilmekte / tanımlanmakta olup bu yanlıştır, doğrusu "Pederasti" olmalıdır).
Pediatri: Παιδιατρία (Pediatrîa). Παιδι (Pedi): Çocuk-Γιατρια (İatria): Tıp, hekimlik. Çocuk hekimliği.
Peksimet: Παξιμάδι (Paksimâdi).
Pelte: Πολτός (Poltôs). Ezme veyâ Farsça; Pâlûde (Paluza): Ezme'den.
Pentagram: Πενταγραμμα (Pe-n-dagramma). Πεντε (Pe-n-de): Beş- Γραμμα (Grama): Yazım, betim, harf. Beşli yazım, beşli betim.
Pentagon: Πενταγονο (Pe-n-dagono). Πεντε (Pe-n-de): Beş-Γωνια (Gonia): Köşe. Beşgen, beş köşeli. ABD Savunma Bakanlığı'nın diğer ismi.
Pentatlon: Πενταθλον (Penthatlon). Πεντε (Pe-n-de): Beş- Αθλητισμός (Athlitismôs): Atletizm. Beş değişik atletizm disiplininden oluşan bir yarışma türü. Beşli atletizm.
Pereme: Περαμε (Perame). Küçük kayık. Anlam genişlemesiyle su kabı, sal. Anlam değişimiyle, "korkutucu varlık, hayâlet" anlamında kullanılan, "peremeler tuttu" deyimi buradan türetilmiştir.
Periferik: Περιφερειακός (Periferiakôs). Περιφέρεια (Perifêria): Çevre, etraf, daire, muhit, havali. Tıp terimi olarak Periferiakos: Çevresel, mücâvir, havaliye ait, Örn. Periferik Sinir Sistemi.
Periyod: Περιοδος (Periodos). Döngü, Dönem, devre, dolaşma, âdet görme, nöbet.
Periyodik: Περιοδικός (Periodikôs). Περίοδος (Perîodos): Dolaşma, dönme, devir, nöbet, âdet görme. Döngüsel, devirsel. Yunanca'da dergi anlamında da kullanılmaktadır.
Pıhtı: Πικτή (Piktî).
Pırasa: Πρασα (Prasa). Πρασινα (Prasina): Yeşil kelimesinden mülhem. Bir tür bitki (sebze).
Pırnal: Πριναρι (Prinari) veyâ Πουρνάρι (Purnâri). Yeşil meşe. Odunu makbûl bir meşe türü. Yerici deyim olarak, "kaba" anlamında da kullanılır.
Pide: Πιττα (Pita). İtalyanca'ya da Pizza olarak geçmiştir.
Pilâki: Πλαχη (Plahi). Yahni. Kuru fasulye ve soğanla yapılan zeytinyağlı bir yemek, kuru fasulye yahnisi.
Pinti: Πινεδος (Pinedos). Eli sıkı, cimri.
Piramit: Πυραμις (Piramis). Öyük, ehram.
Pirina: Πυρήν (Pirîn). Zeytin çekirdeğinin posası ve bundan elde edilen yağ.
Pisi (balığı): Φεσση (Fesi). Bir tür balık.
Piskopos: Έπισκοπος (Êpiskopos). Επι (Epi): Üst, üstte-Σκοπός (Skopôs): Maksad, niyet, gâye, amaç, nöbetçi, gözlemci, nokta, hedef. Üst gâye, büyük gâye güden, üst noktada duran.
Pistis: Πίστις (Pistis). İmân, inanç.
Piton: Πυθονας (Pithonas). Yunan mitolojisinde, Apollon'un Delfi yakınlarında öldürdüğü yılanın isminden mülhem. Bir yılan türü.
Piyâle: Φυαλε (Fiale). Ayaksız, sapsız kap. Kadeh.
Platin: Πλατίνη (Platîni). Değerli bir metal.
Platonik: Πλατωνικός (Platonikôs). Yunan bilgesi Platon'un isminden mülhem. Düşünsel, düşsel, teorik. Örn. Platonik aşk (düşvârî aşk).
Platonizm: Πλατωνισμός (Platonismôs). Platonculuk, platon ideolojisi. Ünlü Yunan filozofu Platon'un (Aristokles) geliştirdiği felsefe akımıdır. Geniş göğüslü (ya da geniş alınlı) olduğu için kendisine Platon adı verilmiştir. İlk hocası Kratylos. Kratylos, Herakleitosçu. Daha sonra Sokrates ile tanışıyor ve hayatının sonuna kadar Sokratesçi kalıyor. Eserlerinin hemen tamamında Sokrates'i anlatır. Mısır'da matematik, astroloji, yine Kirene'de Theodoros'tan matematik, Atina'da ise müzik dersleri aldı. Sicilya ve Güney İtalya seyâhatleri sırasında Pythagorasçılığa ilgi duymuş ve mistisizm'den etkilenmiştir. İran gezisinde ise Zerdüştîliği inceleme fırsatı olmuştur. Sicilya kralının akrabalarından Dion, Platon'a hayran kalır ve ona siyâsî reformlar yaptırır. Daha sonra, Atina'nın "Akademos Bahçeleri" mevkîinde ünlü okulunu (Akademia) kuruyor.
Gençlik dönemi ya da "Gençlik dialogları" tamâmen Sokrates'i anlatır. Onun düşüncesini ortaya koyar ve savunur. Bu eserlerde, "idea"öğretisine hiç rastlanmaz. Sürekli, "Erdem" ve "Bilgi" sorunlarıyla ilgilenir. "Lahis" (Lakhes) diyaloğunda "cesâret", "Politia I"de "adâlet", "Lysis"de "dostluk", "Karmides"te "ölçülülük" (sofrosini), "Efthyfron"da, "Din", "Protagoras"ta "erdem" irdelenir ve tümevarım (induction) yöntemi uygulanır. Sokratik diyaloglar olumsuz bir sonuçla biter: Yanlış, yetersiz tanımlar çürütülünce diyalog da sona erer. Araştırmada bir çıkmazla (aporia) karşılaşılmıştır. Ele alınan sorunun doğru yanıtı bulunamamıştır.
"İdea öğretisi"ni ele aldığı yâni Platon'un "Platon" olarak ortaya çıktığı diyaloglar ise şunlardır: Giorgias, Menon, Efthydemos, Kratylos, Meneksenos, Symposion, Fedon, Politia, Fedros, Theetetos, Parmenides, Sofistis, Politikos, Timeos, Kritias. Anti-Sofist mücâdelesinin merkezine "iyi" kavramını koyar. "İyi", doğru bir yaşayışın kesin ölçüsü, biricik ereğidir. Gerçek, doğrunun düzenine (kosmos) ruh, ancak "iyi" ile erişir.
Sokrates'in anladığı gibi yaşamı felsefeye dayatmak ya da erdemle bilgiyi bir tutmak, "doğru"nun araştırılabilmesini, böyle bir olanağın bulunmasını gerektirir. Sofistler bunun olamayacağını söylüyorlardı. Sofistler'e göre, aradığımız şey ya bilinen bir şeydir ki, bunu aramaya gerek yoktur ya da bilinmeyen bir şeydir, o zaman da bulunan şeyin aranan şey olduğunu nereden bilinebilir? Platon bu sorunu Menon diyaloğunda "Ruh'un Ölümsüzlüğü" düşüncesiyle çözer: Ruh ölümsüzdür ve birçok defalar yeryüzüne gelmiştir. Bu arada yeryüzünde ve Hades'te (Öte Âlem) bulunan herşeyi görmüştür. Yeryüzünde (doğada) herşey birbirine bağlı olduğu için, Ruh bunlardan birini görünce, sürekli bir araştırma ile ötekilerini de bulabilir ve anımsayabilir. Ruhta doğru tasavvurlar, önce bilinçsiz bir hâlde bulunurlar; ilkin, bunlar bir rüya gibi kımıldanırlar; uygun sorular ve araştırmalarla sonunda aydınlık bir bilgi hâline gelirler. Buna göre, öğrenmek, eskiden bilinmiş birşeyi yeniden hatırlamaktan, anımsamaktan (anamnesis) başka birşey değildir. Bu anlayış ile, Platon, felsefesinin iki ana görüşünü de elde etmiş, belirtmiş olur: Ruhta bilinçsiz bir hâlde bulunan "doğuştan tasavvurlar"ın olduğu görüşü, bir de "doğru sanı" (Ortho Doksa) ile "bilgi" (epistimi) arasındaki karşıtlık. Doğru sanı sallantılı ve süreksizdir, bilgi ise bir temele, bir nedene (logos) bağlanmakla, dayatılmakla sağlam ve sürekli olur.
Dargo
Üye
İhvan Üyesi
Katılım26 Eki 2009
Mesajlar69
Puanları0
28 Eki 2009
#2
Türkçedeki Yunanca kelimeler -II

