Mavi Boncuk |
Ekmek, Somun, Francala, Pandispanya, Çörek
EKMEK i. Bread EN [1] (Eski Türk. etmek’ten benzeşme ile ekmek)
1. Unun su ile yoğrulmasından elde edilen hamurun fırın, saç
veya tandırda pişirilmesiyle yapılan ve insanın başlıca gıdâsı olan yiyecek:
Sofrada dikkat ediyorum, önündeki bir dilim ekmeğini bile bitiremiyor (Hüseyin
R. Gürpınar). Kuru ekmekle bayat peyniri lezzetle yiyen / Çeşmeden her su
içerken şükür Allâh’a diyen (Yahyâ Kemal). Desem ki sen benim için / Ekmek
kadar mübâreksin (Câhit S. Tarancı).
2. halk ağzı. Yemek: “Bu gece ekmeği bizde yiyelim mi?”
3. Faydalanılan imkân, nîmet: Sen bu vatanın ekmeğini
yemedin mi? (Nâmık Kemal). Ben kendi ekmeğimi onunla paylaşırım, sana ne? (Sait
Fâik).
4. teşmil. Geçim, geçim parası, geçim sağlayan iş [Kelimenin
bu anlamları daha çok deyimlerde ortaya çıkmaktadır]: Görüyor ki Ali mektepten
çıkmayana bundan sonra ekmek yok (Reşat N. Güntekin). İstanbul artık bundan
böyle ekmeğini çalışarak kazanan bir şehirdir (Ahmet H. Tanpınar).
Ekmek aslanın ağzında: İş bulmak, geçimi sağlamak çok zor.
Ekmek çarpsın (ki): Yemin sözü.
Ekmek düşmanı: şaka. Bir erkeğin ekmeğine ortak
olan karısı, eşi, kaşık düşmanı. Ekmek elden, su gölden: Çalışmadan başkasının
sağladığı imkânlarla geçinme durumunu anlatır: Bu misâfirperver memlekete
uğradıkça, yolda hastalandıklarını yâhut fenâlığını bahâne ederek günlerce
kendilerini besletmeye ve ekmek elden su gölden bir nevi kür yapmaya
başlamışlar (Reşat N. Güntekin).
Ekmek istemez, su istemez: İleride kullanılmak
üzere alınıp bir kenara konan eşyâ veya mallar için söylenir.
Ekmek kapısı:
Geçim sağlanan yer, iş yeri: Bu şirket benim için son bir ekmek kapısı idi
(Reşat N. Güntekin).
Ekmek kavgası: Geçimini sağlamak için çalışıp uğraşma,
geçim mücâdelesi.
Ekmek parası: Bir kimse veya âilenin geçimini sağlayan para,
nafaka: Yağmur kış demiyorum, sokak sokak dolaşıyorum, ekmek paramı çıkarıyorum
(Burhan Felek).
Ekmek ufağı: Ekmekten dökülen küçük parçacıklar, ekmek
kırıntısı.
Ekmeğinden etmek – Ekmeğini elinden almak: İşini elinden almak,
işinden çıkmasına sebep olmak: Benim ekmeğimi elimden almak bu mâsumları aç
bırakmak demektir (Reşat N. Güntekin). Aman dedi, etmeyin, ekmeğinden
edeceksiniz (Sait Fâik).
Ekmeğinden olmak: İşini kaybetmek: Sarhoşluğundan
dolayı ekmeğinden olmuş (Ahmet Râsim’den). Kimsenin ekmeğinden olması,
ekmeğinden edilmesi istenilemez (Mukbil Özyörük). Ekmeğine göz koymak (dikmek):
(Birinin) Geçimini sağlayan işini elinden almaya çalışmak: Hırsızlık yapmak,
başkasının ekmeğine göz dikmek günah (Sait Fâik).
(Birinin) Ekmeğine kan
doğramak: (Ona) Çok ıztırap çektirmek. Ekmeğine mâni olmak: Kazancına engel
olmak. Ekmeğine yağ sürmek: Farkında olmadan birinin işine yarayacak,
menfaatine uygun düşecek tarzda davranmak: Hâsılı kim söylediyse işime yaradı.
Ekmeğimize yağ sürdü; memnûniyetten uçuyorum (Ahmed Vefik Paşa). Türkler’le
müsâlahaya yaramadıktan başka siyâsî düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüş olacak
(Yahyâ Kemal). Otur, ehemmiyet verme… Gidersen onların ekmeğine yağ sürmüş
olursun (Mahmut Yesâri). Ekmeğini ayağıyle tepmek: Önüne gelen bir fırsattan
kendi hatâsı yüzünden faydalanamamak.
