Pictured: Ali Kemal with his wife, Winifred Brun. British PM Boris Johnson’s [1]paternal great-grandfather was Ali Kemal, a journalist for the Ottoman Empire who worked mainly in the region that is now Turkey.
Born in 1867 to a mother of Circassian heritage (a region along the northeast shore of the Black Sea), Kemal’s journalism allowed him to travel extensively and took him to many countries. One of his destinations was Switzerland, where he met Winifred Brun, an Anglo-Swiss woman and the daughter of a Margaret Johnson. They married in London in 1903.
Ali Kemal was outspoken against the waning Ottoman Empire, condemning the massacres of the empire’s Armenians during the First World War, and demanding that those responsible for the crimes be brought to prosecution and punishment. Ali Kemal was one of the members of the Ottoman delegation to the Paris peace conference in June 1919.[2]
[1] During the First World War, the Ottoman Empire was allied with Germany, and so Kemal’s son and daughter – who were living in England – adopted their maternal grandmother’s maiden name of Johnson. Kemal’s son Wilfred Johnson (going by his middle name) married Irene Williams, and their son was Stanley Johnson, Boris’ father. [2] "Turk Mission Leaves For Paris". The Times. London. 11 June 1919. p. 14.
The Paris Peace Conference, 1919 gathered 27 nations at the Palace of Versailles to shape the future after World War I. The Russian SFSR was not invited to attend, having already concluded a peace treaty with the Central Powers in the spring of 1918. The Central Powers - Austria-Hungary, Germany, Bulgaria and the Ottoman Empire - were not allowed to attend the conference until after the details of all the peace treaties had been elaborated and agreed upon. 17 Haziran 1919’da Osmanlı Devleti temsilcisi olarak Paris barış görüşmelerine katılan Sadrazam Damat Ferid Paşa, toplantıda yaptığı konuşma..."senelerden beri ittihat ve Terakki Komitesinin rıbka-i tahakkümü altında kalmış olan Türklerin hali, bugün terhibkâr bir Bolşevik terörist idaresi altında bulunan Rusların vaziyetine müşabih olduğundan, biri hakkında ibraz edilen meveddet-i insaniyetkârâne ve hayırhâhâne, diğerinden diriğ edilmemelidir Biri ihtilalcilerin efalinden me’sul tutulmadıkları halde muhâtab olması muvâfık-ı nısfet olamaz. Nur-ı hakikat bir müddetten beri Avrupa efkarı ammesine nufûz etmeğe haşladı, ittihat komitesi aleyhinde Dersaadet’te cereyan eden muazzam dava, devletin en yüksek makamatını işgal etmiş olan rüesa-yı cemiyetin harb ve fecâyii meselelerindeki mes’uliyetlerini izhâr ve irâe eyledi. Bu hâl millet-i Osmaniyenin beraatidir." Pictured: Ali Kemal with daughter named Selma Mavi Boncuk | ALİ KEMAL (1867-1922) Gazeteci, yazar, edebiyat ve siyaset adamı. SOURCE Müellif: MUSTAFA UZUN[*] İstanbul’da Süleymaniye’de doğdu. Asıl adı Ali Rızâ’dır. Babası çalışkan, dindar bir kimse olan ve aile hayatına, saltanata bağlılığıyla tanınan Mumcular kâhyası Çankırılı Balmumcu Ahmed Efendi’dir. Ali Kemal mahalle mektebinden sonra Kaptanpaşa Rüşdiyesi’ne devam etti (1876). Buranın 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi yüzünden kapatılması üzerine ertesi yıl Gülhane Askerî Rüşdiyesi’ne girdiyse de haşarılığı yüzünden bir süre sonra kovuldu (1881). Daha sonra Süleymaniye Camii’nde cami derslerine başladı. Burada Tuhfe-i Vehbî ile Gülistân’ı ezberledi. Komşularından mâbeyinci İzzet Bey’in tavsiyesi ve annesinin ısrarıyla Mekteb-i Mülkiyye’ye girdi (1882). Ahmed Midhat ve bilhassa Muallim Nâci’nin tesiri altında ilk şiirlerini bu yıllarda kaleme aldı. Yine bu sırada Muallim Nâci’nin çevresinde teşekkül eden gruba yakınlık duyan Ali Kemal, mektepteki arkadaşlarıyla Gülşen adlı bir dergi çıkararak (1886) ilk şiir ve yazılarını burada yayımlamaya başladı. Bu dergide biraz gençlik hevesi, biraz da şöhret kazanmak arzusuyla Menemenlizâde Tâhir ve Hoca Hayret gibi devrin önde gelen şair ve âlimleriyle münakaşalara girdi. Bu ilk yazılarında Ali Kemal adını kullandığından daha sonra bu adla tanındı. Mülkiye tahsili ve buradaki hocaların tesiriyle Muallim Nâci tarzındaki şiir ve edebiyat anlayışı zamanla değişikliğe uğrayarak daha çok siyasî ve sosyal meselelerle ilgilenmeye başladı. Mülkiye’deki hocaları arasında özellikle Mizancı Murad’ın kendisini derinden ve esaslı bir şekilde etkilediği anlaşılmaktadır. Daha iyi Fransızca öğrenmek için çareler arayarak bazı teşebbüslerden sonra Uşşâkīzâde Süleyman Bey’le Fransa’ya gitti (1887). Bir taraftan Fransızca’sını ilerletirken diğer taraftan da Paris’te bulunan değişik gruplara bağlı Türkler’le temas kurdu. Bir müddet Paris ile Cenevre arasında gidip geldi, ancak sonunda Cenevre’de karar kıldı. Burada Gros’un derslerine devam etti. Tanışıp dostluk kurduğu Rozenşild adlı bir Rus kızının Cenevre’den ayrılması üzerine 1888’in ilkbaharında İstanbul’a döndü. Dokuz ay kadar kaldığı Avrupa’da gördüklerini uygulamak düşüncesiyle Mülkiye’deki arkadaşlarıyla İstanbul’da bir öğrenci derneği kurdu. Fakat derneğin dördüncü toplantısında yakalanarak tevkif edildiyse de ceza almadan kurtuldu. Bu sırada yeniden açılan Mülkiye Mektebi’nin imtihanlarına girerek beşinci sınıfa devama başladı. Abdülhalim Memduh ve Fahreddin Reşad’la beraber yalnız tercüme hikâyeler neşretmek üzere, ancak tek sayı yayımlanabilen Mütâlaa adlı bir dergi çıkardı (1888). Aynı günlerde arkadaşı Abdülhalim Memduh ile gizli bir cemiyet kurmaya kalkıştıkları için bir ihbar sonucu tevkif edildi. Dokuz ay süren tutukluluktan sonra affedilerek birer münasip memuriyetle sürgüne gönderildiler. Ali Kemal, yanına annesiyle kız kardeşini alarak memur edildiği Halep’e gitti (1889). Burada bulunduğu sırada vilâyetteki yenilik taraftarı bazı memurlarla vali Ârif Paşa’ya karşı bir grup oluşturdu. Aynı zamanda idâdîde tarih ve edebiyat hocalığı yaptı, görevinde başarı gösterek maarif müdürü Tosun Paşazâde Tevfik Bey’in takdir ve dostluğunu kazandı. Bu arada eski Halep mebusu Şeyh Beşir Gaza’dan Arapça, hadis ve tefsir okudu. Maarif Nezâreti’nin okul kitapları için açtığı yarışmada İlm-i Ahlâk adlı eseri birincilik kazandı, fakat kendisinin bir sürgün olduğu öğrenilince mükâfat yerine idâdîdeki görevinden azledildi (1893). Çeşitli memuriyetlerle Halep ve civarını gezdikten