Safsata: Σοφιστες (Σofistes). Bilgili, âlim. Türkçe'de asıl anlamından saparak, boş lâf, gereksiz söz anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Sahne: Σκενα (Skena). Alan, boş yer, tiyatroda oyun yeri.
Salya: Σαλια (Salia).
Salyangoz: Σαλίγκαρος (Salîgaros), Σάλιαγκας (Sâliagas). Sümüklü böcek, salyalı.
Sandal: Σανδαλον (Sandalon). Sandal ağacı, sandal ağacından yapılan.
sardalya: Σαρδελα (Sardela). Bir balık türü.
Sargan: Ζαργανα (Zargana). Bir balık türü, zargan, zargana.
Sedir: Kέδρος (Kêdros). Sedir ağacı.
Sekmen: Σκαμνι (Skamni). İskemle, oturak.
Selenyum: Σελινος (Selinos). Ay. Bir kimyevî element. Se.
Semer: Σαμαρι (Samari). Yük hayvanlarının sırtına konan araç, oturmalık, eyer.
Sembol: Συμβολo (Simvolo). Remz, işâret, simge, alâmet, rumuz.
Semender: Σαλαμουντρα (Salamudra). Βir tür keler. Mitolojide Ateş varlığı.
Sempatik: Συμπαθητικός (Simpatitikôs). Merhâmetli, cana yakın, Sargın, yeltek.
Sempozyum: Συνποσιον (Sinposion). Şölen, ziyâfet, cümbüş anlamında. Anlam genişlemesiyle, kapsamlı toplantı, bilimsel toplantı anlamlarını yüklenmiştir.
Semptom: Σύμπτωμα (Sîmptoma): Tıp terimi olarak, Bulgu.
Sendika: Συνδικάτο (Sindikâto). Συν (Sin): Ortak, eş- Δικαιον (Dikeon): Hak, hukuk.
Sendrom: Συνδρομή (Sindromî). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Δρόμος (Drômos): Yol. Yardım, eş yol. Tıp terimi olarak, birçok hastalığın birarada görülmesi.
Senfoni: Συμφωνία (Simfonîa). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Φωνή (Fonî): Ses. Eşseslilik, ses uyumluluğu, mutabakat, anlaşma, mukâvele, şart.
Senkron: Σύγχπονος (Sîghronos). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Χρόνος (Hrônos): Zaman. Eşzamanlı.
Sentaks: Συνταγή (Sintagî). Tertip, tanzim, reçete.
Sentetik: Συνθετoς (Sinthetos). Sentez yoluyla elde edilmiş olan, birleşik, mürekkep.
Sentez: Συνθεση (Sinthesi). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Θεσις (Thesis): Sav, tez. Bireşim, terkip, tertip.
Septik: Σκεπτικός (Skeptikôs). Σκέψις (Skêpsis): Düşünce, fikir. Düşünceli. Şüphecilik akımına bağlı olan, şüpheci.
Septisizm: Σκεπτικισμός (Skeptikismôs). Σκέψις (Skêpsis): Düşünce, fikir Şüphecilik. Bir felsefe akımı.
Serpme: Σπειρο (Spiro). Yere atmak, yere yaymak. Bir tür balık ağı.
Serpmek: Σπειρω (Spiro). Yere yaymak, yere atmak.
Sfenks: Σφίγγα (Sfîgga). İnsan başlı, aslan gövdeli, yılan kuyruklu ve kanatlı bir mitolojik varlık. Yunan sfenksleri Mısır sfenkslerine göre daha küçük olarak inşa edilmişlerdir.
Sınır: Σύνορα (Sînora). Hudut.
Sıra: Σειρα (Sira). Dizi.
Sırma: Σύρμα (Sîrma). Tel, sırma. Aσυρματο (Asirmato): Telsiz.
Siklamen: Κυκλάμινο (Kiklâmino). Bir bitki türü, bu bitkinin rengi de aynı adla anılır.
Siklon: Kυκλώνας (Kiklônas). Döngüsel bir rüzgâr türü.
Siklotron: Kυκλοθρόνος (Kiklothrônos). Κύκλος (Kîklos): Daire, çevre, çevrim-Θρόνος (Thrônos): Taht. Döner taht.
Silindir: Kύλινδρος (Kîlindros). Yuvak.
Simbiyoz: Συμβίωσις (Simvîosis). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Βιος (Vios): Hayat, yaşam. Birlikte yaşama, muaşeret.
Simetri: Συμμετρία (Simetrîa). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada-Mετρον (Metron): Ölçü, ölçme. Eşölçü, ortak ölçü, bakışım.
Simetrik: Συμμετρικός (Simetrikos). Tenâzür. Συν (Sin): Eş, ortak, birarada-Mετρον (Metron): Ölçme, ölçü. Simetriye değgin, bakışımlı.
Simit: Σεμιδαλιτες (Semidalites). İnce undan, irmikten yapılan (çörek).
Sinagog: Συναγογή (Sinagogî). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada- Άγω (Âgo): Yol açmak, ön açmak. Biraraya gelmek, toplanmak, tecemmü. Yahudi mâbedi, havra.
Sinapsis: Συναπσις (Sinapsis). Συνάπτω (Sinâpto): Birleştirmek, raptetmek. Sinir hücreleri arasında bulunan mikroskopik aralıklar, bunlar sinirsel iletiyi sağlarlar.
Sinaptik: Συναπτικός (Sinaptikôs). Συνάπτω (Sinapto): Birleştirmek, raptetmek. Sinaps'a değgin, sinaps'la alâkalı.
Sinarit: Συναβριδη (Sinavridi). Bir tür balık.
Sinerji: Συνεργια (Sinergia). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada- Eργα (Erga): İş. Eş çalışma. Ortak iş üretimi, biraraya gelerek iş gücünü arttırma.
Sinestezi: Συναισθησις (Sinesthisis). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada- Αισθησις (Esthisis): Duygu, his. Ortak duygu, vicdan.
Sinkretizm: Συνκρετισμός (Sinkretismôs). Συγκρινω (Si-g-krino): Karşılaştırmak, mukâyese etmek, teessüm ettirmek. Değişik din ve öğretilerin belli ilkelerini, uygulamalarını birleştirme. Karıştırmacılık, karşılaştırmacılık.
Sinod: Συνοδός (Sinôdos). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada- Οδος (Odos): Yol, sokak, cadde. Yoldaş, arkadaş, aynı yolda yürüyen. Örn, Saint Sinod meclisi.
Sinonim: Συνώνυμος (Sinônimos). Eşanlamlı, adaş. Συν (sin): Eş, ortak-Όνομα (Ônoma): İsim, ad. Eşisim, eş ad, isimdaş.
Sinopsis: Συνοψις (Sinopsis). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada-Oψις (Opsis): Görme. Eşgörüş, eşgörme. Özet.
Sinoptik: Συνοπτικώς (Sinoptikôs). Kısaca, muhtasaran.
Siroz: Κίρρωση (Kîrosi). Portakal renginde olan. Bir organın sertleşmesi. Özellikle karaciğerde oluşan ve fibrosis'le (lifleşme) sonuçlanan dejeneratif (bozunumsal) değişiklikleri ifâde etmek için kullanılan bir terim. Kliniğinde; asit, portal dolaşımın sekteye uğraması, hematemez (kan kusma), sarılık (ikter), splenomegali (dalak büyümesi) tablosu görülür.
Sirtaki: Συρτακι (Sirtaki). Küçük sirto. Yunanlar'ın millî danslarından biri.
Sirto: Συρτό (Sirtô). Bir dans ve makam türü. Örn. Sultâniyegâh Sirto.
Sismografi: Σεισμογραφία (Sismografîa). Σεισμος (Sismos): Deprem, zelzele, yer sarsıntısı-Γραφω (Grafo): Yazmak. Depremyazım.
Sismolog: Σεισμολογος (Sismologos). Σεισμος (Sismos): Deprem, zelzele, yer sarsıntısı-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Deprembilimci.
Sismoloji: Σεισμολογία (Sismologîa). Σεισμος (Sismos): Deprem, zelzele, yer sarsıntısı-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Deprembilim.
Sistem: Συστημα (Sistima). Düzen, nizâm.
Sistematik: Συστηματικός (Sistimatikôs). Sistemli.
Skandal: Σκανδαλη (Skandali). Tetik. Anlam genişlemesiyle çalkantılara yol açan olay, tetikleyici olay.
Sofist: Σοφιστις (Sofistis). Sofizm öğretisine bağlı olan.
Sofistike: Σοφιστος (Sofistos). Sofizm kavramından mülhem. Anlam genişlemesiyle, karmaşık, zor anlaşılır mânâsını yüklenmiştir.
SOFİZM: Σοφισμος (Sofismos). Felsefe terimi. "Bilgi" anlamına gelen "Sofia" kelimesinden orijin alır. Bilme, bilgili olma hedefi güden daha sonraları ise siyâsette yararlı olmayı amaç edinen İ.Ö. 5. Yy. filozoflarının düşüncelerini tanımlamak için kullanılır. Zamanla, söz söyleme san'atı (Retorik, hitâbet) anlamı kazanmıştır. Sokrates, Platon ve Aristoteles bu felsefeye karşı çıkmış ve onunla savaşmıştır. Ancak, Sofizm felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Protagoras ve ileri gelenlerinden Giorgias, Hippias ve Prodikos gibi ustalar felsefe biliminin zirveleri olarak kabul edilir. Platon'un bunlara karşı çıkmasının en önemli nedeni, para karşılığı bilgi vermeleridir. Ona göre, bu davranış, hiçbir çıkar gözetmeyecek bir araştırma olması gereken felsefenin ve bilimin onuruna aykırıdır. Ancak, yukarıda adı geçenlerin, bu işten gelir elde edip etmediği bilinmiyor, muhtemelen ikinci jenerasyon sofistler bu işi yapmış olmalı.
Sofizm, bilgi anlayışı olarak relativisttir (izâfiyetçi, görelilik taraftarı olan). Bu felsefenin kurucusu sayılan Protagoras, "doğa felsefesi"ni kabul etmez. Kendisinden önce, felsefenin başlıca konusu olan "kosmos" sorunu ile uğraşmayı "boş" kabul eder. Bu felsefede, objektif olarak geçerli bir bilginin olmadığını, Herakleitos'tan yola çıkarak tanıtlamaya çalışır. Bütün olabilirliği kendisinde toplamış olan "Anamadde" sürekli bir akış içindedir; bu nedenle de hiçbir şey "belli" bir "şey" değildir; bir "şey", her ân, başka "şey"lere göre şöyle veyâ böyle bir "şey" olmaktadır. Salt bir varlık yoktur; nesnelerin nitelikleri, bir ândaki birbirleri üzerindeki etkilerinden doğmaktadır. Bundan dolayı hiçbir nesne için "bu, şudur" diyemeyiz; olsa, olsa, boyuna değişen bağıntıları içinde onun (o şeyin) başka nesnelere göre ne olmakta olduğunu söyleyebiliriz. Duyumlar da, duyumlayanın o ândaki durumuna bağlıdır. Onun için, algı objeyi (nesneyi) bize, ancak algılayanın algılama ânındaki durumuna nasıl görünmüşse, öyle bildirir. Protagoras için, duyu algısı ve bundan doğan kanâat (sanı-doksa) biricik bilgimizdir. Bundan da şu sonuç çıkar: Her sanı doğrudur, hiç kimse yanlış bir şey düşünemez, ya da Protagoras'ın ün salmış sözü ile söylenecek olursa: "İnsan herşeyin ölçüsüdür, varolanların varlıklarının da, varolmayanların varolmadıklarının da!"
Giorgias da "doğa felsefesi"ne karşı çıkar ve daha da ileri giderek, genel olarak varlık üzerine bir bilginin olanağını ortadan kaldırmaya çalışır. Hitâbet'in en büyük ustası olarak da kabul edilen Giorgias, Elea Okulu'nun diyalektiği üzerinde de derin izler taşır. Giorgias'a göre, "varolan bir"dir (Arkhe), başka varlık yoktur. Giorgias, "doğa felsefesi"nin ana sorunu olan "asıl gerçek"i yani "varolan"ı bilemeyeceğimizi şu 3 sav ile tanıtlamaya çalışır:
1-"Bir şey" yoktur. Eğer olsaydı, ya "olmuş" ya da "öncesiz" bir "şey" olurdu; bu "şey", ne "varolan"dan, ne de "varolmayan"dan olmuş olabilir; "öncesiz" olamaz zira öyle olsa "sonsuz" olurdu, "sonsuz" olan ise "hiçbir yerde" yoktur (bulunmaz).
2-"Bir şey olsaydı da bilemezdik!"çünkü "varolan"ın bilgisi olsaydı, "varolan", "düşünülmüş olan" olurdu, "varolmayan" da "düşünülemezdi" bile; o zaman da yanılma olmazdı, birisi "deniz üzerinde arabalarla bir savaş oldu dese" bile.
3-"Bilseydik de, başkalarına bildiremezdik", çünkü bildirme sözlerle olur, söz ise "varolan"dan başka bir şeydir. Bir başkasına, bir renk tasarımını nasıl bildirebiliriz? Çünkü kulak renkleri iştimez, sesleri işitir; birbirinden başka olan iki kişide aynı tasarım nasıl olabilir?
Sofizm öncesi felsefe "objet"ye (şeylere, nesnelere) yani dış dünyaya dönüktü. Başlıca doğa bilgisinin ana kavramlarını kurmaya çalışıyordu. Sofizm ise, "sujet"ye (özne), iç deneye yönelmekle, kendinden önceki felsefenin tekyanlılığını gidermiş oldu.
Protagoras, "Her soruda birbirinin karşıtı iki önerme gösterilebilir" diyor. Tartışma yöntemini ilk geliştiren de kendisi olmuştur. Giorgias ise "duygulanımları" (Pathos) sınıflamış ve en önemli 4 tanesini, "Sevinç", "Acı", "Yüreklilik" ve "korku" olarak saymıştır.
Ünlü sofistlerden Efthidemos şöyle der: "Her şey herkesindir. Yanılma diye bir şey yoktur, çünkü söylenen şey, düşünülen bir şey olduğundan 'varolan' bir şeydir de".
Sofistler, "doğadan olan" (Fisi) ile "insanın ortaya koymuş olduğu" (Thesi) kurallar arasındaki karşıtlığı ortaya koymuşlardır.
Bir diğer sofist Antifon, "doğal hukuk" ile "pozitif hukuk" (insanın geliştirdiği hukuk) arasındaki karşıtlığı vurgulayarak yalnız sanılara (kanâatlere-doksa) dayanan "konulmuş" yasaların güçsüz olduğunu söyler ve buradan, insanların "doğadan eşit" oldukları sonucunu çıkarır. Bu nedenle, toplum içindeki sınıf ayrılıkları, ayrıcalıklar, soyluluklar vb., hep insanın oluşturduğu hukuk ve toplum kurallarından orataya çıkmıştır. Oysa toplum, insanoğlunun yararı için kurulmuştur, bundan dolayı herkes ondan eşit olarak yararlanmalıdır.
Yine bir başka Sofist, Thrasymakhos, "Ne tür parlak sözlerle anlatılırsa anlatılsın" diyor ve ekliyor: "Adâlet, güçlüye, egemen olana yarayan, güçsüze zararlı olan şeydir".
Kallikles ise, "Adâlet, güçsüzlerin kendilerini korumak için güçlülere karşı kurdukları bir tuzaktır" der. Ama ona göre doğa (Fisis) güçlüye, egemen olma hakkını vermiştir. Bundan dolayı ancak, insanın koyduğu düzen bakımından, "adil olmayan" kimse mutlu olabilir. Bu nedenle Sofistler, "pozitif hukuk" normlarıyla sürekli savaşmışlardır.
"Doğal" ile "konulmuş olan" arasındaki bu karşıtlık din mevzuuna da yansımıştır. Bunun başını çeken Kritias'tır. Kritias, tanrıların tümüyle keyfî olan, politik hesaplarla zekî devlet adamlarının uyruklarını (tebâ) itâatli kılmak için bulunmuş birtakım kuruntulardan başka bir şey olmadıklarını ileri sürer.
Sofistler bir yandan, "tek kişinin, yargılarında bağımsız olabileceğini şüpheli hâle getirmişler", öte yandan da, "tümel olarak geçen hiçbir ölçüyü ayakta bırakmamakla, otorite ve geleneği (yasaları, hukuku, sosyal normları, ahlâk kurallarını) adamakıllı sarsmışlardır".