Ekmeğini çıkarmak: Geçimini sağlayacak
kadar para kazanmak: Çoluğunun çocuğunun ekmeğini çıkardı (Ömer Seyfeddin).
Ekmeğini eline almak: Geçimini kazancıyle sağlayacak duruma gelmek, eli ekmek
tutmak: Kenan Bey, bugün mektebini bitirmiş, ekmeğini eline almış bir zâbitsin
(Kerîme Nâdir). Ekmeğini kazanmak: Geçimi için para kazanmak: Kendilerine
mahsus bâzı hünerlerle ekmeğini kazananlar da vardı (Reşat N. Güntekin).
Ekmeğini
taştan çıkarmak: Hiç işsiz kalmayacak kadar becerikli olmak: Bu elinden her iş
gelir, ekmeğini taştan çıkarır bir adam (Hâlit Z. Uşaklıgil). Rahmi öyle
değildir. Bugün kazanır, bugün yer; ekmeğini taştan çıkarır (Burhan Felek).
(Birinin) Ekmeğini yemek: Sâyesinde geçinmek: Bildiği tek şeyin, ekmek yediği
ve nîmetine gömüldüğü kapıya sadâkat ve Ermeni cemâatine üstün imkânlarla refah
sağlamış olan devlete bağlılık olacağı tabiî idi (Sâmiha Ayverdi).
Ekmeğiyle
(Ekmek parası ile) oynamak: Kazanç veya gelir sağladığı işini veya malını
elinden almaya kalkmak.
SOMUN i. loaf EN [2](<
Yun. psomion) Yuvarlak ve ortası kabarık ekmek: Bana eş’âr u gazel oldu berât u
tîmâr / Bu gazellerle alınmaz iki somun meded (Enderunlu Fâzıl). Bir oturuşta
üç tayın somunuyle yedi sekiz patlıcan dolması, bir tepsi kadayıf yer, birbiri
üzerine yirmi bardak su içerdi (Fâik Reşat). Öğle ile akşam taamlarında yarım
somun verir, su içirirdi (Ahmet Râsim).
Somun pehlivanı: İri ve cüsseli görünüşüne rağmen kof,
güçsüz olan kimse.
FRANCALA i. (İtal. frangiola)[3] Has undan yapılan beyaz, yumuşak ekmek, has ekmek: Ensem Galata francalası gibi kabardı (Ahmed Midhat Efendi). O yine kollarını sıvayarak mutfağa giriyor, bayat francalaları yarıp peynir kırıntıları, yahut margarin yağlı sandöviçler dolduruyordu (Reşat N. Güntekin).
ÇÖREK i. [4] (Orta Türkçe’den beri kullanılır; kökü belli
değildir) [Kelime Farsça’ya ve Balkan dillerine de geçmiştir]
1. Yumurtalı, az yağlı, şekerli veya şekersiz muhtelif
şekilde yapılmış, ufak hamur işi yiyeceklerin ortak adı: Kazlar, balıklar,
tatlılar, çörekler, yemişler (Refik H. Karay). Çakmakçılar fırınının yağlı
çöreği, Hasanpaşa fırınının poğaçası ve çörekleri (…) pek nefisti (Musâhipzâde
Celâl).
2. eski. Tel, boru, kurşun vb. şeylerin halka biçiminde sarılmasından meydana gelen bağ, kangal.
ÇÖREKÇİ i. Çörek yapan veya satan kimse: Zamânımızda
İstanbul’da müstakil olarak çörekçi esnafı kalmamış, çeşitli çörekler
pastahânelerde îmal edilip satılmaktadır (Reşat E. Koçu).
ÇÖREKÇİLİK i. Çörek yapma ve satma işi: Tanzîmat’tan önceki devirde İstanbul’da çörekçilik başlı başına bir iş sâhası idi (Reşat E. Koçu).
PANDİSPANYA i. [5] (< İtal. pane di Spagna “İspanya ekmeği”) Un, şeker ve yumurta ile yapılan bir çeşit yumuşak pasta: Annem pandispanya ile çay göndermiş (Yusuf Z. Ortaç).