sonra izin almadan İstanbul’a döndü. Sürülmesi için tekrar karar çıktığını öğrenince bu sefer Paris’e kaçtı (1895). Burada bir taraftan İkdam gazetesinin muhabirliğini yaparken diğer taraftan da yarım kalan tahsilini tamamladı ve Siyasal Bilgiler Okulu’ndan (École Libre des Sciénces Politiques) diploma aldı (1899). “İkdam’ın Paris Muhabiri” adıyla “Paris Musâhabeleri” başlığı altında her hafta İkdam’a gönderdiği yazıları ile Türk okuyucusuna Batı dünyasını, buradaki sanat ve edebiyat anlayışı ile faaliyetlerini tanıtmaya çalıştı. Yazılarında Edebiyât-ı Cedîde’ye çeşitli ta‘rizlerde bulunması üzerine Hüseyin Cahit tarafından Servet-i Fünûn’da tenkit edildi ve mektuplarında ele aldığı bazı konuların Figaro’dan aktarma olduğu ortaya çıkarıldı. Böylece ikisi arasında daha sonra da devam edecek şiddetli bir çatışma başlamış oldu. Çok rağbet gören ve dört yıl kadar devam eden bu yazı serisi hükümetin yasaklaması sonucunda kesintiye uğradı. Bu arada Paris’teki Jön Türkler’le tanıştı ve Mizancı Murad’ın gelmesiyle yeni bir şekil kazanan Jön Türk hareketinin içinde yer aldı. Jön Türk hareketini bir bütün olarak yürütüp kontrol etmek maksadıyla kurulan “Hey’et-i Teftiş ve İcrâ”nın neşriyat komitesi üyesi oldu. Ancak Murad Bey’in, Ahmed Rızâ ve etrafındakilerle ihtilâfa düşmesi üzerine Sultan Abdülhamid ile anlaşarak İstanbul’a gelmesinden sonra Jön Türkler’den ayrıldı ve bütünüyle onların aleyhine döndü. Nitekim bu anlaşmazlık daha sonraki yıllarda gittikçe artarak sonunda düşmanlığa dönüşmüş, hatta İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ni Jön Türkler’in, Kuvâ-yi Milliye’yi de İttihat ve Terakkî’nin devamı saydığından hepsine karşı şiddetle menfi bir tutum takip etmiştir. Ali Kemal bu devrede İsviçre’nin Zürih şehrinde Türkler’e mahsus bir Mekteb-i Sultânî açmak ve mezunlarını Avrupa’nın önde gelen üniversitelerine göndermek gibi önemli bir projeyi gerçekleştirmek için çalıştıysa da talebe bulamadığından bundan vazgeçti. Paris’teki Türk öğrencilerin işlerini takip etmek üzere talebe nâzırı oldu, fakat işinden ve talebelerin çalışmalarından memnun kalmayınca kısa zamanda istifa etti. Yine bu yıllarda Brüksel Sefâreti ikinci kâtipliğiyle görevlendirilmişti (1897). Bir taraftan sefir Münir Paşa ile araları açık olduğu, diğer taraftan Jön Türkler’in faaliyetlerini takip etmek ve neşriyatta bulunmalarını önlemek maksadıyla Ahmed Celâleddin Paşa ile anlaştığı için Cenevre’de kalarak Brüksel’e gitmemişti. Fakat daha sonra sarayın Jön Türkler’le anlaşması ve genel bir af çıkarılması üzerine sefir tarafından Brüksel’e davet edilince istifa etti (1898). Avrupa’da yapacak bir işi kalmaması ve malî durumunun da bozulması sebebiyle bir Mısırlı prense ait çiftliği idare etmek için Kahire’ye davet edilince İspanya ve Tunus üzerinden Kahire’ye gitti (1900). Burada oldukça rahat günler geçiren Ali Kemal bilhassa yazı hayatı ve gazetecilik yönünden verimli bir döneme girdi. Yol hâtıralarını Tunus isimli kitabında anlattı. Mes’ele-i Şarkiyye adlı kitabını bastırdı. Sadece tek sayı yayımlayabildiği Mecmûa-i Kemâl adıyla bir dergi çıkardı (1901). Seyahat intibalarının yer aldığı ve yazılarının çoğu kendi kaleminden çıkan bu dergiden sonra Türk (1903-1907) gazetesini yayımlamaya başladı. Burada Yusuf Akçura’nın meşhur “Üç Tarz-ı Siyâset” adlı yazı serisini “Cevabımız” başlıklı bir yazıyla tenkit etti. Yaz tatili için gittiği İsviçre’de tanıştığı bir kızla ertesi yıl Londra’da evlendi (1903). Bir süre daha Kahire’de kaldı, ancak bu yıllarda Mısır’da ortaya çıkan iktisadî buhran sebebiyle o da sıkıntıya düştü. Hükümetin izniyle Meşrutiyet’in ilânından kısa bir süre önce Paris üzerinden İstanbul’a döndü ve böylece yirmi yıllık sürgün hayatı sona erdi (1908). İstanbul’da bir taraftan İkdam gazetesinin başmuharrirliğini yaparken diğer taraftan da Mekteb-i Mülkiyye’de siyasî tarih, Dârülfünun’da Osmanlı tarihi okutmaya başladı. Yeni kurulan Ahrar Partisi üyesi olarak İkdam’daki yazılarıyla İttihat ve Terakkî Cemiyeti ile hükümetlerinin aleyhinde bulunan ve hatalarını cesaretle tenkit eden Ali Kemal, bu sebeple gazetesi Tanin’i ve kalemini ittihatçıların emrine veren Hüseyin Cahit’le tekrar çatıştı. Yine bu sırada İttihat ve Terakkî Cemiyeti tarafından yayımlanan ve sahipliğini Dr. Bahaddin Şâkir’in yaptığı Şûrâ-yı Ümmet gazetesi ile çatıştı. Gazetede çıkan “İsminden Utanmayanlar Silsilesinden Ali Kemal Bey’in Hakikati” adlı bir yazı üzerine Ali Kemal Dr. Bahaddin Şâkir aleyhine hakaret davası açtı. Türk basın tarihinde “Şûrâ-yı Ümmet-Ali Kemal Davası” adıyla bilinen bu meşhur dava, bir ay kadar süren muhakeme sonunda Dr. Bahaddin Şâkir’in beraati ile sonuçlanmıştır (1909 Mayıs sonu). Ali Kemal’in Jön Türkler’le münasebet ve mücadelesi hakkında mühim bilgiler taşıyan bu davanın safahatı, daha sonra neşredilmiştir (Şûrâ-yı Ümmet-Ali Kemal Davası, İstanbul 1325, 168 s.). 31 Mart Vak‘ası’nı takip eden günlerde yeniden iktidara geçen İttihatçılar tarafından idam edilmek korkusuyla İstanbul’dan Paris’e kaçtı. Daha sonra Londra civarında Bournemouth’a yerleşti. Sık sık gidip geldiği Paris’te Yeni Yol adlı bir dergi çıkardı (1909). Ancak çıkışından bir süre sonra derginin Türkiye’ye girişi yasaklanınca kapatmak zorunda kaldı. Bu arada eşi de öldü. Ali Kemal bu dönemde Fetret adlı romanını kaleme aldı (1911). 1912 yılı Temmuzunda İttihat ve Terakkî iktidarı değişip genel af ilân edilince ağustos ayında İstanbul’a döndü ve yeniden İkdam’da başmuharrir olarak yazmaya başladı. Ancak altı ay sonra Bâbıâli Baskını’yla hükümet devrilip İttihatçılar tekrar iktidara geçince Ali Kemal Viyana’ya sürüldü. Üç ay sonra İstanbul’a döndü. Büyükada’ya yerleşerek Bir Safha-yı Târîh ve Ricâl-i İhtilâl adlı eserlerini yayımladı (1913). Aynı yılın ekim ayından itibaren Peyâm’ı çıkarmaya başladı. Bu arada Tophane müşiri Zeki Paşa’nın kızı ile evlendi (Ocak 1914). Yaptığı muhalefet okuyucular tarafından tutulmakla birlikte hükümet Ali Kemal’in tenkitlerine dayanamadı, temmuz başında gazetesini kapattı ve yazı yazmasını yasakladı. Bir ay sonra I. Dünya Savaşı çıkınca maddî durumu iyice bozulan Ali Kemal bu yıllarda öğretmenlik yaptı ve ticaretle uğraştı. Harbin sonuna doğru kontrol gevşeyince tekrar yayın ve yazı faaliyetlerine döndü. Bu dönemdeki