Softa: Σοφος (Sofos). Bilgi. Anlam kaymasıyla, cahil, bilgisiz mânâsını yüklenmiştir.
Somun: Πσομι (Psomi). Ekmek. Bu kelimeden mülhem. Somun pehlivan: Yalnız ekmek yiyen fakat iş göremeyen, kof şahıs, beceriksiz kimse.
Spazm: Σπασμός (Spasmôs). Kuvvetli kasılma.
Sperma: Σπέρμα (Spêrma). Men'i hayvancığı, tohum, Çekirdekçik. Eril üretim hücresi.
Stad: Στάδιο (Stâdio). Stadyum.
Stalagmit: Σταλαγμίτης (Stalagmîtis). Dikit.
Stalagtit: Σταλαγτίτης (Stalagtîtis). Sarkıt.
Statik: Στατικός (Statikôs). Dengede duran, sâbit.
Stereo: Στερεός (Stereôs). Katı, sert.
Stereofonik: Στερεοφωνικι (Stereofoniki). Στερεός (Stereôs). Katı, sert-Φωνή (Fonî): Ses. Kuvvetli, sert ses.
Stereometri: Στερεομετρία (Stereometrîa). Στερεός (Stereôs). Katı, sert-Μετρον (Metron): Ölçü, ölçme. Sertlik ölçümü.
Stereoskopi: Στερεοσκοπία (Stereoskopîa). Στερεός (Stereôs). Katı, sert-Σκοπω (Skopo): Bakmak, muâyene etmek. Sertlik tâkibi, muâyenesi.
Stetoskop: Στηθοσκοπώ (Stithoskopô). Στήτος (Stîthos): Göğüs, sine, meme- Σκοπός (Skopôs): Maksad, niyet, gâye, amaç, nöbetçi, gözlemci, nokta, hedef. Vücut seslerini dinlemeye yarayan cihaz.
Stoacılık: Στοηκισμός (Stoikismôs). Στοα (Stoa): Han, Kervansaray, pasaj, geçit, dehliz. Bir felsefe akımı.
Stratosfer: Στρατοσφαιρα (Stratosfer). Στράτα (Strâta): Yol, katman, tabaka-Σφαιρα (Sfera): Küre. Atmosferi oluşturan tabakalardan biri.
Sufî: Σοφιστις (Sofistis). Sofizm akımına bağlı olan. Anlam genişlemesi ve değişimiyle Tasavvuf'la uğraşan insanlara da bu isim takılmıştır.
Sünger: Σφουνγαρι (Sfungari).


- Ş -​
Şamandra: Σημαντήρας (Simadîras).
Şapşal: Σαπσαλος (Sapsalos). Gevşek, ufak-tefek. Anlam değişimiyle, beceriksiz, uysal, salak, aptal, anlayışı kıt.
Şayak: Σαγιακι (Sayaki). Yünden dokunmuş kalın giysilik, aba.
Şema: Σκεμα (Skema). Taslak, görünüş, biçim.
Şıra: Συραιον (Sireon). Üzüm suyu.
Şinik: Κοινικας (Kinikas). Yalak, çukur, tekerlek oyuğu, tekerlek demiri.
Şizofreni: Σκυζοφρενια (Skizofrenia). Σκυζω (Skizo): Yırtmak, Yırtılmak, parçalanmak- Φρένα (Frêna): Şuur, bilinç. Şuur parçalanması, düşünce yarılması. Gerçeklikten kopma ve aşırı derecede (fakat az da olsa sistematik olarak) hayal üreterek kendine dönme durumu. Bilinçdışı istek (id), çoğalarak, düşünceler arası duygusal (kavramsal değil) ilişkiler, mantıkdışı, karmaşık düşünce bağlantıları kurarak bilince egemen olur. Şizofrenik dilin bu anlamda, şiirle enteresan bir benzerliği vardır.


