Quantcast
Channel: Mavi Boncuk
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3499

15 Mayıs 1984 Aydınlar Dilekçesi

$
0
0

Aziz Nesin[1] öncülüğünde bir grup aydın, kendi aralarında organize ettikleri çeşitli toplantılar sonucunda “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstekler” başlıklı bir dilekçe hazırlarlar. Dilekçe imzaya açılır ve tam 1260 kişi imzalar. 

15 Mayıs 1984 günü Cumhurbaşkanlığına ve TBMM Başkanlığına sunulan tarihi dilekçe. 20 Mayıs 1984 günü Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından dilekçeciler hakkında “yasadışı bildiri hazırlayıp dağıtmaktan” dolayı soruşturma başlatılır.

59 kişi hakkında dava açılır.

“Sıkıyönetim yasaklarına aykırı olarak bildiri dağıtmak” suçundan Ankara 1 no.lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülen, 18 Ağustos 1984 tarihinde ilk duruşması yapılan dava, 7 Şubat 1986'da tüm sanıklar için beraatle sonuçlanır.



Mavi Boncuk | 

AŞAĞIDA İMZASI BULUNANLARIN TÜRKİYE’DE DEMOKRATİK DÜZENE İLİŞKİN
GÖZLEM VE İSTEKLERİ

Demokrasi, kurumları ve ilkeleri ile yaşar. Bir ülkede demokrasinin temel harcını oluşturan kurum, kavram ve ilkeler yıkılırsa bunun zararlarını gidermek güçleşir
.
Demokrasiyi kendi öz değer ve kurumlarına yabancılaştırmak, biçimsel olarak koruyup içeriğini boşaltmak, onu yıkmak kadar tehlikelidir. Bu nedenlerle tarihsel birikime dayalı devlet yapımızı ayakta tutan kurum, kavram ve ilkelerin korunmasını ve demokratik ortam içinde güçlenmesini savunmaktayız.

Halkımız, Çağdaş toplumlarda geçerli insan haklarının tümüne layıktır ve bunlara eksiksiz olarak sahip olmalıdır. Ülkemizin, insan haklarının güvenceleri yurt dışında tartışılır bir ülke durumuna düşürülmüş olmasını onur kırıcı buluyoruz.

Yaşam hakkı ve insanca yaşama, örgütlü ve toplumsal var olmanın çağımızda hiçbir gerekçe ile ortadan kaldırılamayacak baş amacıdır; doğal ve kutsal bir haktır. Bu hakkın anlam kazanması, düşünceyi özgürce açıklamaya, geliştirmeye ve etrafında örgütlenmeye bağlıdır. Bireylerimizin yeni ve değişik düşünce üretmelerini, gösterilmeye çalışıldığı gibi, bunalımların nedeni değil, toplumsal canlılığın gereği sayıyoruz.

İnsanların son sığınağı olan adalet, insanca yaşamın da başlıca dayanağıdır. Bun gerçekleşmesinin çağdaş hukuk devletinde geçerli yolları, adalet arayışının hiçbir şekilde engellenmemesi ve adalete ulaşmada olağanüstü yargı yollarına ve olağandışı yöntemlere başvurulmamasını gerektirmektedir. Olağanüstü yönetim bicilerinin olağan sayılan dönemlerde süreklilik kazanmasının demokrasi anlayışı ile bağdaşmayacağı görüşündeyiz.

Yargı kararı olmaksızın yurttaşların haklarının kısılması, tartışılması mümkün olmayan tek yanlı idari işlemlerle suç oluşturulması, siyasal hakların ellerden alınması ve genel suçlamalar yapılması, toplumsal yıkımlara yol açmaktadır. Dernek, kooperatif, vakıf, meslek odaları, sendika ve siyasal partilere girmenin ve açıklandığı zaman suç sayılmayan düşüncelerin sonradan egemen anlayışa göre, suç sayılması hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz.

Türkiye’nin yaşadığı yoğun terör eylemlerinden demokratik sistemin kendisi sorumlu tutulamaz.

Her örgütlü toplumun şiddet eylemleriyle mücadele etmesi kaçınılmaz görevidir. Ancak, devlet olmanın temel niteliği, terörle mücadelede hukuk ilkelerine bağlı kalmaktır. Terörün varlığı hiçbir zaman, devletin de aynı yöntemlere başvurmasının gerekçesi olamaz.

Varlığı yasal kararlarla da kanıtlanan işkence insanlığa karşı suçtur. İşkencesin yargısı, peşin ve ilkel bir cezalandırma alışkanlığına dönüştürülmüş olmasından endişe ediyoruz. Ayrıca, özgürlüğü sınırlama amacını aşan cezaevi koşullarını da eziyet ve işkence sayıyoruz.

İşkencenin büsbütün ortadan kaldırılması için gerekli önlemler alınmalıdır. Savunma, soruşturma ve kovuşturmada, hukuk devleti kuralları dışına çıkılır ve yargısal yöntemlerde en başta sanık makum oluncaya kadar masumdur ilkesiyle vurgulanan evrensel güvenceler yok sayılırsa, keyfilik, özellikle siyasal davalarda yargılamanın temel unsurlarından biri olur.

Terör eylemlerinin oluşmasında toplumun bütün kesimlerinin sorumluluk payı olduğu göz önüne alınarak, ölüme dayalı çözüm düşüncesinin ortadan kaldırılması için kesinleşmiş idam kararlarının infazlarının durdurulması ve ölüm cezalarının kaldırılması gereğine inanıyoruz.