yazılarının ilki Ruşen Eşref’in edebiyat hakkındaki anketine verdiği cevaptır (Diyorlar ki, İstanbul 1334, s. 291-340). Râşid Müverrih mi Şair mi? adlı kitabını da bu sırada yayımladı (1918). Mütarekeden sonra politikaya atılan Ali Kemal önce Osmanlı Sulh ve Selâmet Cemiyeti’nin kurucusu ve idare meclisi üyesi (1918), ardından da Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın genel sekreteri oldu. Birinci Damad Ferit Paşa kabinesinde Maarif nâzırı (3 Mart 1919), ikincisinde ise Dahiliye nâzırı (19 Mayıs 1919) oldu. Bu sırada Anadolu’daki valilere, Paris’te başlayan barış görüşmelerinden aleyhte bir karar çıkması endişesiyle, görüşmeler sonuçlanıncaya kadar herhangi bir çatışma ve karışıklığa sebep olacak ve düşmanın yeniden müdahalesini gerektirecek faaliyetlerden kaçınılmasını isteyen (bk. Bayar, VIII, 2493), Kuvâ-yi Milliye aleyhine ve Mustafa Kemal’in azline dair iki tamim gönderdi (bk. Ali Kemal, s. 182-184). İngiliz mandası taraftarı olarak İngiliz Muhipleri Cemiyeti Merkez Kurulu üyesi oldu. Yunanlılar’ın İzmir’e çıkması ve Anadolu içlerine doğru ilerlemesinin devam ettiği bu günlerde Paris’te Osmanlı tezi reddedildi ve kabine üyelerinden Nâfia vekili Ferid Bey’le Eşil Lâyihası meselesinde aralarında çıkan anlaşmazlık sebebiyle Ali Kemal de nâzırlıktan istifa etti (26 Haziran 1919) (bk. Tunaya, II, 295-296). Tekrar gazeteciliğe başlayarak Peyâm’ı yeniden çıkardı (14 Ağustos 1919) ve Kuvâ-yi Milliye aleyhindeki yazıları sebebiyle talebeler tarafından istifaya zorlanıncaya kadar Dârülfünun’daki derslerine devam etti. Peyâm bir müddet sonra Mihran Efendi’nin Sabah gazetesi ile birleşerek Peyâm[-ı]-Sabah adı altında ve Ali Kemal’in idaresinde Millî Mücadele aleyhinde yayınını sürdürdü (Ocak 1920). Ali Kemal’in Artin Kemal adıyla anılmasının sebeplerinden biri de budur. Bu sırada millî kuvvetler Anadolu’da Yunanlılar’la savaşa devam ediyor, yer yer kazanılan zaferler çekilen sıkıntıları ve mâruz kalınan eziyetleri unutturuyordu; fakat Anadolu’nun zafer ihtimali henüz kesin olarak belirmediğinden Ali Kemal hâlâ Ankara’ya muhalefetini sürdürüyor ve Ankara hükümetini İttihatçılar olarak görüyordu. Nihayet Yunan kuvvetlerinin bozguna uğraması üzerine düştüğü hatayı kabul ederek, 10 Eylül 1922 tarihli “Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir” adlı son başmakalesinde yanılmış olduğunu açıkladı. Lozan Antlaşması’ndan kısa bir süre önce Ankara hükümeti Ali Kemal’in Ankara’ya sevkini istemişti. Bunun üzerine Ali Kemal İstanbul’dan kaçırıldı ve trenle Ankara’ya gönderileceği sırada İzmit’te Nûreddin Paşa’nın emriyle (bk. Apak, s. 264) linç edilerek öldürüldü (6 Kasım 1922). Nevi şahsına münhasır ve muhafazakâr bir insan olan Ali Kemal Türkçe’yi üstün bir kabiliyet ve ustalıkla konuşmak, kendine has bir üslûpla kolay, çabuk ve tashihsiz yazmakla tanınmıştır. Mülkiye’den hocası olan Mizancı Murad’ın büyük ölçüde tesirinde kaldığından, hayatı tıpkı onunki gibi yurt içinde ve dışında çeşitli mücadelelerle geçmiş, mizacının da tesiriyle daima muhalifler safında yer almış, bir mücadele ve münakaşa adamı olarak yaşamıştır. Ancak kanaatlerinde inatla ısrar etmesi ve daima ön safta olmak arzusu hayatına mal olmuştur. Kendisi, yıllarca memleketine hizmet için çalıştığı halde beklediği ve hak ettiği ilgi ve yardımı görmediğinden şikâyet etmiştir. Yine mizacının tesiriyle giriştiği işlerin hemen hiçbirinde uzun süreli başarı sağlayamamış ve mücadeleden yorgun düştüğü zamanlarda kırgın bir hayat sürmüştür. Eserleri. Daha çok siyasî yazıları ve gazeteciliğiyle tanınan Ali Kemal’in en önemli yazıları edebiyat, dil ve tarih konularındadır. Büyük bir kısmı gazete ve dergilerde kalan yazılarının ancak bir bölümü sonradan kitap haline getirilmiştir. Romanları. Yayımlanmış eserleri arasında ilk sırada roman denemeleri gelir. Romandan çok uzun hikâye denebilecek bu eserlerinde Ali Kemal karşılaştığı veya başından geçen bazı olayları anlatmıştır. 1. İki Hemşire (İstanbul 1315). Halep’teki sürgün yıllarında bir kısmı kendi başından geçen olayların hikâye edildiği bir romandır. 2. Çölde Bir Sergüzeşt (İstanbul 1316). Yazarın yine Halep günlerinin çeşitli akislerini taşıyan bir romandır. Bu iki eser, ilk yayımlarından bir müddet sonra yazar tarafından bir araya getirilerek Bir Safha-i Şebâb adıyla ikinci defa yayımlanmıştır (İstanbul 1329). 3. Fetret (İstanbul 1329). Ali Kemal’in siyasî, edebî ve sosyal görüşlerinin yer aldığı ve kahramanının şahsında kendini ve ailesini anlattığı, bu yüzden bir nevi otobiyografisi olma özelliğini de taşıyan bir romandır. Edebî ve Tenkidî Eserleri. 1. Sorbon Dârülfünûnu’nda Edebiyyât-ı Hakîkiyye Dersleri (İstanbul 1314). Modern Fransız edebiyatını bütün yönleriyle tanıtan ve Türk edebiyatı tarihinde modern tenkit anlayışına örnek olabilecek yazılardan meydana gelen bir eserdir. Daha sonra bazı tashih ve ilâvelerle yeniden basılmıştır (İstanbul 1330). 2. Paris Musâhabeleri (I-III, İstanbul 1315). Ali Kemal’in Paris’ten İkdam’a gönderdiği yazılarının bir kısmını topladığı eseridir. Gördüğü ilgi üzerine daha sonra iki cilt halinde yeniden yayımlanmıştır (İstanbul 1329-1331). 3. Râşid Müverrih mi Şair mi? (İstanbul 1334). Ahmed Refik’in Vak‘anüvis Râşid hakkında Yeni Mecmua’da yayımladığı bir yazı ile mecmuayı çıkaran Refik Halit’in bir münasebetle Peyâm’ı tenkit etmesi üzerine kaleme alınmıştır. Yazar burada Râşid’in bir tarihçiden ziyade sadece vak‘anüvis, fakat iyi bir şair olduğunu ileri sürer. Görüşlerini ispat etmek için bir taraftan çok iyi bildiği divan edebiyatının bir değerlendirmesini yaparken diğer taraftan da Sultan III. Ahmed devri olaylarını siyasî tarih gözüyle ele alarak Râşid’in yapamadığı tarihçiliğin nasıl olması gerektiğini göstermek ister. Ali Kemal’in edebiyatımızda tenkit türünde örneği az görülen bu eseri, onun tenkitçi yanını ve kültürünün genişliğini göstermektedir. Bunlardan başka Ruşen Eşref’in anketine yazılı olarak verdiği ve Türk edebiyatının geçmişi, o günkü durumu ve geleceği üzerinde dikkate değer görüşlerinin yer aldığı orta boy bir risâle hacmindeki cevabı ile (Diyorlar ki, İstanbul 1334, s. 291-340; yeni harflerle sadeleştirilmiş yayımı, Şemsettin Kutlu, Ankara 1985, s. 267-314) Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyâset’ini tenkit