- T -​
Taflan: Δαφνι (Dafni). Defne.
Taklit: Κλειδι (Klidi). Kilit. Bu kelimeden gelişmiştir. Önce Arapça'ya oradan da Türkçe'ye geçmiştir. Kalîd: Devenin burnuna takılan araç, burunluk.
Takograf: Ταχυγράφος (Tahigrâfos). Ταχύς (Tahîs): Çabuk, sür'atli, hızlı-Γραφω (Grafo): Yazmak. Hızyazar.
Takoz: Θακος (Thakos). Kama, kıskı, üzerine ağırlık konan araç.
Takunya: Τακουνι (Takuni). Tiyatrolarda giyilen üstten bağlı tahta ayakkabı, futbol terimi olarak çalım atmak.
Takyon: Ταχυονι (Tahioni). Hızlı parçacık. Nükleer fizik terimi, bir partikül (parçacık) türü.
Talyum: Θαλλος (Thalos). Filiz, ağacın kenarından fışkımakta olan küçük dalcık. Dalgaboyu. Bir kimyevî element. Tl.
Tantal: Τανταλος (Ta-n-dalos). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Ta.
Tarhana: Τραχανα (Trahana). İrmik ezmesi. Bir diğer iddiaya göre, Farsça, "terhüvâne" veyâ "terhîne" (buğday yarması-süt karışımı çorba) kelimesinden gelmekte.
Tasma: Δεσμος (Desmos). Bağ, bağlantı.
Tavus: Ταος (Taos). Bir kuş türü.
Tayfun: Τυφονας (Tifonas). Yunan mitolojisinde Hera'nın (İra) dev çocuğu. Canavar. Çince, "Thei-fung" kelimesinden geldiği de iddia edilmektedir.
Tekir: Τιγρις (Tigris). Kaplan. Sırtı kaplan gibi çizgili olan.
Tekne: Τέχνη (Têhni). İş, beceri, uğraş, maharet, mârifet.
Teknetyum: Τεχνετος (Tehnetos). Yapay. Bir kimyevî element. Tc.
Teknik: Τέχνη (Têhni) veya Τεχνικός (Tehnikôs). İş, beceri, uğraş, maharet, mârifet, bunlarla ilgili olan.
Teknokrasi: Τεχνοκρατία (Tehnokratîa). Tέχνη (Têhni): Sanat, iş, beceri, uğraş, teknik-Kραττω (Krato): Düzene koymak, idâre etmek. Teknik idâre.
Teknokrat: Τεχνοκρατός (Tehnokratôs). Τέχνη (Têhni): Sanat, iş, beceri, uğraş, teknik-Kραττω (Krato): Düzene koymak, idâre etmek. Teknik bürokrat.
Teknoloji: Τεχνολογία (Tehnologîa). Τέχνη (Têhni). İş, beceri, uğraş, maharet, mârifet-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam.
Teknolojik: Τεχνολογίκός (Tehnologîkôs). Τέχνη (Têhni): Teknik, sanat, iş, beceri, uğraş, mârifet, maharet-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Teknolojiye değgin
Telefon: Τηλέφωνο (Tilêfono). Τηλε (Tile): Uzak- Φωνι (Foni): Ses.
Telekinezi: Τηλεκινησία (Tilekinisîa). Τηλε (Tile): Uzak-Kινηση (Kinisi): Hareket. Cisimleri uzaktan (dokunmaksızın) hareket ettirme.
Teleoloji (Teloloji): Τελολογία (Telologîa). Tελος (Telos): Son, nihâyet, âkibet, nihâî amaç, erek, gâye- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Evren'in bir amaca göre kurulup, işlediği (işletildiği) öğretisi. Yaşamı, dili ve tarihi bir amaca yönelmesi açısından ele alma, erekselcilik.
Telepati: Τηλεπαθεια (Tilepathia). Τηλε (Tile): Uzak-Παθος (Pathos): Duyu, duygu, his, dert, acı, hastalık. Uzaduyum.
Teleskop: Τηλεσκοπιο (Tileskopio). Τηλε (Uzak)-Σκοπω (Skopo): Bakmak. Uzağı görmeye yarayan araç.
Telgraf: Τηλέγραφος (Tilêgrafos). Τηλε (Tile): Uzak-Γραφω (Grafo): Yazmak.
Tema: θεμα (Thema). Κonu, mevzu.
Temel: Θεμαλιον (Themalion). Koyma, yerleştirme.
Teneke: Τενεκε (Teneke). İnce sac.
Tente: Τεντα (Te-n-da, Tenta). Örtü, çadır. Lât: tente(a), Fr; Tente.
Tenya: Ταινία (Tenîa): Şerit.
Teodezi: Θεοδησια (Theodisia). Θεος (Theos): İlâh, Allah- Δικαιον (Dikeon): Hak, hukuk. Fizikî ve ahlâkî çöküntüden doğan karşı çıkışlar önünde Allah'ın, iyilik, yaratıcılık ve sorumluluk özelliklerini irdeleyen öğreti. Leibniz tarafından geliştirilmiştir. Felsefe terimi.
Teogoni: Θεογoνια (Theogonia). Θεος (Theos): İlâh-Γoνia (Gonia): Oluş, tekvin. Çok tanrılı dinlerdeki ve mitolojilerdeki tanrıların kökenlerinin ve doğuşlarının incelenmesi.
Teokrasi: Θεοκρατία (Theokratia). Θεος (Theos): İlâh, Allah- Κραττω (Krato): Düzene koymak, İdâre etmek, yönetmek: İlâhî düzen, ilâhî yönetim. Devletin ilâhî naslar ve hükümler doğrultusunda yönetilmesi.
Teokratik: Θεοκρατικός(Theokratikôs). Teokrasi'ye değgin.
Teoloji: Θεολογία (Theologia). Θεος (Theos): İlâh-Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam. İlâhiyat. Tanrıbilim.
Teomitor: Θεομήτωρ (Theomîtor). Θεος (Theos): İlâh-Μητερα (Mitera): Anne. İlâh'ın annesi anlamında. Hz. Meryem'e Orthodoks Hristiyanlar tarafından verilen bir isim.
Teori: Θεωρια (Theoria). Θεωμαι (Theome): Gözlemek, gözlemlemek. Kuram, nazariyye.
Teos ek mekhanes: Θεος εκ Μιχανις (Theos ek mihanis). Θεος (Theos): İlâh- Μιχανις (Mihanis): Mekanik. Mekanik Tanrı, Makina'dan tanrı. Yunan tiyatrosunda konuyu çözüme getirmek (taşımak) için oyuna katılan bir ilâh.
Teotôkos: Θεοτόκος (Theotôkos). Θεος (Theos): İlâh-Τόκος (Tôkos): Doğurma, doğum. Hz. Meryem'e Orthodoks Hristiyanlar tarafından verilen bir isim.
Teozofi: Θεοσοφία (Theosofîa). Θεος (Theos): İlâh-Σοφια (Sofia): Hikmet. İlâhî tabiata sezgisel bilgi ile ulaşmayı öngören öğreti.
Terapi: Θεραπεια (Therapia). Tedâvi.
Terelelli: Τρελος (Trelos). Deli, aklî dengesi yerinde olmayan.
Termik: Θερμικός (Thermikôs). Isıya değgin, ısıyla alâkalı.
Termodinamik: Θερμοδυναμικος (Thermodinamikos). Θερμότητα (Thermôtita): Isı-Δυναμη (Dinami): Kuvvet, güç. Isı gücüne ilişkin.
Termoelektrik: Θερμοηλεκτρικός (Thermoilektrikôs). Θερμότητα (Thermôtita): Isı-Hλεκτρικό (İlektrikô): Elektrik. Elektrikten ısı elde edilmesiyle ilgili.
Termometre: Θερμομετρο (Thermometro). Θερμότητα (Thermôtita): Isı-Mετρον (Metron): Ölçü, ölçüm. Isıölçer.
Termos: Θερμοφόρο (Thermofôro). Isıtan, ısıtıcı, ısı verici, .
Termostat: Θερμοστατ (Termostat).
Tetrafoni: Τετραφωνία (Tetrafonîa). Τετρα (Tetra): Dörtlü-Φωνή (Fonî): Ses. Dört sesli şarkı veya müzik parçası.
Tetragon: Τετραγωνος (Tetragonos). Τετρα (Tetra): Dört-Γωνιά (Goniâ): Köşe. Kare, Dörtgen. Dört-Gen: Gen kelimesi, Yunanca "köşe" anlamına gelen "γωνιά" (goniâ) kelimesinden alınmıştır.
Teürji: Θεουργια (Theurgia). Θεος (Teos): İlâh-Ουργια (Urgia): İmâlat, yapım. Neo-Platonien düşüncede ilâhın yönetiminin irdelenmesi.
Tez: θεσις (Thesis). Sav.
Tırpan: Δρεπανι (Drepani). Orak, tırpan.
Tifo: Τυφος (Tifos). Buğulanma, sis, şaşırma, kendinden geçme. Bakteriyel bir hastalık. (Salmonella Tifi adlı bakteri tarfından oluşturulur). Sökel, yatalgı.
Tifüs: Τυφος (Tifos). Buğulanma, sis, şaşırma. Bir tür salgın hastalık.
Tipografi: Τυπογραφια (Tipografia). Τυπος (Tipos): Baskı, basım-Γραφω (Grafo): Yazmak. Baskıyazım.
Tiran: Τυρανος (Tiranos). Yönetici, önder, kral. Anlam genişlemesiyle, toplumu baskı altında tutan, topluma zulmeden.
Tiryak: Θεριακος (Theriakos). Θερας (Theras): Hilkat garibesi, garip yaratık, Ucube, Vahşî hayvan-Iακος (İakos): Özgü. Yabanıl, kırsal. Anlam genişlemesiyle, yabana karşı koruma gereci, em, ilâç, çâre. Pontus kralı Mitridatis, Kafkas dağlarında yaşadığı dönemlerde birçok panzehir ve ilâç geliştirmiştir. Onun geliştirdiği bu ilâçlara "Θειριακος" (Thiriakos) adı verilirdi.
Tiryâkî: Θεριακλής (Theriaklîs). Tiryak kullanan kimse. Anlam genişlemesiyle, herhangi bir madde alışkanlığı edinen, örn. Sigara tiryâkîsi.
Titan: Τιτανος (Titanos). Yunan mitolojisinde ilk nesil (Primordial) ilâh ve ilâheler.
Titanyum: Τιτανιον (Titanion). Τιτανος (Titanos). Yunan mitolojisinde ilk nesil ilâh ve ilâheler. Τιταινω (Titeno): Eski Yun. Germek. Bir kimyevî element. Ti.
Tiyatro: Θεατρο (Theatro).
Tomar: Τομαριον (Tomarion). Bir avuç, bir tutam.
Tomografi: Τομογραφία (Tomografîa). Τομος (Tomos): Kesi, kesit-Γραφω (Grafo): Yazmak. Vücudu kesitler hâlinde görüntüleme.
Topografya: Τοπογραφία (Topografîa). Τοπος (Topos): Yer, yüzey-Γραφω (Grafo): Yazmak. Yüzeyleri inceleyen bilim.
Trajedi: Τραγουδια (Tragudia). Türkü, şarkı. Sığırtmaç türküsü, çoban türküsü. Ağlatı.
Travma: Tραυμα (Travma): Kaza.
Travmatoloji: Τραυματολογία (Travmatologîa). Τραυμα (Travma): Kaza, yaralanma-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Kazabilim.
Trigonometri: Τριγονο (Trigono): Üçgen-Μετρο (Metro): Ölçü. Üçgenlerle ilgili bilim.
Triloji: Τριλογία (Trilogîa). Τρια (Tria): Üç- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Üçleme, teslis. Hristiyan ilâhiyatının önemli tartışma konularından biri olan "Baba-Oğul-Ruh-ül Kuds" teslisi için kullanılır.
Tripod: Τριποδι (Tripodi). Τρια (Tria): Üç- Ποδι (Podi): Ayak. Üçayak. Bazı materyelleri desteklemek ya da taşımak amacıyla kullanılan üçayaklı bir araç.

- U, Ü -​
Uranüs: Ουρανος (Uranos). Yunan mitolojisinde gök tanrı. Bir gezegen. Modern Yunanca'da gökyüzü anlamına gelmektedir.
Uranyum: Ουρανίο (Uranîo). Ουρανος (Uranos): Yunan mitolojisinde gök tanrı. Bu isimden mülhem olarak bir kimyevî element. U.
Uskumru: Σκομβρι (Skombri). Bir tür balık. Yunan argosunda kadın pazarlayıcısı.
Usturlab: Αστρολαβο (Astrolavo).
Ülser: Ελχος (Elhos). Yara, çıban, irinlenme. Buradan Lâtince'ye "ulcus", oradan fransızca'ya "ulcere" (Ülser) ve oradan da Türkçe'ye "Ülser" olarak geçmiştir. Örn, Mide ülseri. Halk arasında sadece Mide ülseri olarak bilinir ancak bütün "yaralar" için genel bir kullanımı vardır.
Üre: Oυρo (Uro). Toksik bir madde.
Üroloji: Ουρολογία (Urologîa). Ουρο (Uro): İdrar-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Boşaltım ve Genital sistem bilimi.
Üstübeç: Στουμπετσι (Stubeçi).
Ütopya: Ουτοπία (Utopîa). Ου (U): Yok-Τοπος (Topos): Yer. "Yer yok" anlamında. Ulaşılması âdeta hayal olan büyük düşünce, büyük ideal.

- V -​
Varil: Βαρελα (Varela).
Vatoz: Βαθος (Vatos). Βαθος (Vathos): Derinlik. Bu kelimeden mülhem. Diplerde yaşayan bir tür balık.
Vantuz: Βεντουζα (Ve-n-duza).
Veranda: Βεραντα (Vera-n-da).
Vişne: Βυσσινε (Visine).
Voli: Βολε (Vole). Balıkağını denize atma.

- Y -​
Yakamoz: Γιαγκαμος (Yakamos). Parlaklık. Deniz yüzeyinde ortaya çıkan ışık oyunları, parlaklıklar.
Yalı: Γιαλος (Yalos) veyâ Αιγιαλος (Eyalos). Kıyı. Anlam genişlemesiyle, kıyıda yapılan ev.
Yelek: Γελέκι (Yelêki).
yortu: Γιορτι (Yorti). Bayram.