[1] BREAD 1. Food made by baking dough obtained by kneading flour with water in an oven, scabbard or tandoori and which is the main food of man. 2. colloquial. Food: “Shall we eat bread tonight?” 3. Opportunity, blessing used.
bread(n.) "kind of food made from flour or the meal of some grain, kneaded into a dough, fermented, and baked," Old English bread "bit, crumb, morsel; bread," cognate with Old Norse brauð, Danish brød, Old Frisian brad, Middle Dutch brot, Dutch brood, German Brot.
According to one theory [Watkins, etc.] from Proto-Germanic *brautham, from PIE root *bhreu- "to boil, bubble, effervesce, burn," in reference to the leavening. But OED argues at some length for the basic sense being not "cooked food" but "piece of food," and the Old English word deriving from a Proto-Germanic *braudsmon- "fragments, bits" (cognate with Old High German brosma "crumb," Old English breotan "to break in pieces") and being related to the root of break (v.). It cites Slovenian kruh "bread," literally "a piece."
[2] LOAF i. (< Greek psomion) Round and puffy bread.
loaf(n.) late 13c., from Old English hlaf "a portion of bread baked in a mass of definite form," from Proto-Germanic *khlaibuz, the common Germanic word for "bread" (source also of Old Norse hleifr, Swedish lev, Old Frisian hlef, Old High German hleib, German Laib, Gothic hlaifs "bread, loaf").
The Germanic root is of uncertain origin; it is perhaps
connected to Old English hlifian "to raise higher, tower," on the
notion of the bread rising as it bakes, but (according to OED) it is unclear
whether "loaf" or "bread" is the original sense. Loaf also
is disguised in lord and lady. Finnish leipä, Estonian leip, Old Church
Slavonic chlebu, Lithuanian klepas probably are Germanic loan words.
The meaning "chopped meat shaped like a bread
loaf" is attested from 1787. The figurative use of loaves and fishes to
suggest "religious profession for the sake of personal gain" is from
John vi.26.
[3] FRANCALA n. (Italian frangiola) White, soft bread made from pure flour, real bread.
[4] ÇOREK n. (Used since Middle Turkish; root unknown) [The word has also passed into Persian and Balkan languages]
1. Common name for small pastry foods made in various ways with eggs, low fat, sugar or without sugar: Geese, fish, desserts, buns, nuts (Refik H. Karay). Çakmakçılar bakery's oil bun, Hasanpaşa bakery's poğaça and buns (…) were very delicious (Musâhipzâde Celâl).
2. old. A tie, coil made by wrapping wire, pipe, lead etc. in a ring shape.
ÇÖREKÇİ n. A person who makes or sells buns: In our time, there are no independent bun makers left in Istanbul, various buns are manufactured and sold in pastry shops (Reşat E. Koçu).
ÇÖREK MANUFACTURING i. The business of making and selling buns: In the period before Tanzimat, bun making was a business field in itself in Istanbul (Reşat E. Koçu).
[5] SPONGE CAKE n. (< Ital. pane di Spagna “Spanish bread”) A type of soft cake made with flour, sugar and eggs: My mother sent tea with sponge cake (Yusuf Z. Ortaç).
cake(n.) early 13c., "flat or comparatively thin mass of baked dough," from Old Norse kaka "cake," from West Germanic *kokon- (source also of Middle Dutch koke, Dutch koek "a cake, gingerbread, dumpling," Old High German kuohho, German Kuchen "a cake, a tart"). Not believed to be related to Latin coquere "to cook," as formerly supposed. Replaced its Old English cognate, coecel.
What man, I trow ye raue, Wolde ye bothe eate your cake and
haue your cake? ["The Proverbs & Epigrams of John Heywood," 1562]
Extended mid-15c. to any flat, rounded mass. Extended from
early 15c. to "a light composition of flour, sugar, butter and other
ingredients baked in any form." To take the cake "win all, rank
first" (often ironic) is from 1847, American English; piece of cake
"something easy" is from 1936.
The let them eat cake story is found in Rousseau's
"Confessions," in reference to an incident c. 1740, long before Marie
Antoinette, though it has been associated with her since c. 1870; it apparently
was a chestnut in the French royal family that had been told of other
princesses and queens before her. Old Church Slavonic chlebu, Lithuanian klepas
probably are Germanic loan words.
The meaning "chopped meat shaped like a bread
loaf" is attested from 1787. The figurative use of loaves and fishes to
suggest "religious profession for the sake of personal gain" is from
John vi.26.