Mavi Boncuk |
Çadır: tent EN[1] i. (oldTR çātır; Farsça çāder’den veya Türkçe çat-mak fiilinden) [Kelime Macarca’ya ve Balkan dillerine de girmiştir]
1. Barınmak maksadıyle yere çakılmış kazıklara keçe, kalın
bez, kıl dokuma veya deri gerilmek sûretiyle açık havada kurulan, kolayca sökülüp
taşınabilir barınak: “Göçebe çadırı.” “Asker çadırı.” “İşçi çadırı.” el-Cezîre
ortasında bir aşîret çadırına rastgeldim (Refik H. Karay). Sahne, büyük ve
işlemeli bir hâkan çadırının içidir (Fâruk N. Çamlıbel). Kocaman çadırın içi
gittikçe soğuyordu (Mustafa N. Sepetçioğlu).
2. târih. Eskiden kürekli gemilerin kıç tarafındaki köşk
biçiminde yer: Osmanlı pâdişahlarını İstanbul sularında gezdiren, zamânımızın
tâbiriyle “saltanat yatı” diyebileceğimiz saltanat kadırgalarının çadırları ise
âdeta mükellef bir köşk-sâyeban idi (Orhan Ş. Gökyay).
3. târih. Yelkenli savaş gemilerinin kıç tarafındaki tente:
Kıç örtüsüne çadır derler, her kadırgaya… 70 zirâ beylik çuhadan olur ve iki
senede bir değiştirilir (Kâtip Çelebi’den Seç.).
4. halk ağzı. Kadınların örtündükleri çarşaf, car.
Çadır ağırşağı:Çadırın tepesinde direğin
geçmesine yarayan
yuvarlak kısım. Çadır
fişeği: Atılınca çadır şeklinde açılan
havâî fişek. Çadır
kent: Âfet bölgelerinde devlet tarafından halkın barınabilmesi için kurulan çadırların
oluşturduğu geçici
yerleşim yeri: “Depremden sonra Düzce’de çadır kent kuruldu.” Çadır kurmak:
Çadır kurulacak bez, keçe vb. şeyleri direklere gerip uçlarını bağlayarak
çadırı içinde oturulacak duruma getirmek: Çadırlar kuruluyor, kazanlar
indiriliyor, ötede beride de ateşler parlıyordu (Ömer Seyfeddin). Çadır
mehterleri: târih. Pâdişah çadırlarını kurup kaldırmak ve korumakla görevli
kimseler. Çadır tiyatrosu: Gösterilerini çadırda yapan tiyatro topluluğu. Çadır
yıkmak: Kurulu çadırları bozmak, çözüp toplamak: Bey, düşman çadırlarını
yıkmaya başladı (Nâmık Kemal).
Çadır bezi: birl. i. Kenevir ipliğinden çok sık olarak dokunmuş, çadır yapmaya mahsus, su geçirmez kalın bez.
Çadırcı: i. 1. Çadır yapan veya çadır satan kimse: Çocuklar yaz geldiğini çadırcı ustasının eve uğradığı zaman öğrenirlermiş (Ahmet H. Tanpınar).
2. târih. Yeniçeri ocağında çadır yapmakla görevli olanlara
verilen isim: Ehl-i hıref îmâlâthânelerinin bir kısmı Ağa Kapısı’nda ve diğeri
hâriçte olmak üzere iki sınıftı. Ağa Kapısında olanlar çizmeci, çadırcı, saraç,
gazzaz [ibrişim bükücü ve ipekçi], ekmekçi, aşçı, doğramacı, kuyumcu ve berber
olup… (İsmâil H. Uzunçarşılı).
Çadırcılar:Çadırcı esnafı
ve bu esnafın çarşısı.
Çadırcılik: i. Çadır yapma ve satma işi.
Tente: tent EN[1] i. (tenta fromIT tenda) Güneşten ve yağmurdan korunmak için kapı ve pencere önlerine, balkonlara, kayıklara, vapur güvertelerine vb. yerlere gerilen kalın bez veya naylon perde: Her kadırgaya ikişer tente gerek (Kâtip Çelebi’den Seç.). Balkonun bir tarafındaki tente çırpınarak patırdıyor (Mehmet Rauf – Ö.T.S.). Orhan Bey arabanın tente demirini tutmuştu (Kemal Tâhir).
Konteyner
-konteynır: i. (Fr. container)
[1] tent (v.) "to camp in a tent," 1856, from tent (n.). Earlier "to pitch a tent" (1550s). Related: Tented; tenting.
tent (n.) c. 1300, "portable shelter of skins or coarse cloth stretched over poles," from Old French tente "tent, hanging, tapestry" (12c.), from Medieval Latin tenta "a tent," literally "something stretched out," noun use of fem. singular of Latin tentus "stretched," variant past participle of tendere "to stretch" (from PIE root *ten- "to stretch"). The notion is of "stretching" hides over a framework. Tent-caterpillar so caled by 1854, from the tent-like silken webs in which they live gregariously.
[2] fromEN conteyner, from conteynen "to CONTAIN" + -er -ER a receptacle (such as a box or jar) for holding goods, a portable compartment in which freight is placed (as on a train or ship) for convenience of movement. Middle