- Z -​
Zağar: Σαγρευς (Sagrevs). Eski Yun. Av köpeği.
Zar: Τεσερα (Tesera). Dört. Anlam genişlemesiyle, 6 yüzlü araç, zar.
Zır: Ζουρλός (Zurlôs). Deli, dîvâne. "Zır deli" deyiminde kullanılır.
Zifir: Ζοφος (Zofos). Karanlık.
Zoka: Ζογρω (Zogro). Tutmak, yakalamak. Balık tutmaya yarayan araç.
Zoofili: Ζοωφιλια (Zoofilia). Ζώο (Zôo): Hayvan- Φιλια (Filia): Sevgi, dostluk. Hayvan sevgisi.
Zoolog: Ζοωλογος (Zoologos). Ζώο (Zôo): Hayvan-Λόγος (Lôgos): Bilim, kelâm, bilgi. Hayvanbilimci.
Zooloji: Ζοωλογία (Zoologîa). Ζώο (Zôo): Hayvan-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Hayvanbilim.
Zootekni: Ζοωτεχνια (Zootehnia). Ζώο (Zôo): Hayvan- Τέχνη (Têhni): İş, uğraş, san'at, beceri, mârifet, maharet. Hayvan teknolojisi.


Dr.Hakkı Açıkalın.

Byzantine granary found in ancient city of Amorium in central Turkey

$
0
0
Mavi Boncuk |

A granary containing 11 pithoi[1], which are large storage containers, filled with wheat and dating back to the ninth-century Byzantine period, was found during excavations in the ancient city of Amorium in the Emirdağ district of the central province of Afyonkarahisar.

Amorium is located in the Hisar village where traces of seven civilizations have been found including Hittite, Phrygian, Greek, Roman, Byzantine, Seljuk and Ottoman. The discoveries were found during excavations carried out by British scientist Martin Harrison and British researcher Chris Lightfoot.

Some important findings have been uncovered during digs in the ancient city, which were resumed under the leadership of professor Zeliha Gökalp Demirel with the cooperation of the Ministry of Culture and Tourism and Anadolu University (AU) in 2013.

A big church, a basilica, a Byzantine bath, grape-grinding pools, Seljuk and Ottoman coins and a ceramic kiln were found during excavations of the Amorium mound, which consists of an upper city and a lower city. 


Küp: jar [2] fromPE kūp كوپ sarnıç, toprağa gömülen su veya şarap küpü Aramaic gūbbā גובא a.a. Akkadian gubbu


i. (Eski Türkçe’den beri kullanılır)
1. İçine su, yağ, pekmez gibi sıvılar ve buğday, un vb. erzak konan, karnı geniş, dibi dar toprak kap: Avlunun malta taşlarını yıkarken, merdivenleri ovarken, iyi su küpünü şartlarken de bir şeyler okuyor gāliba (Yusuf Z. Ortaç). Küp orada, maşrapa orada (Mustafa N. Sepetçioğlu).
2. (İsim tamlamasının ikinci öğesi olarak) Bir şeyin bir kimsede çok miktarda bulunduğunu anlatır: “Akıl küpü.” “Sinir küpü.” “Fesat küpü.” “Sır küpü.” Dedikodu küpüne her elini daldırışında renk renk, çeşit çeşit haberler çıkarır (Sâmiha Ayverdi). 
3. Ayın (ﻉ) ve hâ (ﺡ) gibi Arap harflerinin küpe benzeyen yuvarlak kısmı.
4. mîmar. Minâre ve kubbe alemlerinin en alt bölümündeki küpe benzer toparlak kısım.

Küp gibi:
1. Kısa boylu ve çok şişman, fıçı gibi.
2. Çok sarhoş. Küp kapağı hotoz: Sünnet çocuğu takkesine benzeyen bir hotoz çeşidi. Küplere binmek: Çok kızmak, aşırı derecede öfkelenmek: Hâkan işi anlayınca küplere bindi (Ziyâ Gökalp). Sen elin karısında nâmus ara / Kendinde arandı mı küplere bin (Orhan V. Kanık). Bunu gören kadın büsbütün küplere bindi (Burhan Felek). Küpün arkası gurbet: Görüşmedikten sonra en yakın mesâfe bile insana gurbet gibi gelir. 

Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsatları değerlendirip çok para biriktirmek.

[1] Pithos (/ˈpɪθɒs/, Greek: πίθος, plural: pithoi πίθοι) is the Greek name of a large storage container. The term in English is applied to such containers used among the civilizations that bordered the Mediterranean Sea in the Neolithic, the Bronze Age and the succeeding Iron Age. Pithoi were used for bulk storage, primarily for fluids and grains; they were comparable to the drums, barrels and casks of recent times. The name was different in other languages; for instance, the Hittites used harsi- .

Pithoi were manufactured and exported or imported over the entire Mediterranean. They were used most heavily in the Bronze Age palace economy for storing or shipping wine, olive oil, or various types of vegetable products for distribution to the populace served by the palace administration. Consequently, they became known to the modern public as pithoi when western classical archaeologists adopted the term to mean the jars uncovered by excavation of Minoan palaces on Crete and Mycenaean ones on mainland Greece.

The term has now been adopted into the English language as a general word for a storage jar from any culture.

[2] jar (n.) "simple earthen or glass cylindrical vessel," early 15c., possibly from rare Old French jarre "liquid measure smaller than a barrel," or more likely from Medieval Latin jarra (13c.) or Spanish or Catalan jarra (13c.), all ultimately from Arabic jarrah "earthen water vessel, ewer" (whence also Provençal jarra, Italian giarra), a general word in the 13c. Mediterranean sea-trade, which is from Persian jarrah "a jar, earthen water-vessel." Originally in English a large container used for importing olive oil.

In Britain in the 15th to 17th centuries, oil-lamps were overall not often used, because the oil was too expensive. Usage increased in the 17th century despite the expense. Olive oil was the most-often-used type of oil in the oil-lamps until the 18th century. The indications are good that no country or region exported more oil to Britain than southern Spain did in the 15th-17th centuries, with southern Italy coming second. ["English Words of Arabic Ancestry"]

Photography | Joseph-Philibert Girault de Prangey

$
0
0


See also: IH Christie's Important Daguerreotypes by Joseph-Philibert Girault de Prangey, Part II London 5/18/03 Sale 6978

Mavi Boncuk | 

Joseph-Philibert Girault de Prangey (21 October 1804 – 7 December 1892) was a French photographer and draughtsman who was active in the Middle East. His daguerreotypes are the earliest surviving photographs of Greece, Palestine, Egypt, Syria and Turkey. Remarkably, his photographs were only discovered in the 1920s in a storeroom of his estate and then only became known eighty years later.

Girault de Prangey studied painting in Paris at the École des Beaux-Arts and in 1841 he learned daguerreotypy, possibly from Louis Daguerre himself or from Hippolyte Bayard. Girault de Prangey was keenly interested in the architecture of the Middle East, and he toured Italy and the countries of the eastern Mediterranean between 1841 and 1844, producing over 900 daguerreotypes of architectural views, landscapes, and portraits.

After his return to France, Girault de Prangey made watercolour and pen-and-ink studies after his photographs and published a small-edition book of lithographs from them. He also made stereographs of his estate and the exotic plants he collected. Girault de Prangey did not exhibit or otherwise make his photographs known during his lifetime.[1]






(pictured 1843 Üsküdar)

In May 2003, Sheik Saud Al Thani of Qatar purchased a daguerreotype by Joseph-Philibert Girault de Prangey for a world-record price of £565,250 or $922,488.

On 30 January 2019, the Metropolitan Museum of Art opened "Monumental Journey: The Daguerreotypes of Girault de Prangey". Approximately 120 photographs that the amateur archaeologist created in Greece, Egypt, Syria, Turkey and the Levant during a self-financed tour of the region in the early 1840s were presented. They included the Parthenon in Athens, the Khayrbak Mosque in Cairo, and the Dome of the Rock in Jerusalem. Organized with the Bibliothèque Nationale de France in Paris, it was the first comprehensive exhibition in America devoted to the French artist.




(pictured Constantinople, rue sous le petit champ des morts)  [probably 1843]


[1] Girault de Prangey’s work appears to have been a private passion and his daguerreotypes were apparently never exhibited or exposed to the public gaze during his lifetime. While he was not the first photographer to explore the Near East, the work of others before him no longer exists. This is all the more extraordinary as he never married and had no heirs. On his death, the villa was abandoned, and the gardens and buildings soon suffered neglect. It is to a neigbouring landowner, who acquired the derelict villa after the First World War, that we owe the rediscovery of these gems of early photography. 

Book | The Midnight Express Phenomenon

$
0
0
Alan Parker, a British director whose wildly eclectic films included a gangster musical with child actors (“Bugsy Malone”), a grim account of prison life (“Midnight Express”), a civil rights drama set in the 1960s (“Mississippi Burning”) and an upbeat tale of Dublin teenagers starting a soul band (“The Commitments”), died July 31 in London. He was 76.

"Then he (Alan Parker) pivoted to “Midnight Express” [*](1978), a throbbingly suspenseful true-life drama about a young American stuck in a Turkish prison that tapped into culture-war passions that feel red-hot relevant to this day. "

[*] Billy Hayes (Brad Davis) is a young American caught by Turkish police while attempting to smuggle hash out of Istanbul. He's tried and sent to prison for four years, where he endures all manner of privation and abuse. As he finishes up his time, he's shocked to learn that the Turkish High Court has added a further 30 years to his sentence. He is now thoroughly demoralized, and his life in prison grows increasingly unbearable until he concludes that escape is his only option.

Mavi Boncuk |

The Midnight Express
Phenomenon
The International Reception of the Film
Midnight Express (1978-2004)
Dilek Kaya-Mutlu [1]

2005 156 p.
ISBN
975-428-306-0

TABLE OF CONTENTS
Acknowledgments 9
Introduction 11
Chapter 1: The Emergence of Midnight Express as a Film and
Phenomenon 23
Chapter 2: Midnight Express as an "Eastern" and Orientalist
Discourse 45
Chapter 3: Initial Reception of Midnight Express 61
Chapter 4: The Middle Years: Midnight Express in the 1980s and
1990s 87
Chapter 5: Current Reception of Midnight Express: Viewer
Comments on the Internet 107
Conclusion 133
Appendix A - Corrective Turkish Viewer Comment (IMDb) 143
Appendix B - Marginal Response (IMDb) 144
Bibliography 146

[1] Dilek Kaya-Mutlu (Erzurum, 1973) graduated from Galatasaray Highschool in 1992. She earned a BA in economics, an MFA and PhD in film studies at Bilkent University. She also holds an MA in popular culture from Brock University. Her research has focused on the history of Turkish cinema particularly dealing with the films and audiences of Turkish popular cinema (Yegil^am). Her articles on film have appeared in 25. Kare, Geceyarisi Sinemasi, Cahiers Luxembourgeois, and
Historical Journal of Film Radio and Television. She is currently teaching screenwriting and animation at Bilkent University.

Word Origin | Kâğıt

$
0
0
Mavi Boncuk |

Ottomans procured paper originally from Eastern sources.

Some later sources mention Amasya in the early 14th century. During the period of Şadgeldi Pasha, significant development activities are observed in Amasya. In this period; 764H./1363M. The Amasya Castle was repaired and the old mints were renovated, and a large paper factory was built.