için yazdığı ve bu eserin müstakil olarak yapılan baskılarında yer alan “Cevabımız” başlıklı makalesi de zikredilmelidir (İstanbul 1327; Enver Ziya Karal’ın giriş ve değerlendirme mahiyetindeki önsözü ile Ankara 1976, 1987, s. 37-44). Ayrıca onun Mizancı Murad Bey’e yazdığı mektuplardan on sekiz tanesi Birol Emil tarafından yayımlanmıştır (Jön Türklere Dair Vesikalar, s. 35-60). Ali Kemal’in bir kısım mektupları da Ahmed Bedevî Kuran tarafından konularına göre parça parça neşredilmiştir (İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 108-109, 119, 133, 137, 161). Bu kitabın 138-146. sayfaları arasında neşredilen mektupların çoğu, aynı yazarın Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücadele adlı eserinde tekrar basılmıştır (s. 300-309). Bazı şifahî bilgilere göre, üzerinde adı bulunmamakla beraber Edebiyat ve Siyâsiyat (İstanbul 1326) adlı eserin de Ali Kemal’e ait olduğu kabul edilmektedir. Tunus (Paris 1900) adlı eser ise yol hâtıralarını anlattığı küçük bir risâledir. Tarihe Dair Eserleri. 1. Mes’ele-i Şarkiyye-Medhal (Kahire 1900). “Şark meselesi”nin mahiyeti, ortaya çıkışı, safhaları, bunun aslında bir hilâl-salip mücadelesi olduğu yerli ve yabancı birçok ilim adamının eser ve fikirlerinden hareketle açıklanmış, gerekli tenkitler yapılarak Şark ve Garp dünyasının yanlışlıkları açıkça belirtilmiştir. 2. Bir Safha-i Târîh (İstanbul 1329). Yazarın siyasî tarih şuurunun gelişmesine hizmet maksadıyla bir araya getirdiğini belirttiği, memleket içinde ve dışında cereyan eden günlük olayların ilhamıyla İkdam’da yayımladığı yazılardan meydana gelen bir eserdir. 3. Ricâl-i İhtilâl: Condorcet, Saint Just, Danton, Robespierre (İstanbul 1329). Fransız İhtilâli’nin önde gelen isimlerinden dördünün hayat hikâyelerinin anlatıldığı ve her yönüyle tanıtıldığı bir eserdir. 4. Ömrüm (İstanbul 1958, nşr. Zeki Kuneralp). İlk defa 1913’te Peyâm ve Peyâm-ı Edebî’de yirmi iki tefrika halinde yayımlanmıştır. Gazetenin kapatılması üzerine yarım kaldığı için beş yıl sonra yeniden çıkmaya başlayan Peyâm’da baştan itibaren bazı tashihler görerek otuz iki tefrika halinde tekrar neşredilmiş, fakat yine tamamlanamamıştır. Eser Ali Kemal’in çocukluğundan Halep’teki son günlerine kadar olan yirmi altı yıllık bir devreyi içine almaktadır. Eseri kitap şeklinde yeni harflerle yayıma hazırlayan oğlu Zeki Kuneralp, “Ömrüm Sonrası” başlığı altında hayatının daha sonraki yıllarını özet halinde kitaba ilâve etmiştir. Bu neşir birçok okuma hatasına rağmen, Ali Kemal’in hayatının bilhassa ilk devresi için en iyi kaynaklardan biridir. Diğer Eserleri. 1. Kadın Mektupları (İstanbul 1313). Ali Kemal’in Marcel Prevost’tan çevirerek İkdam’da yayımladığı bir eserdir. İçinde İbrahim Hikmet imzasıyla Ali Kemal tarafından yazılmış birkaç mektup da vardır. 2. İlm-i Ahlâk (İstanbul 1330). Halep’te Mekteb-i İdâdî muallimi bulunduğu sırada Maarif Nezâreti tarafından açılan yarışmaya katılmak için idâdîlerin yedinci yılı ders programına uygun olarak hazırladığı bir eserdir. Ahlâk-ı amelî ve ahlâk-ı nazarî olmak üzere iki ana bölümden meydana gelen ve yazarının daha çok “ferdî ve içtimaî ahlâk” üzerinde durduğunu belirttiği bu eser dinî kaynaklara, bilhassa konu ile ilgili âyet ve hadislere dayanılarak hazırlanmıştır. “Hâtime” kısmında belirttiğine göre yazar eserini sade bir dille kaleme almakla beraber gerektiğinde edebî bir üslûp kullanmış, bu arada konu ile ilgili Arapça ve Farsça beyitlerle kelâm-ı kibarlara da yer vermiştir. Hadisler konusunda Sahîh-i Buhârî ile Süyûtî’nin el-Câmiʿu’s-sagīr’inden istifade ettiğini ve mevzû hadisler için de Süyûtî’nin el-Leʾâli’l-masnûʿa fi’l-ehâdîsi’l-mevzûʿa’sına başvurduğunu belirtmiştir. Eser Ali Kemal’in dinî bilgi ve görüşlerini aksettirdiği kadar dinî kaynaklara hâkimiyetini de göstermekte ve şimdiye kadar sözü edilmeyen önemli bir yönünü ortaya koymaktadır. İlk Osmanlı ateistlerinden Bahâ Tevfik, Felsefe Mecmuası’nda (nr. 4, s. 49-55, İstanbul 1329) Ali Kemal’in bu kitabını tenkit ederken, eserin Şark ve Garp kaynaklarından derlenmiş bir “parça bohçası” gibi olduğunu ileri sürerek faydalandığı bazı Fransız yazarlarını cahil ve değersiz kişiler diye vasıflandırmış, Ali Kemal’i de bilgisizlik ve haddini bilmezlikle itham etmiştir. Fakat daha sonra Ahmed Nebil ile birlikte çıkardığı Psikoloji kitabında, Ali Kemal’i tenkit ederken cahil ve değersiz bulduğu Etienne de Laoutière’i överek sözlerinde ciddi olmadığını göstermiştir. Gazete ve Dergiler. 1. Gülşen. Ali Kemal’in Mülkiye’de talebe iken okul arkadaşı İbrâhim Fehim ile birlikte 27 sayı çıkardığı haftalık bir edebiyat mecmuasıdır (31 Kânunusâni 1301-6 Teşrînisâni 1302). 2. Mecmûa-i Kemâl. Kahire’de bulunduğu yıllarda yayımlamaya başladığı üç aylık bir dergidir. 1 Haziran 1901’de çıkan 224 sayfalık ilk sayısından sonra devam etmemiştir. 3. Türk. Kahire’de haftalık olarak yayımlanmıştır. İlk sayısı 1309 Teşrînievvelinde çıkmış ve kütüphanelerdeki nüshalarına göre 187. sayıya kadar devam ederek Teşrînisâni 1323’te Ali Kemal İstanbul’a dönmeden önce yayımına son verilmiştir. 4. Yeni Yol. 31 Mart Vak‘ası’nın ardından Paris’e kaçtığı sırada orada tek başına çıkardığı bir dergidir (5 Teşrînievvel 1325-31 Teşrînievvel 1325 arasında 5 sayı). 5. Peyâm*. Ali Kemal’in kendi adına çıkarmaya başladığı gazetenin ilk nüshası 15 Zilkade 1331’de (16 Ekim 1913) yayımlanmıştır. 