Mavi Boncuk |
See other Mavi Boncuk Postings
Word Origins | Köfte, Köftehor
Soutzoukakia Smyrneika | İzmir Köftesi
Köfte: Kofta EN [1]köfte [ Danişmend-Name, 1360], [ Meninski, Thesaurus, 1680]. kūfte vul. köfte: Cibus ex parte minutim concisa [kıyılmış şeylerden yapılan yemek]. from Persian kōfta كوفته (havanda) dövülmüş, çiğnenmiş from Persian kōftan, kūs كوفتن, كوس dövmek, vurmak +a IE *kop- vurmak, kesmek. The origin of the word kofta comes from Classical Persian kōfta (کوفته), meaning "rissole", from the verb kōftan (کوفتن), meaning "to beat" or "to grind", hence grinding the meat of the meatball.
Köftehor: from Persian kūfta χor كوفته خوَر çiğnenmiş lokma yiyen, (mec.) zina eden karısını affeden adam, hakaret deyimi. "Gel buraya bakayım, köftehor! Senin onlar arasında işin yok."- Y. K. Karaosmanoğlu. Similarly 1801, from meat [2]+ ball [3](n.1). As an insult to a person, by 1941.KÖFTE
Köfteci: i. 1. Köfte yapıp satan kimse. 2. teşmil. Köfte satılan veya yenilen yer.
Köftecilik: i. Köfte pişirip satma işi.
Köfte: i. (Fars. kūfte “köfte” ve ẖōr “yiyen”ile kūfte-ẖōr)
1. Sevgiyle karışık tatlı bir sitem ve azarlama sözü: Sen köftehorun huyunu bilmezsin, dik başlıdır, dâima dikine gider (Fâik Reşat). Seni yalancı köftehor seni! (Hüseyin R. Gürpınar). Ağzının tadını bilir köftehor (Reşat N. Güntekin). 2. Şarlatan, yüzsüz: Köftehôru kâselîsi sofradan kovmak muhâl / Bitmeyince aş elinden ahz-ı kap etmek de güç (Sürûrî). 3. Kadın pazarlayan kimse.
ѻ Köftehor ergenliği: Eskiden kadın pazarlayan kimselerden alınan cezâ parası: Kānûnî Sultan Süleyman Kānunnâmesinde, “Bunun gibi zinâ eden avratı eri kabul eylese köftehor ergenliği yüz akçe alına, eğer yoksul olursa elli akçe alına ve gāyetle fakir olsa kırk ya otuz akçe cerîme alına” diye yazılıdır (Mehmet Z. Pakalın).
Köftelik: sıf. ve i. Köfte yapmaya elverişli (kıyma): “Yarım kilo köftelik verir misin?” “Etin bir kısmı köftelik olsun.”
Piyaz: One of the main side dishes of Turkish cuisine. Its main ingredient is dry beans. After the dry beans are boiled, ingredients such as onions, sumac and parsley are added to the dish and mixed. The preparation of the plate is completed by adding lemon, vinegar and oil.
(ﭘﻴﺎﺯ) i. (Fars. piyāz “soğan”)
1. Haşlanmış kuru fasulye üzerine soğan, maydanoz, zeytin yağı ve sirke koymak sûretiyle yapılan salata türü yemek. 2. Ciğer tavası, balık, ızgara et gibi salçasız yemeklerin yanına konan, ince ince doğranıp maydanozla öldürülmüş soğan. 3. Soğan [Kelimenin asıl anlamı bu ise de eski metinlerde kalmıştır]: “Piyâz-ı kûhî: Dağ soğanı.” Dâmen-i kûh-ı kanâatte mi bitmiş bilmem / Bir piyâz ile geçindi nice yıllar sünbül (Bâkî’den). Eğerçi âbın içtin lîk âba reng ü bû verdin / Piyâzın âbı ey nergis sana kat kat helâl olsun (Nâbî’den).
4. argo. Birine yaranmak veya bir çıkar sağlamak için söylenen övgü sözü.
ѻ Piyaz vermek: argo. Pohpohlamak: Bakıp da giryesine vermeyin rakîbe piyaz (Muallim Nâci’den).
Piyazcı:1. Piyaz yapıp satan kimse. 2. argo. Birini yüzüne karşı aşırı derecede öven, yüze gülüp pohpohlayan kimse.
Piyazlamak: geçişli f. (< piyaz+la-mak)
1. Eti yumuşak olması için pişirmeden önce soğan ve baharatla ovup birkaç saat bekletmek.
2. argo. Yüzüne karşı aşırı derecede övmek, pohpohlamak: Seni piyazlıyorum sanma! (Sait Fâik).