Beykoz Paper Factory operating between 1804-1832 and there are quite a lot of documentation on the papers it produces. The competition of European papers  and the inability to produce quantities lead to the closing.

Smyrna/Izmir Paper Factory, started production in 1846 ans for similar reasons, could not survive for a long time.

Established in partnership with the British, Hamidiye Paper Factory in Beykoz, started production in 1893 and could only work for six months. 

When Istanbul was occupied after the First World War, the Allies had this factory dismantled for making warfare equipment

Kâğıt: paper EN [2] fromPE kāġad Sogdian kāġədā/ḳāġədā 

i. (Fars. kāġaḏ > kāġad > kāġıd)
1. Hamur hâline getirilmiş bitki maddelerindeki çok ince liflerin keçeleştirilmesi sûretiyle îmal edilen, yazı yazmak, kitap basmak, sarmak, kaplamak gibi birçok işte kullanılan ince yaprak: “Resim, aydınger, elişi kâğıdı.” “Duvar kâğıdı.” “Paket kâğıdı.” “Tuvalet kâğıdı.” Bunu yazabilmek için bir defter dolusu kâğıt yırtıp attığıma inanınız (Yusuf Z. Ortaç). Mahyacı, yazısını veya resmini evvelâ kutulara bölünmüş bir kâğıt üstüne çizip hazırlar (Sâmiha Ayverdi).
2. Yazılı kâğıt, mektup, tezkere, varaka: Kâğıdımı anama da gönderin (Pir Sultan Abdal). Sakın bir dirliksizlik olmasın. Kızımdan kâğıt da aldığım yok (Ahmed Midhat Efendi).
3. İskambil kâğıdı, oyun kâğıdı: “Bezik dört deste kâğıtla oynanır.” 
4. kısa. Kâğıt lira: Bahşiş diye bir yirmibeşlik kâğıt verdi (Ömer Seyfeddin). Benim gümüş tabaka vardı ya, Recep Efendi’ye on kâğıda sattım (Mahmut Yesâri).
5. sıf. Kâğıttan yapılmış: “Kâğıt şapka.” “Kâğıt para.” “Kâğıt torba.” Gece, hafif rüzgârla sallanan kâğıt fener aydınlığında raksedilir (Ahmet Hâşim).
ѻ Kâğıt açmak: İskambil oyununda kâğıtları dağıttıktan sonra koz olarak bir kâğıdın yüzünü çevirmek. Kâğıt almak: Poker vb. oyunlarda yere attığı kâğıt sayısınca desteden yeni kâğıt istemek. Kâğıt atmak: Kâğıt oyunlarında oyun gereği elindeki kâğıtlardan birini oynamak. Kâğıt çalmak: İskambil oyununda hîle yaparak işine gelen kâğıdı almak. Kâğıt çekmek: Kâğıt oyunlarında oyun gereği desteden kâğıt almak. Kâğıt dağıtmak: Kâğıt oyunlarında oyuncuların hepsine belli sayıda kâğıt vermek. Kâğıt gibi olmak: Kanı çekilip yüzünün rengi solmak, âdeta bembeyaz olmak. Kâğıt kavafı: Resmî dâirelerde iş tâkip eden adam. Kâğıt mendil: Mendil yerine kullanılan yumuşak kâğıt. Kâğıt oyunu: İskambil ile oynanan oyun. Kâğıt peçete: Peçete yerine kullanılmak üzere yapılmış, dört köşe, desenli veya desensiz kâğıt. Kâğıt uçurmak: Mektup veya tezkere ile haber göndermek: Demem ki kâğıt uçursun peyam göndersin / Kebûter-i dil ile bir selâm göndersin (Nihat Bey’den). Kâğıt üzerinde: Nazarî olarak, uygulamaya geçmemiş şekilde. Kâğıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı halde uygulanamamak, sözde kalmak. Kâğıt vermek: Kâğıt oyununda oyun başlarken belli sayıda kâğıt dağıtmak veya bir oyuncuya desteden yeni bir kâğıt vermek. Kâğıda (Kâğıt üzerine) dökmek: (Düşünülen veya konuşulan bir şeyi) Yazıya geçirmek, metin hâline getirmek. Kâğıda kaleme vurmak: Kalemle hesap etmek.

KÂĞIT AĞACI

birl. i. Kâğıt dutu denen ağaç.

Oldest source: kegd/keged [ Uygur pre-1000 ] 

In the early years it might well have beencalled Soghdian paper, named after the region about Samarqand. However, the following eight hundred years, up to the mid-sixteenth century, saw the manufacture of what can be called without any hesitation Arab paper. By this time the great secret of papermaking had escaped to Christendom by way of Spain, or perhaps Sicily.

Another great substitute is hemp, a highly durable material that has been used to make paper since ancient times, first by the Chinese and later by the Arabs. Cultivation of this plant does not require pesticides and provides a quantity of fibre per hectare that is 3-4 times greater than traditional forests. Its main drawback is the cost of processing hemp pulp, which is much higher than conventional cellulose extraction.
The invention of paper is traditionally attributed to the Chinese, but it was actually the Arabs[*] who, after having learned the rudiments of manufacture and made a few improvements, spread the new product throughout the west. It was a long, arduous process that was completed in the second half of the 13th century in Fabriano, a little town of the Marche inland. The reason for this location, which made Fabriano the most important paper production centre of Europe, is very probably linked to the vicinity of Ancona, a port that was particularly open to trade with the Arab world.
Finally, the innovation[**]involved the use of animal gelatin for surface sizing, allowing for better writing and eliminating the problem of the rapid deterioration of paper due to wheat starch sizing (the main reason why registries and notaries were forbidden to use paper for public deeds).

[1] The İbrahim Müteferrika Paper Museum, which was opened in 2013 in the northwestern Turkish province of Yalova. The museum and its atelier, displays various pieces of Ottoman paperwork. 




The papers produced in the museum and atelier particularly stir the interest of calligraphers, illuminators and marbling artists. The goal is to spread the use of local papers when producing artworks in Turkey. Art historian Aytekin Vural, an official at the museum, said he had worked as a volunteer consultant for the development of the paper business and the establishment of many other ateliers. “Our goal is the creation of Turkish Islamic art with papers produced with Kahramanmaraş cotton and Sinop linen rather than Indian, Chinese or Japanese papers,” Vural said.

Watermarked papers in the museum draw particular interest from foreign visitors as the technique was only used in the Ottoman Empire, Vural stated. 

[2]paper (n.) mid-14c., "material consisting of a compacted web or felting of vegetable fibers, commonly as a thin, flexible sheet for writing, printing, etc.," from Anglo-French paper, Old French papier "paper, document," and directly from Latin papyrus "paper, paper made of papyrus stalks," from Greek papyros "any plant of the paper plant genus," a loan-word of unknown origin, often said to be Egyptian (see papyrus).

Sense of "essay, dissertation on a topic" is from 1660s. Meaning "bills of exchange, paper money" is attested by 1722. As "paper for covering the walls of interiors," 1764. As "printed sheet of news" (a shortened form of newspaper), attested by 1640s. Papers, "collection of documents which establish one's identity, standing, credentials, etc.," it is attested from 1680s.

Paper-clip is by 1875; paper-cutter as a type of machine is by 1969. Paper-hanger is by 1796. Paper chase is by 1856 in British English for the game of hare-and-hounds, from the bits of paper scattered as "scent" by the "hares;" the slang meaning "effort to earn a diploma or college degree" is by 1932.


FABRIANO


The growing ability of the increasingly numerous and qualified artisans in Fabriano allowed them to make a real leap in terms of quality. Three innovations in particular led to the rise of Fabriano as the cradle of modern papermaking.

The invention of the hammer mill (13th C. to hammer rags), which replaced the stone mortar and the manual wooden beater used by the Arabs, yielding more homogenous fibres.
 

The importance and diffusion reached a peak in the Renaissance. This is proven both by the many documents that have remained and by the use of a great many watermarks at the time. Many of these can also be found in the letters of some great artists of the period, such as Michelangelo Buonarroti. 

[*] The Arab world discovered the secrets of papermaking in AD 751, when the governor-general of the Caliphate of Bagdad captured two Chinese papermakers in Samarkand and, with their help, founded a paper mill in the Uzbek city. From here, aided by an abundance of hemp and linen, two high-quality raw materials perfect for making paper, production spread to other cities in Asia, particularly Baghdad and Damascus.

The process for making paper employed by the Arabs involved garnetting and macerating rags in water to obtain a homogenous pulp, which was then sifted to separate the macerated fibres from the water. The sheets thus obtained were subsequently pressed, dried and finally covered with a layer of rice starch to make them more receptive to ink. In the same period, people in Egypt and North Africa also started to make paper using the same techniques employed in the Arab world.

[**] The history of paper owes much to the paper makers of Fabriano, a small town in the Marche region of Italy, who started producing paper using linen and hemp in the 12th century. By using new equipment and production techniques, these papermakers introduced important innovations:
They mechanised rag grinding by using hydraulic hammer mills, significantly reducing the time it took to produce pulp.
They started gluing sheets with gelatine, an additive that insects didn’t like.
They created different paper types and formats.
They invented watermarking.