1914 yılı Temmuz ayı başlarında 149. sayısında İttihatçılar tarafından kapatılmış, 1919 yılında (14 Ağustos) yeniden neşredilmiş, Ocak 1920’de ise Mihran Efendi’nin Sabah gazetesiyle birleşerek Peyâm[-ı]-Sabah adı ile yayımını sürdürmüştür. Ali Kemal’in öldürülmesi üzerine bu defa gazete sadece Sabah olarak çıkmaya devam etmiştir. Peyâm önceleri Peyâm-ı Edebî adlı haftalık bir ek çıkarmış, Sabah ile birleştikten sonra da bu ilâvenin yayımına Peyâm[-ı]-Sabah Edebî Nüsha adıyla devam edilmiştir (Peyâm ve ilâvelerinin koleksiyonları ve bulundukları kütüphaneler için bk. Duman, s. 317-319). BİBLİYOGRAFYA BA, Sicill-i Ahvâl Defterleri, nr. 72, s. 431; Ali Kemal, Ömrüm (nşr. Zeki Kuneralp), İstanbul 1985; Mehmed Murad, Mücâhede-i Milliye, İstanbul 1324, s. 193; Hüseyin Câhid, Kavgalarım, İstanbul 1326, s. 35-92; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, V, 836-841, 844-848; Ahmed Bedevî Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul 1945, s. 116, 118, 131, 138-146, 168, 169, 271, 292, 704, 718; a.mlf., Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücadele, İstanbul 1959, s. 177, 189, 195, 207, 289, 296, 300-309; Celâl Bayar, Ben de Yazdım, İstanbul 1965, I, 192-194; II, 378; III, 747-749; IV, 1120, 1347; VI, 1967; VII, 2134-2137, 2205-2208; VIII, 2492, 2493, 2524; Asım Us’un Hatıra Notları, İstanbul 1966, s. 47-54; Yahya Kemal [Beyatlı], Siyâsî ve Edebî Portreler, İstanbul 1968, s. 70-99; Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara 1972, s. 202-206, 338; Özege, Katalog, I, 325; IV, 1669, 1750, 1884; Birol Emil, Mizancı Murad Bey, Hayatı-Eserleri, İstanbul 1979, s. 155, 636; a.mlf., Jön Türklere Dair Vesikalar, İstanbul 1982, s. 15-60; Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul 1979, s. 231-232, 334-335, 382-383; Akyüz, Modern Türk Edebiyatı, s. 134, 137, 140-141, ayrıca bk. İndeks; Ö. Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayatı ve Edebi Eserleri Üzerinde Bir Araştırma, İzmir 1984, s. 16, 25; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul 1984, I; II (1986); III (1989), bk. İndeks; M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakkî Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), İstanbul 1985, I, 176-177, 184-185, 213, 528; Hasan Duman, Katalog, s. 1, 24, 241, 317-319, 420; Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subay’ın Hatıraları, Ankara 1988, s. 262-265; “Ali Kemal’in İzmit’te Anadolu Ajansı Muhabirine Son Beyanatı” ve “Ali Kemal İzmit’te Halk Tarafından Linç Edilmiştir”, Vakit (İstanbul 8 Teşrînisâni 1338); Rıza Tevfik, “Ali Kemal Nasıl Kaçırıldı: Rıza Tevfik’in Hatıratı I-XXX”, Yeni Sabah, nr. 3457-3491 (İstanbul 10 Kasım - 14 Aralık 1948); B. Olker, “Ali Kemal Bey”, İst.A, II, 673-674. [*] TDV İslâm Ansiklopedisi’ne katkıda bulunduğu ilim dalları: Türk Dili ve Edebiyatı, Fıkıh, Hat, İslâm Tarihi ve Medeniyeti, Mimari, Mûsiki, Tefsir, Türk Tarihi ve Medeniyeti ON NOVEMBER 6, 1922, Ali Kemal, the 55-year-old journalist, novelist, politician, and great-grandfather of Britain's PM Boris Johnson, was lynched in Turkey. Earlier in the day he had taken a tram to the barber’s shop for a shave, unaware that two police officers, with orders to bring him to an Independence Tribunal in Ankara, were following him. Although Kemal briefly managed to escape from his captors, he was swiftly arrested, put into a ferry, and shipped to a neighboring city. There, General Nureddin Pasha, an influential soldier who wanted to make an impression on revolutionary leaders, waited for him. Meanwhile a crowd had gathered outside general’s offices. There are various accounts of what happened next. According to The New York Times, “an angry mob of women pounced on Ali Kemal, attacking him with knives, stones, clubs, tearing at his clothing and slashing at his body and head with cutlasses.” Others argued that Kemal met his end at the hands of young Turkish soldiers who used hammers to crush his skull. Kemal’s body was hung from a pole near a train station so that it could be seen by İsmet İnönü, one of the masterminds of the Turkish revolution. İnönü noticed that a placard was placed around the lynched man’s neck that intentionally misspelled his name as “Artin Kemal” implying that he was Armenian and not Muslim. Contrary to Nureddin Pasha’s expectations, however, İnönü was appalled by this show of force. “This is not acceptable,” he reportedly said after seeing Kemal’s body. “One dies in the battlefield or is executed by a court of law. This is not an acceptable way to die.” Nevertheless, Kemal has ever since served as Turkey’s iconic “traitor.” An opponent of the nationalists after the Great War, in favor of Turkey becoming a British Protectorate, he doubted that a nation-state could be built that would reflect the will of Turkish people. His short temper also served to further sink his reputation. His name became synonymous with antidemocratic demagoguery. He was unearthed again in 1990s when the country’s ascension to the European Union was being discussed — those opposed to membership christened EU sympathizers as “modern Ali Kemals.” Sovereignty was the centerpiece of these discussions. According to critics of the ascension process, refusal of Turkish sovereignty and support for political rule from Brussels were partly inspired by the ideas of Ali Kemal. He continued to be an image of betrayal and sedition. But in 2004, Turkey’s Journalism Association listed Ali Kemal among “martyred” journalists of the republic. The association’s list was quite long and included journalists with very different political stances. This seemed to herald a change in Kemal’s reputation. Almost eight decades after his death, he was no longer seen only in relation to his unpopular political stance, but as a journalist, in fact, as one of the most accomplished journalists of his time. Even the harshest critics of the EU process wrote sympathetic pieces. Although Kemal’s politics were regrettable, they argued, the conditions that surrounded his death had been atrocious, an affront to the very democratic values he was held to oppose. This led to a reappraisal of Kemal’s role in Turkish history. Was he a westernizer, like the revolutionaries, or was he an enemy of westernization? He had visited Paris and Geneva in 1886, when he was 19, and when he got back home he set up a student union whose radical political program got him into trouble. He was jailed and exiled to Aleppo (where he penned two novels: İki Hemşire [Two Nurses] and Çölde Bir Sergüzeşt [An Escapade to the Desert]), then sent to Paris. There he spent time with the revolutionary Young Turks from whom he was later alienated. He also became a friend of Sultan Abdul Hamid II, the emperor and caliph of the Ottoman Empire. His close relations with the imperial elite angered his old friends. Kemal published a newspaper, Peyam, which was later outlawed by revolutionaries because of its opposition to the popular uprising against the British. After the Great War, thanks to his anti-revolutionary stance, Kemal served as education secretary and then as secretary of state in the postwar