Word Origin | Çakıntı

$
0
0
Mavi Boncuk |

ÇAKINTI. (Argo) İçki meclisi. Çak- ‘içki içmek’ + fiilden nomes actionis (oluş ve kılış ismi) yapan -ıntı eki.. “Vagonda gizliden gizliye başladık çakıntıya” S. M. Alus. (Kaynak: Andreas Tietze. Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati, Ankara 20146, C.2). Rakı Ansiklopedisi iyice kısaltmış anlamı: Çakıntı: Kadeh tokuşturma, içki içme. (Overteam Yayınları, İstanbul 2010, 2.B). Belli ki Hulki Aktunç’dan alınmış: Çakıntı: İçki içerken kadehleri birbirine vurma. İçki içmek. “Hep birlikte çakıntı sürüp gider, gazeller, şarkılar, türküler tutturulur.” S.M.Alus. Eski Beyoğlu Adet ve Alemleri” (Hulki Aktunç, Büyük Argo Sözlüğü).
Ama "çakıntı"nın eski kitaplardaki alıntılarda “kadehleri birbirine vurma” anlamında kullanıldığını hiç görmedim. Hep içki meclisi anlamında kullanılmış. Ercümend Ekrem Tâlu anılarında Ada vapurundan söz ederken, akşam dönüşlerinde, bazı zamanlar “ufaktan çakıntı da yapılırdı,” diye katkı yapar konuya. (Geçmiş Zaman Olur ki (Anılar), Hece Yayınları, İstanbul 2005.) Cemaleddin Saraçoğlu Eski İstanbul’dan Hatıralar’da Boğaz vapuru “Beşiktaş’ geçip Ortaköy’e doğru yol alınca da çakıntı başlardı,” diye anlatır. Sermet Muhtar Alus da, Eski Günlerde kitabında yine Boğaz vapurlarında benzer manzaralardan söz eder: “Emektarlardan çifte sakallı Macaroviç Kaptan’a mı, pos bıyık Palas Kaptan’a mı, çakıntı ile âhenk edilen odalardan rakı, konyak mataraları atılırmış.” Kitabı yayınlayan İletişim Yayınları’nın editörü de dipnot vermiş sayfa altına. “Çakıntı ile âhenk etmek: İçki eğlence düzenlemek.” Alus, Dünün Genci Anlatıyor adlı romanında da Beykoz çayırlarını anlatırken “Bir de baktık ki az ilerimizde erkekli kadınlı bir küme. Hasırları yaymışlar, bir çakıntıdır gidiyor,” diye bir katkı daha yapar. Kalamış Koyu’nu anlatırken de “ Gelsin çakıntı, tura, orospu bohçası[1], uzun eşek, birdirbir oyunları,” diyerek dumanlı kafayla oynanan oyunlara değinir. Bir başka yazısında da Vasil’in gazinosu için “adlı sanlı çakıntı yeri” deyimini kullanır. Eski bir dergide ise “tezgahbaşı çakıntıları”ndan söz edildiğini görürüz. Ahmet Rasim, Osman Cemal Kaygılı, Reşat Ekrem Koçu, Refi Cevad Ulunay, Burhan Felek gibi yazarları da taradığımızda mutlaka benzeri cümlelerle karşılaşırız. Ben tüm gayretime rağmen çakıntı’yı “kadehleri tokuşturma” anlamında kullanan bir metin bulamadım. Tamam içki meclisinde kadeh tokuşturulabilir. Ama buradaki “çak” bana göre o çak değil! Belki “çakıştırmak” kadeh tokuşturmak yerine kullanılabilir, ama ona da rastlamadım.
“Çakıntı”nın başka anlamlarına hiç girmedim burada. Örneğin Attila İlhan Yaraya Tuz Basmak’da , Bıçağın Ucu’nda ve diğer romanlarında sık sık “ışık çakmaları”na benzer bir anlamda kullanır “çakıntı”yı. Halikarnas Balıkçısı da denizdeki pırıltı ve çakıntılardan söz eder. Aka Gündüz de Sansaros adlı romanında “bilgiyi açık etme” anlamında kullanır bu sözcüğü. Türkçe sözlükte “şimşek” karşılığı olarak da kullanıldığı yazılı. Türk Dil Kurumu da bir ara “flaş” yerine kullanılmasını önermiş “çakıntı”yı. Tabii kullanan da olmamış…

Alinti:

Foto: 1921 dolaylarında Florya mesiresinde bir çakıntı.

Çakıntı: i. (çak-mak “içki içmek”ten çak-ı-ntı < çak-ı-n-tı) İçki âlemi: Sağ olun beyim, ne emrederseniz onu çalayım. Çakıntı tekrar başladı (Refî C. Ulunay).

Çakmak:  İçki içmek: Her akşam birleşir, saat yedilere kadar çakarız (Ahmet Râsim).

[1] Aba atmaKonya civarında oynanan bir çocuk oyunun adı olup oyuncular birbirlerini top gibi kullandıkları bir bohça ile vurmaya çalışmaktadırlar. Oyun Gaziantep'te aba dolambaç, İstanbul'da orospu bohçası veya ebem kızda, Isparta'da boğça adlarıyla bilinmektedir

TIFF 2020 | Quo Vadis, Aida? by Jasmila Zbanic

$
0
0
The movie “Quo Vadis, Aida?” on the genocide in Srebrenica by Bosnian director Jasmila Zbanic, will be included in the programs of the world’s largest film festivals.

Mavi Boncuk | 

Quo Vadis, Aida?
Director: Jasmila Zbanic 
Running Time: 101’ Country: Bosnia and Herzegovina, Austria, Romania, Netherlands, Germany, Poland, France, Norway, Turkey (TRT)
Main Cast: Jasna Ðuričić, Izudin Bajrović, Boris Ler, Dino Bajrović, Boris Isaković

Bosnian director Jasmila Zbanic's "Quo Vadis, Aida?,” will be screened at the 45th Toronto International Film Festival, to be held between Sept. 10 and Sept. 19.

The movie, co-produced by Turkey's state broadcaster TRT, will be featured in the festival's "Contemporary World Cinema" section.

Toronto International Film Festival is the largest in the Americas but will feature only 50 films this year due to the COVID-19 pandemic.

"Quo Vadis, Aida?" addresses the Srebrenica massacre and is set in a U.N. base, right when Serbian troops kill tens of thousands of Bosnians, including women and children, in the city of Srebrenica. 

The compelling drama follows the journey of Aida, who works as a translator for the United Nations peacekeeping task force at a camp where her husband and two sons are being held along with thousands of other Bosnian citizens. As the Serbian army’s threat to overtake the camp escalates, the horizon for Aida’s family and community gets out of hand.

The film will also compete for the "Golden Lion Award" at the 77th Venice Film Festival, one of the most prestigious film festivals in the world. This year's Venice Film Festival is scheduled for Sept. 2-Sept.12.

It was also selected to be shown in the main competition section of the 77th Venice International Film Festival.[1]

A well-established Bosnian filmmaker, Žbanic won the Golden Bear in 2006 with her debut feature “Grbavica.” Her second feature “On The Path” also competed in Berlinale in 2010. Her following films, including “For Those Who Can Tell No Tales,” screened at Toronto, and “Love Island” which played at Locarno.

[1] “The story of Srebrenica is a part of our recent European history. It shows what happens if we don’t react on time to warning signs,” said Žbanic.

“The Venice film festival – after such a horrible period in Italy – is for us the most truthful place to raise questions on empathy and solidarity, the main focus of our film,” added Žbanic.

“Quo Vadis, Aida?” is one of the 18 movies slated to compete at the Venice Film Festival, whose lineup was unveiled on Tuesday.

Nicolas Eschbach, Indie Sales’ CEO and co-founder, said the company was “proud to be part of the Venice competition with ‘Quo Vadis, Aida?’ as festivals resume their activities.”

“It’s an honor to work with an established director such as Jasmila who successfully managed to depict a very sensible moment in our recent history. The work she achieved with Jasna Đuričić, her main actress, is particularly impressive,” said Eschbach.

“Quo Vadis, Aida?” was produced by Sarajevo-based Deblokada, in co-production with Austria’s coop99 filmproduktion, Romania’s Digital Cube, the Netherlands’ N279, Germany’s Razor Film, Poland’s Extreme Emotions, France’s Indie Prod, Norway’s Torden Film, Turkey’s TRT, ZDF ARTE, ORF and BHRT.


SIFF 2020 | Four Turkish films to compete in this year's Sarajevo Film Festival

$
0
0
Mavi Boncuk |

Mavzer" ("Mauser"), the cinematic story of life in a rural village in the mountains of Anatolia, will be making its worldwide debut at the 26th Sarajevo Film Festival (SFF), which will be held on Aug. 14-21 this year.

Directed by Turkish director Fatih Özcan and produced by Enes Erbay, the film will also be competing in the "Feature Film" category of the festival, vying against seven other films to be named the best. The three other competition sections are documentary, short and student film.

The film is centered around the life of Veysi, a sheepherder living in the middle of Anatolia with his son Mustafa. However, one morning his barn comes under attack by a pack of wolves, killing most of his herd. Wanting to better protect his animals from predators, Veysi decides to get better equipped and buys Mauser, the aptly-named "king of rifles." Eventually, he finds himself in the middle of multiple conflicts: a fight with a wolf and the other with his brother about their father's inheritance.

The film was shot in the Çamardı district of Niğde and received support from the Culture and Tourism Ministry.

Meanwhile, a few other Turkish names stand out among the competitors. "The Pageant" ("Yarışmacı"), a Turkish-French-Israeli and German joint production directed by Eytan Ipeker will be competing in the documentary category, while "Mamaville," directed by Irmak Karasu, and "The Great Istanbul Depression" ("Büyük Istanbul Depresyonu"), directed by Zeynep Dilan Süren, will be competing in the short and student film categories, respectively.

The news comes after the festival revealed its lineup of 49 films for the Heart of Sarajevo awards. The SFF is set to become the biggest physical festival to take place in Europe since the coronavirus pandemic broke out and forced the closure of such events. It will host 29 world premieres, six international debuts, two European premieres, 11 regional bows and one Bosnian-Herzegovinian launch. A total of 750 films submitted entries to compete, the festival said.

AIFF 2020 | Ankara Int’l Film Fest announces documentaries to compete

$
0
0
 
“Tenere” by Hasan Söylemez |Tenere tells the true story of African people who set out from Agadez, Niger, crossing the desert to reach Libya and Europe. In the film, we witness the arduous journey of Bachir from Agadez and his companions in a truck resembling Noah's ark. We see how they struggle both physically and emotionally with harsh natural conditions, thirst and many other problems. 

 

Mavi Boncuk | 

The films to be featured in the National Documentary Film Competition of the Ankara International Film Festival have been announced
A total of 11 adocumentary films will compete in the 31st annual festival, scheduled for Sept. 3-11 at Kızılay Büyülü Fener Cinema. The festival is organized by the World Mass Media Research Foundation with the support of the Ministry of Culture and Tourism.

While a total of 98 documentary films applied for this year's festival, just 11 were selected by the pre-jury consisting of director Hacer Yıldız, academic and documentary filmmaker Kurtuluş Özgen and academic Önder Özdem. The films to compete at the National Documentary Film Festival are “Sessizliğin Gözyaşları” (“Tears of Silence”) by Ali İhtiyar, “Ovacık” by Ayşegül Selenga Taşkent, “İçimdeki Küller” (“Ashes in My Heart”) by Ayten Başer Yetimoğlu, “Kuyudaki Taş” (“The Stone in the Well”) by Gökçin Dokumacı, “Enstantane” (“Instantaneous”) by Hakan Aytekin, “Tenere” by Hasan Söylemez, “Kadınlar Ülkesi” (“Women’s Country”) by Şirin Bahar Demirel, “Ege’nin Son Baharı” (“The Last Spring Of Aegean”) by Onur Erkin, “Ada’m” (My Island) by Turgay Kural, “Oyuncakçı Saklı Yadigarlar” (The Toymaker Hidden Heirloom) by Yağmur Kartal and “Asfaltın Altında Dereler Var!” ("Under The Road, The River!") by Yasin Semiz.

Turkish Military Cemetery in Marsa, Malta

$
0
0


Turkish Military Cemetery in Marsa, Malta 
(Indo-Mughal - Oriental Eclecticism

Mavi Boncuk | 

Sultan Abdülaziz, who visited Malta in 1867 during his European visit,
seeing the ravaged state of martyrdom cemetery, orders the Ottoman consul Naum Duhani to move it to a more beautiful place and to be re-built. Maltese architect Emanuele Luigi Galizia[1] (1830-1906)  undertook the design and construction.

According to a notary public record of 11 June 1873 Xatt al Qwabar property was given with a treaty signed by Duhany Efendi and the Maltese Government in return to the Turkish government, was given rights in the Ta Sammat region.