government. He personally went after the Turkish revolutionary leaders and helped establish The Association of the Friends of England in Turkey alongside Robert Frew, a British spy living in the country. After the revolutionaries got into power Kemal returned to Dar-ül Fünun (later Istanbul University) where his pupils complained of his irreverence towards religious and nationalist values. This caused a furor, and he lost his academic post and returned to journalism, becoming an open critic of the revolutionaries. In his career Kemal penned more than a thousand articles; he remains among the most famous contrarians in the history of the Turkish press. Fearing revenge from revolutionaries Kemal escaped to France in 1909 and then moved to England where he lived in Bournemouth, a coastal resort town in Dorset. He met and proposed to Winifred Brun, Boris Johnson’s great-grandmother, during his days in London, and they had three children, their son Boris Johnson’s grandfather. In the years following Kemal’s death, Zeki Kuneralp, his son from a second marriage, showed interest in politics. İnönü, who now served as Turkey’s president, took the boy under his wing, providing him with a career in the foreign office. Quickly rising in the ranks, Kuneralp became a top diplomat and worked as Turkey’s ambassador in London and undersecretary in foreign office. Kuneralp, whose great-grandfather was known to criticize the killings of Armenians in 1915, lost his wife after ASALA (the Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia) assassinated her in Madrid. Kuneralp died in 1998, but his family is still active in Turkish politics. A few years ago The Daily Mail reported how “the Queen was introduced to an urbane Turkish diplomat at a garden party in the grounds of the British Embassy in Ankara.” This was Zeki’s son Selim Kuneralp, who proudly introduced himself to the Queen as a cousin of Boris Johnson. Johnson, of course, was a journalist himself, editor of The Spectator before entering Parliament and then standing for mayor of London and finally a resident of 10 Downing Street as PM (June 2019).. So what exactly is Kemal’s legacy today? According to Hasan Bülent Kahraman, who served as Ertegün Professor in Princeton University’s Near Eastern Studies department and is now the vice president at Kadir Has University in Istanbul, Kemal’s name had become part of revisionist and restorationist ventures in historiography. “Ali Kemal was a journalist, not a dissident,” he said: He liked power. There was an aspect of him that enjoyed power immensely. His private life influenced his public stance. He was married to an English woman and was the most excessive example of Turkey’s westernizing intellectuals. In this foreigner role it was impossible for Kemal to reconcile with the revolutionary movement of Anatolia. He didn’t have a systematic political agenda. He was not an Edmund Burke figure. Had he lived longer Kemal would be embarrassed by his opposition to the revolutionary movement. After all, his politics were in line with republicans, as he shared their passion for westernization. According to Kahraman, had Kemal managed to escape from the two policemen who entered the barbershop on that fateful November day, he would probably be exiled to Europe and live there until 1939, the year in which Turkish parliament issued political amnesty to those whose actions were deemed treasonous. Kemal’s city of exile might have been London, one of his favorite cities, which many decades later would be run by his own great-grandson. SOURCE Kaya Genç is a novelist, essayist, and doctoral candidate from Istanbul. Ali Kemal'in ''Gayeler Bir İdi ve Birdir'' adlı yazısı. Muvaffak, muhalif bütün Türklerin gayeleri bir idi... Harb-i Umumî’den sonra tehlikeye düşen hakk-ı hayatını, istiklalini düvel-i muazzamadan istihsal eylemek idi… Ancak şimdiye kadar bizi gûnâ gûn (türlü türlü) felaketlere uğratanların zıddına olarak muhaliflerin içtihatları bu maksudu sulh ile siyasetle elde etmekti, bu memleketi harp ve darp ile yeniden maceralara düşürmemekti, çünkü bu maceraların akıbetini defalarla tecrübe etmedik mi, zarar, yine zarar, daima zarar idi...Yunan’ın İzmir’den denize dökülmesi, Edirne’nin istirdat olunması, hâsılı, bu devlet Harb-i Umumî’den gördüğü bu feci’ ziyanların böyle kısmen olsun tamir edilmesi gibi bir saadeti hangi Türk takdir etmez? Muhalefet bu hakikatleri teslim etmemek küçüklüğünü asla kabul etmez. -------------------------------------- BORİS’İN DEDESİ: ALİ KEMAL
2019-07-29 Sinan Meydan
Ali Kemal, İttihat ve Terakki karşıtlığından Milli Mücadele düşmanlığına savruldu. Yazılarında Kuvayı Milliye’ye ve Atatürk’e saldırdı. Koyu İngilizciliği nedeniyle “Artin Kemal” diye anıldı.
İngiltere’de Muhafazakar Parti’nin yeni lideri Boris Johnson, İngiltere’nin yeni başbakanı oldu. İlginçtir! Boris Johnson, Osmanlı’nın son İçişleri Bakanlarından Ali Kemal’in torunu Stanley Johnson’un oğlu…
“Osmanlı torunu İngiltere başbakanı oldu” diye sevinenlerimiz, Boris’in dedesiAli Kemal’i öve öve bitiremediler: Ali Kemal’in Abdülhamit istibadına karşı mücadele eden bir “özgürlük savaşçısı”, “iyi bir gazeteci” ve “çok vicdanlı bir siyasetçi” olduğunu yazdılar. Hain olmadığı halde “hain olarak yaftalandığını” iddia ettiler.
İddialar böyle! Peki ya gerçekler nasıl?
ALİ KEMAL’İN HÜRRİYETÇİLİĞİ
Ali Kemal, Abdülhamit döneminde, 1895’te Paris’e kaçtı. Burada hem İkdam Gazetesi’nin muhabirliğini yaptı hem de Siyasal Bilgiler Okulu’nu bitirdi. Paris’te Jön Türklere katıldı. Ancak daha sonra onlardan ayrıldı. Hatta Jön Türklerin faaliyetlerini saraya jurnalledi. Celal Bayar aynen şöyle diyor: “Ali Kemal istibdat devrinde hürriyet mücahitlerini, Abdülhamit’in hafiyelerine jurnal ederdi. Mısır’da bulunduğu sırada Prens Sabahattin ve babası Mahmut Paşa ile Jön Türklerden Hüseyin Daniş Bey’i, Abdülhamit’in baş hafiyesi Ahmet Celalettin Paşa’ya gammazlamıştı.” 1919’da İleri Gazetesi’nde Celal Nuri ve Yenigün’de Yunus Nadi, Ali Kemal’in Abdülhamit’e ihbarlar yazan bir jurnalci olduğunu yazacaklardı. Ali Kemal’in saraya bu hizmeti karşılıksızkalmadı. 1897’de Brüksel Elçiliği İkinci Kâtipliği’nde görevlendirildi. 1900’da Kahire’ye geçti. 1908’de İstanbul’a döndü.
Ali Kemal, Meşrutiyet yıllarında hem İkdam Gazetesi’nde başyazarlık hem de Mektebi Mülkiye’de hocalık yaptı. Yine Celal Bayar’ın ifadeleriyle, Ali Kemal, “Yeni rejimin modasına uymuş, herkesten ileri Meşrutiyetçi olmuştu.”
Meşrutiyet yıllarında Hüseyin Cahit Yalçın, Tanin Gazetesi’nde Ali Kemal’e, Abdülhamit’ten aldığı paraları ne yaptığını soran yazılar yazdı.
Ali Kemal çok geçmeden İttihat ve Terakki karşıtı olup çıktı.
Mustafa Kemal-Ali Kemal Savaşı
Atatürk, Milli Mücadele’de sadece işgalci emperyalizmle değil, yerli işbirlikçilerle de mücadele etti. İşte o yerli işbirlikçilerden biri de Ali Kemal‘di.
Ali Kemal, İttihat ve Terakki karşıtı ve İngiliz yanlısı Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne mensup bir gazeteciydi.
1919’da kurulan Birinci Damat Ferit Hükümeti’nde Maarif (Eğitim) Bakanı ve İkinci Damat Ferit Hükümeti’nde Dahiliye (İçişleri) Bakanı oldu.
İçişleri Bakanı Ali Kemal, 18 Haziran 1919’da illere bir genelge göndererek halkı “işgallere karşı sessiz kalmaya” çağırdı. Müdafaai Hukuk Cemiyetleri kurulmasını ve telgraflarının çekilmesini yasakladı. Milli kuvvetlerin bastırılıp dağıtılmasını istedi.
Atatürk, 21/22 Haziran 1919 gecesi arkadaşlarıyla birlikte Amasya Genelgesi’niyayımladı.İçişleri Bakanı Ali Kemal, 23 Haziran 1919’da valilere gönderdiğigizli emirde, Atatürk’ün görevden alındığını, bu nedenle emirlerinin dinlenmemesini istedi.
Atatürk, 24 Haziran 1919’da Ali Kemal’i padişaha şikayet ederek zaman kazanmaya çalıştı. Ali Kemal, 26 Haziran 1919’da bir genelge yayımlayarak “Milli ordu kurmanın ve milli savunma hazırlamanın felaket olduğunu” bildirdi. Halkı, orduya karşı koymaya çağırdı. “Askerlerin emirlerini yerine getirmeyiniz” dedi.
Baskılara dayanamayan Ali Kemal, 26 Haziran 1919’da İçişleri Bakanlığı’ndan istifa etti.
Ali Fuat Paşa, 27 Haziran 1919 gecesi bir karşı genelge yayımlayarak Ali Kemal’in düşmanla iş birliği yaparak Türk Milleti’nin direniş gücünü kırmaya çalıştığını belirtti. Ali Kemal’e Kazım Karabekir Paşa da tepki gösterdi. Atatürk ise ordu müfettişliği görevinin sürdüğünü bildirdi.
Ali Kemal, önce Sabah, sonra Peyam, sonra da Peyamı Sabah gazetelerindeAtatürk’e ve Milli Mücadele’ye adeta savaş açtı.
ARTİN KEMAL
Ali Kemal, 9 Kasım 1918’de Sabah’ta, “İngiliz milleti kainatın en azimli milletidir. Osmanlı için (…) dışarıda İngiliz dostluğu…”diye yazdı.
15 Kasım 1918’de Sabah’ta “İki vatanımız var; biri vatanımız, diğeri Fransa”diye yazdı.
18 Kasım 1918’de yine Sabah’ta “Kurtuluşumuzu İtilaf siyasetinde görüyoruz” diye yazdı.
Ali Kemal, 20 Mayıs 1919’da Fransız Yüksek Komiserliği’ne giderek Fransızlar kabul ederse hükümetin “Fransız mandasını” kabul edeceğini bildirdi.
Önceleri Fransız dostu olan Ali Kemal, İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb’in değişiyle “bir dönme hareketiyle İngiliz dostu oldu.”
10 Ağustos 1920’de Osmanlı, Sevr Antlaşması’nı imzaladı. 13 Ağustos 1920’de Ali Kemal, Peyamı Sabah’ta, Sevr’i savunarak “İtilaf devletlerinin teveccühünü kazanmalıyız” dedi. 3 Mayıs 1921’de Peyamı Sabah’ta “Daima Avrupa’ya bağlıyız” diye yazdı. 2 Ağustos 1921’de Peyamı Sabah’ta, “Bolşeviklik çukuruna yuvarlanan Ankara’nın arkasından ayrılmalıyız. Büyük devletlerle, özellikle İngiltere ile uzlaşmalıyız” diye yazdı.
Ali Kemal, İngiliz istihbaratıyla birlikte hareket ediyordu. İngiliz Yüksek KomiserliğiAtaşemiliteri Tuğgeneral Wyndham H. Deeds ve Baş Tercüman Andrew Ryan’la sürekli görüşüyordu.
1918’de İstanbul’da kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin ve Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin yönetim kurulu üyesiydi. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin başındaki Sait Molla’nın Rahip Frew’e yazdığı gizli mektuplar, Ali Kemal’in İngilizlere çalıştığını gösterdi. Örneğin, 5 Kasım 1919 tarihli 12. mektupta molla, papaza aynen şöyle diyordu: “Ali Kemal Bey’in listeye alınması zaruridir. Bu kadar sırrımızı taşıyan bu zatı gücendirirsek planlarımız olduğu gibi düşmanlarımızın eline geçer. Bu zatı sıkça kollayınız.” Başka bir mektupta ise “Ali Kemal’le iş birliği halindeyiz” cümlesi vardı.
Ali Kemal ve Sait Molla, gayrimüslimleri Kuvayı Milliye aleyhine kışkırtıyorlardı. Bu amaçla sürekli Rum ve Ermeni patrikleriyle görüşüyorlardı.
Ali Kemal, bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyen Kürt Şerif Paşa’yla da birlikte hareket etti.
Ali Kemal, ayrıca İngilizlere yaranmak için “Sözde Ermeni Kırımı”nı savundu. İttihatçıların bu nedenle tutuklanıp yargılanmalarını istedi.
Koyu İngilizci Ali Kemal’e, Ermenilere yakınlığı nedeniyle “Artin Kemal” denildi.
Ali Kemal’in Milli Mücadele ve Atatürk düşmanlığı
İçişleri Bakanı Ali Kemal, İzmir’in işgali karşısında düşmana direnmemeyiöğütledi. 22 Mayıs 1919’da “İzmir’de sükun var, işgal geçicidir” dedi. (İkdam)
1 Haziran 1919’da Bergama Kaymakamlığı’na gönderdiği bir yazıda “Yunanlarla savaş halinde olunmadığını, işgallere fiilen karşı koymanın Barış Konferansı’nda elimizi zayıflatacağını” söyledi.