It was decided to move the interred in the old cemetery to the new cemetery in 6 monthsAn important majority of the gravestones were moved to the new cemetery, with one given to the Maltese Museum for display. New martyrdom was  completed by Galizia in 1874, opened as a Western orientalist Andalusia style and portrays a slightly eclectic mix of Iran and Hind Muslim forms.

Symmetrically designed on a 46 meters width by 80 meters length parcel
surrounded by high walls like a castle, with corner minarets and low minarets every 10 meters. A Tuğra dated 1290 is placed outside the entrance door consisting of a flamboyant dome and 4 minarets emphasizing that it was built by the order of the Ottoman Sultan.

There is a central road with tumbs located left and right. At the other end of the building, a Masjid and a burial ablution hall were built with a stone slab for the ceremony
The mosque here for many years (until 1970) remained the only Muslim sanctuary in Malta. There was not much burial in Martyrs until the Great War. At the start of the first world war, the Turkish  prisoners were sent to the island as a  some are buried here. it was repaired by Commander Kuşçubaşı Eşref Bey and
a Martyr Monument was built.

List of the buried during the First World War in martyrdom and their origins
in the inscriptions indicate that the martyrs in Malta in general
were those coming from the Arab  provinces of the Ottoman Empire.






ALORS – QUE – LE – SOLEIL – SERA – COURBÉ
ET – LES – ÉTOILES - TOMBERONT
DES - TOMBEAUX – SCELLÉS - PAR - LA - MORT
SERONT - BOULEVERSÉS
ET - DE - CE – LIT - DE - POUSSIÈRE
EVEILLÉS - DU - SOMMEIL
SORTIRONT – ROYONNANTS
LES – ENFANTS – DE – LA – FOI – ET – DE – LA - PRIÈRE
_______
DIEU - N’EST - IL - PAS - ASSEZ - PUISSANT
POUR – FAIRE – REVIVRE - LES - MORTS
_______
ÉRIGÉ – EN - L’ANNÉE – DE - L’HÉGIRE – 1290
SOUS – LE – RÈGNE – DE – SA – MAJESTÈ – IMPÉRIAL
ABDUL – AZIZ – KHAN
EMPEREUR – DES – OTTOMANS
NAOUM – DUHANY- EFEENDY
SON – CONSUL – GÉNÉRAL – À – MALTE
_______
E. L. GALIZIA – ARCHITECTE

(Meaning: As the sun will set and the stars will fall, tombs sealed by death will be disturbed and from this bed of dust awakened from sleep they will emerge radiant the children of the faith and of prayer.
_______
Is not God mighty enough to revive the dead?
_______
Erected in the year 1290 from the Hegira during the reign of his Imperial Majesty Abdul Aziz Khan Emperor of the Ottomans.
Naoum Duhany Efeendy - his Consul General to Malta.
_______
E. L. Galizia - Architect)


See also: Malta Türk Şehitliği / The Turkish Cemetery at Malta Mehmet TÜTÜNCÜ
SOTA Research Centre for Turkish and Arabic World Haarlem – Hollanda 

e-posta: m.tutuncu(at)gmail(dot)com 

Bibliography 

Víncenza Grassi, The Turkish Cemetery at Mrsa on malta island Historicla Background, topography and tombstones, Studi Maghrebini Nuova Seria Volume II Napoli 2004 pp. 177-201 

Arne A. Ambros, Selected Inscriptions from The Islamic Cemetery at marsa, malta , WZMK 7-17 

Un’Iscriziione Turca del 1817 a Malta, Oriento Modernoi, Nuova Serie Anno 6(67) nr. 4/6 (aprile Giugni 1987) pp. 99-100 

[1] Emanuele Luigi Galizia

pictured E.L. Galizia as Superintendent of Public Works in 1880

Emanuele Luigi Galizia (7 November 1830 – 6 May 1907) was a Maltese architect and civil engineer, who designed many public buildings and several churches. He is regarded as "the principal Maltese architect throughout the second half of the nineteenth century".

Galizia graduated as a civil engineer and architect from the University of Malta, and in 1846 entered government service as an apprentice of William Lamb Arrowsmith. He became government perito in 1856 and, four years later, the chief perito, being responsible for all the government's public works. He became Superintendent of Public Works in 1880, which came with a seat on Malta's Legislative Council.

Galizia was made a knight of the Order of St. Gregory the Great by Pope Leo XIII, and he became a member of the Order of the Medjidie during Sultan Abdülaziz's visit to Malta in 1867 in recognition of Galizia's completion of the Turkish Military Cemetery in Marsa, which was commissioned by the Sultan.

He became a member of the Institution of Civil Engineers in 1886, and a fellow of the Royal Institute of British Architects in 1888. That year, the government sent him on a tour of Italy, France and England to broaden his knowledge of Gothic Revival architecture, and possibly also to provide advice on Tower Bridge in London (completed in 1894), and the Victorian restoration works at the Brighton Pavilion.

Galizia was also an examiner at the faculty of civil engineering at the University of Malta.

He was also commissioned by the Imperial Government to visit Cyprus soon after the British occupation of the island and report upon its possible colonisation. The first visit was made in conjunction with Sir Adrian Dingli and Professor Schinas; subsequently he travelled in the company of Marquis Testaferrata Olivier. The reports of the visits and surveys were printed and published under the authority of the Government at the time.An Institute of Civil Engineers obituary published in 1907 praised his "tact and affability [which] endeared him to the whole community, whilst the ability and thoroughness which he displayed in all his work gives him a permanent place in the record of professional achievement in Malta."

According to Derek Moss, Galizia

"adopted an exotic and flamboyant arabesque style with horseshoe arches and carvings which he applied to building three large terraced single storey houses (Alcazar, Pax, Alhambra) in Rudolf Street on the main access into the heart of Sliema. These were the first scheduled houses in Sliema, surrounded by fields, which dominated the rural landscape, and were seen from afar. He also designed the Police Station at the Ferries landing place and St. Gregory’s church. The Diana fountain erected in St Anne Square to commemorate the supply of fresh water to Sliema is also by Galizia’s hand. Today this stands in Balluta square."

Galizia married Victoria Vella, daughter of the Hon. Giovanni Vella CMG (a great-great-great grandfather of Daphne Caruana Galizia), and they had five children: James, Godwin, Emilia, Giovanna and Francesca Galizia.

Films to compete at Ankara Int'l Film Fest Announced

$
0
0

Ümit Ünal’s “Aşk, Büyü, vs.” (Love, Magic, etc.)

Mavi Boncuk |The movies featured in the National Feature Films Competition of the Ankara International Film Festival, organized by the World Mass Media Research Foundation with the support of the Ministry of Culture and Tourism for the 31st time, have been announced.

The festival, initially scheduled to be held in June but postponed due to the global pandemic, will be held at the Kızılay Magic Lantern Cinema from Sept. 3-11, 2020. The films that will be screened at the organization will meet the audience for the first time in the capital Ankara and in movie theaters. Screenings will take place in conditions where the audience will feel safe and in the halls where COVID-19 measures will be taken, with a 50% occupancy rate.

A still shot from Faysal Soysal’s “Ceviz AWhile a total of 23 films applied for the festival, nine out of them were selected by the pre-jury consisting of academic Ali Karadoğan, World Mass Media Research Foundation President Irfan Demirkol and produder Zeynep Ünal. The productions to compete at the National Feature Films Competition are Cihan Sağlam’s “Uzun Zaman Önce” (Long Time Ago), Erkan Yazıcı’s “Uzak Ülke” (Faraway Land), Eylem Kaftan’s “Kovan” (The Hive), Faysal Soysal’s “Ceviz Ağacı” (Silenced Tree), Leyla Yılmaz’s “Bilmemek” (Not Knowing), Maryna Er Gorbach and Mehmet Bahadır Er’s “Omar and Us,” Mehmet Emin Yıldırım’s “Şair” (The Poet), Onur Ünlü’s “Topal Şükran’ın Maceraları” (Adventures of Şükran the Lame) and Ümit Ünal’s “Aşk, Büyü, vs.” (Love, Magic, etc.)

The National Feature Film Competition jury, chaired by director Yeşim Ustaoğlu and composed of film editor Aylin Zoi Tinel, actor Berkay Ateş, actress Tuğçe Altuğ and movie critic Uğur Vardan, will hand out prizes in 12 categories. The film to be deemed worthy of the Best Film Award will be awarded TL 50,000 ($7,303) while the film to win the Mahmut Tali Öngören Special Award, where the first films are evaluated, will be presented TL 10,000. The winners of the festival will be announced at the festival's award ceremony on Sept. 11.

Word Origin | Sektör, Kesim

$
0
0

There is no need to use the word 'sektör' when 'kesim' exists.

Mavi Boncuk | 

Sektör: Bölüm, kol, dal, kesim; from FR secteur; sector[1] , category[2]  EN.

İktisâdî faâliyetlerin yapılmasını sağlayan kuruluşların meydana getirdiği iş kolu grubu: “Özel sektör.” “Kamu sektörü.” “Devlet sektörü.” “Sigorta sektörü.” Tütün fiyatları pek dar bir sektöre hazîne külfeti olmadan yapılmış bir iyiliktir (Burhan Felek).

Kesim: fromTR kes- +Im  kes-, kesit, 2. geometride dairenin iki kirişi arasında kalan dilim, 3. fromLAT sector kesen .secare, sect- kesmek, bölmek +or → segman

Bölüm, kısım: “Kamu kesimi.” “İşçi kesimi.” Biz, kavgayı sâdece belirli bir kesimin üzerine yıkmaya fenâ alışmışız (Rauf Tamer).


[1] sector (n.) 1560s, "section of a circle between two radii," from Late Latin sector "section of a circle," in classical Latin "a cutter, one who cuts," from sectus, past participle of secare "to cut" (from PIE root *sek- "to cut"). Translated Greek tomeus in Latin editions of Archimedes. Meaning "area, division" appeared 1920, generalized from military sense (1916) of "part of a front," based on a circle centered on a headquarters. As a verb from 1884. Related: Sectoral; sectorial.

[2] category (n.) 1580s, in Aristotle's logic, "a highest notion," from Middle French catégorie, from Late Latin categoria, from Greek kategoria "accusation, prediction, category," verbal noun from kategorein "to speak against; to accuse, assert, predicate," from kata "down to" (or perhaps "against;" see cata-) + agoreuein "to harangue, to declaim (in the assembly)," from agora "public assembly" (from PIE root *ger- "to gather").

The verb's original sense of "accuse" had weakened to "assert, name" by the time Aristotle applied kategoria to his 10 classes of things that can be named. Exactly what he meant by it "has been disputed almost from his own day till the present" [OED]. Sense of "any very wide and distinctive class, any comprehensive class of persons or things" is from 1660s.

category should be used by no-one who is not prepared to state (1) that he does not mean class, & (2) that he knows the difference between the two .... [Fowler]

Viewing all 3499 articles
Browse latest View live