13 Ağustos 1919’da Peyam‘da şöyle yazdı: “Mustafa Kemal Paşa askerlikten atıldı. Anadolu’da milli hareket perdesi altında tahriklerde bulunan… Mustafa Kemal Paşa müstahak olduğu cezaya uğradı.”
28 Eylül 1919’da Peyam‘da şöyle yazdı: “Başta Mustafa Kemal olduğu halde Anadolu’nun yeni Celalileri kimi aldatıyorlar? Güya milli hareket millete hizmet imiş! Kimi aldatıyorlar?”
14 Kasım 1919’da Peyam’da şöyle yazdı: “Milli hareketin iç yüzü çirkindir. Mustafa Kemal ve Rauf Bey ikbal hırsı içindedir. Milli kuvvetler ateş olsalar cürümleri kadar yer yakarlar.”
14 Aralık 1919’da Peyam’da şöyle yazdı: “Hâlâ kırmakla, dökmekle, vurmakla bu devleti kurtaracağını sanan yontulmamış kafalar var. Bu zırtapozların kafasına hakikati sokmak mümkün değil.”
Ali Kemal 1 Ocak 1920’den itibaren Peyamı Sabah’ta yazmaya başladı.
8 Ocak 1920’de şöyle yazdı: “Anadolu’da ne yaptığını bilmeyen Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hareketine son verilmelidir.”
19 Ocak 1920’de şöyle yazdı: “Damat Ferit Paşa’nın izinden gitseydik İstanbul tehlikesi olmayacaktı. Kurtarıcı Ferit Paşa yerine Mustafa Kemal’in ardından gidiliyor. Müttefikler bize nasıl inanabilirler?”
11 Şubat 1920’de şöyle yazdı: “Kuvayı Milliye nedeniyle Anadolu felaketlere, zararlara uğradı.”
30 Mart 1920’de şöyle yazdı: “Anadolu’daki zorbalar, İttihat ve Terakki’nin birer aletidir.”
9 Nisan 1920’de şöyle yazdı: “Ciddi bir hükümet Kuvayı Milliye denen o serserilerin hakkından gelir.”
11 Nisan 1920’de şöyle yazdı: “Yalancı milliyet davası şeriata aykırıdır.”
13 Nisan 1920’de şöyle yazdı: “Anadolu Türkleri, şeriat hükmüne, padişah fermanına dayanarak bu şaklabanlara hadlerini yakında bildirmelidirler.” Bu ifadeleriyle Dürrizade Abdullah’ın ihanet fetvasını savundu.
13 Nisan 1920’de şöyle yazdı: “Mustafa Kemal’in, hırsından, ihtirasından, zevkinden başka bir düşünce bilmez Selanik yadigarı olduğunu öğrenmeyen kalmadı.”
20 Nisan 1920’de şöyle yazdı: “Kuyucu Murat Paşa Celalilere nasıl muamele etmişse, Kuvayı Milliye’ye de öyle muamele edilmelidir… Saltanata bağlı halim selim Anadolu halkı da Mustafa Kemal şakisine (eşkıyasına) haddini bildirecek.”
23 Nisan 1920’de şöyle yazdı: “Teşkilatı Milliye sergerdeleri! Bu mahluklar kadar başları ezilmek ister yılanlar tasavvur edilemez.”
25 Nisan 1920’de şöyle yazdı: “İdam! İdam! İdam! Mustafa Kemal haydudu, Kazım Karabekir, Ali Fuat Beyler, Sami gibi çete reisleri… Bu haydutlar, İttihatçılardan daha adi, daha kötü oldukları için cezalarını da daha evvel bulacaklar.”
27 Nisan 1920 şöyle yazdı: “Anadolu’nun Kuvayı Milliye’den temizlenmesi başarıyla ilerliyor. Hükümet 1550 esir aldı!”
7 Mayıs 1920’de “Mustafa Kemal’in Maskaralıkları” başlıklı bir yazı yazdı.
28 Mayıs 1920’de “BMM küçük heriflerin eseridir” diye yazdı.
5 Ağustos 1920’de şöyle yazdı: “Hükümet önce Anadolu’nun henüz istilaya uğramayan yerlerini Mustafa Kemallerden, Ali Fuatlardan; o ipsiz sapsız, akılsız, fikirsiz zorbalardan, canilerden temizlemelidir.”
7 Ağustos 1920’de “Yunan ordusuna karşı çıkılmamasını” istedi.
11 Kasım 1920’de şöyle yazdı: “Harp! Harp! Bolşeviklerle el ele vererek Ermenistan’a yürüdüler. Kars’ı, Gümrü’yü aldılar… Bu maceralarla felaketlerimizi artıracağımıza şüphe olmasın!” Böylece Türk zaferinden rahatsız olduğunu gösterdi.
Kütahya Eskişehir Savaşları sonrası o zor günlerde olabildiğince çirkin bir üslupla Atatürk’e saldırmaktan çekinmedi.
19 Ağustos 1921’de şöyle yazdı: “Mustafa Kemal; bu türedi, zamanı uygun bulup hükümeti ele aldı, gaddar bir idare kurdu. Astı, kesti, ahaliyi kasıp kavurdu, haraca kesti. İlk hamlede muvaffak oldu gibi göründü… Şimdi Yunanlar Ankara kapılarına dayandılar. Konya isyan içindedir. Kastamonu ve Kocaeli de düşmüş sayılır. Düşman Karadeniz sahiline asker çıkarırsa Mustafa Kemal’e barınacak yer kalmayacak… Hesap sormak zamanı geldi.”
Ali Kemal, Büyük Taarruz öncesinde bile Peyamı Sabah‘ta milli harekete saldırmaya devam etti.
21 Mayıs 1922’de “Ankara’nın Yunan’ı denize dökeceği bir kuru vaattir” diye yazdı.
9 Ağustos 1922’de “Yunanları denize dökmek bir rüya idi, hülya oldu. Vaatlere rağmen Eskişehir bile kurtarılamadı” diye yazdı.
18 Ağustos 1922’de “Milli hakimiyeti TBMM değil, ancak hilafet ve saltanat temsil eder” diye yazdı.
2 Eylül 1922’de “Üç seneden beri Anadolu’yu al kanlara boyayan bu mücadeleden hiçbir zaman bir fayda göreceğimizden emin değiliz” diye yazdı.
Ali Kemal’in “kazanılmaz” dediği Büyük Zafer kazanıldı. 9 Eylül 1922’de Türk orduları İzmir’e girdi.
Ali Kemal 10 Eylül 1922’de pes etti: “Gayeler bir idi ve birdir!” başlıklı bir yazı yazarak zaferi alkışladı. Bu onun son yazısı oldu. Gazeteden gönderildi.
Milli Mücadele karşıtı tutumu nedeniyle öğrenci boykotu sonrasında diğer bazı hocalarla birlikte İstanbul Darülfünunu’ndan da uzaklaştırılmıştı.
Ali Kemal, 5 Kasım 1922’de sivil polislerce İstanbul’dan İzmit’e kaçırıldı. 6 Kasım 1922’de Nurettin Paşa tarafından İzmit’te linç ettirildi.
Ali Kemal’in linç edildiğinin duyulması üzerine Mustafa Sabri, Rıza Tevfik, Mehmet Ali, Süleyman Şefik, Artin Cemal (Konya Valisi) gibi Milli Mücadele karşıtları, İngiliz Elçiliği’ne sığındı. 17 Kasım 1922’de Padişah Vahdettin de İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtı.
İşte Boris’in dedesi meşhur Ali Kemal, nam-ı değer Artin Kemal bu!