Gecikmiş adaletin adaletsizlik olduğu evrensel gerçeğine dayanarak, görülmekte olan davaların bir an önce sonuçlandırılması gerektiği görüşündeyiz.

Suçları oluşturan, toplumsal ve siyasal koşullardır. Türkiye’nin içinde yaşadığı çalkantılı dönemin topluma yüklediği sorumluluk unutulmamalıdır. Bu nedenlerden ötürü ve sosyal barışa katkıda bulunmak için kapsamlı bir affı kaçınılmaz görüyoruz.

Kamu yaşamında iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmanın yolu olan siyaset, toplumun tümünün yönetime katılmasıdır. Güncel siyasetin her ülkede görülen ve kaçınılmaz olan aksaklıkları, herkese açık gereken siyaset yoluyla topluma hizmetin engellenmesinin ve belirli zümrelerin, kişinin ve kişilerin tekeline bırakılmasının nedeni olamaz. Siyaset yalnızca idari kararlara indirgenemez.

Milli irade ancak, toplumun bütün kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği düzenlerde anlam ifade eder. Kimsenin siyasal kanı ve felsefi düşüncesinden ötürü suçlanmadığı, hiçbir yurttaşın dinsel inançlarından dolayı kınanmadığı ülkelerde milli irade en üstün güçtür. Bu üstün gücün meşruluğu, temel hak ve özgürlüklere karşı takındığı tavra bağlıdır.

Çoğunluk iradesinin özgürce belirlenmesini engelleyen koşullar demokrasiye aykırıdır. Bunun gibi, çoğunluk iradesini bahane ederek temel hakları yok etmek de demokrasi ile bağdaşmaz.

Tarihsel gelişim süreci içinde demokratik anayasaların amacı, kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Bireyi devlet karşısında güçsüzleştiren düzenlemeler, hangi ad altında getirilirse getirilsin, demokrasiden uzaklaşma anlamına gelir. Bu durumda, demokratik yaşamın kaynağı olması gereken anayasa, demokrasinin engeli olur.

Başta siyasi partiler olmak üzere, sendikalar, mesleki kuruluşlar ve dernekler, demokratik yaşamın vazgeçilmez dayanaklarıdır. Mesleki örgütlenmeler, üyelerin dayanışma ve ekonomik çıkarlarını savunmakla görevli oldukları kadar, siyasi partilerle birlikte, birey ve grupların demokratik özgürlüklerimi korumanın ve yönetime katılmalarının aracı ve etkeni de olmalıdır. Bu nedenle, örgütlenme ve katılım haklarının anayasal düzenlemeler içinde en geniş güvencelere kavuşturulması gerektiğine inanıyoruz.

Bir toplumun yaşayışında, özgürlük, çeşitlilik ve yenilik öğelerinin bulunması, toplumun geleceği ve gelişmeye açık tutulması için zorunludur. Bu bakımdan her türlü düşünce üretimi korunmalı, yeni önerile kamuya özgürce sunulabilmelidir.

Özgür basın, demokratik düzeni bütünleyen temel öğelerden biridir. Bunun sağlanması için, bağımsız, denetimsiz ve çok yanlı olarak toplumun kendinden haberli olması, değişik düşüncelerin özgürce yansıtılması ve her türlü eleştirinin basında yer bulması zorunludur. Çok yönlü kamuoyu oluşması ve yönetimin demokratik denetimi ancak böyle bir basınla gerçekleştirilebilir. Yine bu nedenlerle ve yansızlığın önkoşulu olarak TRT’nin de özerkliğinin sağlanması gerektiğine inanıyoruz.

Eğitimin temel amacı, özgür düşünceli, bilgili, becerli ve üretici insan yetiştirmektir. Bunun tersine, tek tip insan yaratmaya çalışmak, çağdaş gelişmeler ve çoğulcu demokrasiyle bağdaşmaz. Çağdaş demokrasi, dünyaya eleştirel gözle bakabilen insan yetiştirmeyi amaçlar.

Toplumun en yetişkin kesimi olan üniversitelerin özerklikten yoksun bırakılarak kendi kendilerini yönetmeye layık olmadıklarının ileri sürülmesi, ülkemizde demokrasinin işleyebileceğini inkar etmek anlamına gelir. Bütün yüksek öğretim kurumlarının, atamalarla oluşturulan aşırı yetkili bir kurulun buyruğuna verilmesi, hem gençlerin iyi yetiştirilmesini, hem de bilim yapılmasını şimdiden engellediği gibi ülkenin geleceği için büyük kaygılar doğurmaktadır. Bu nedenle, YÖK düzeninin bir an önce seçim ilkesine dayalı özerklik yönünde değiştirilmesini gerekli görüyoruz.

Fikir ve sanat özgürlüklerinin serbestçe oluşmasını engelleyen hukuki ve fiili sınırları kaldırmak ve her yurttaşla birlikte, düşünce ve sanat adamlarını da genel güvencelerle donatmanın bir uygarlık koşulu olduğunu önemle belirtmek isteriz. Sağlıklı bir toplumsal gelişme, her türlü sanat yapıtlarının üretiminde ve yayımında özgürlüğü, kültürel yaratıyı son derece sınırlayan sansürün toptan kaldırılmasını, hiçbir konunun tabu haline getirilmemesini, ceza sorumluluğunun yalnız olağan yargı mercilerince saptanmamasını gerektirir.

Bütün bunların ışığında, topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olan bizler, çağdaş demokrasinin, ayrı ayrı ülkelerin özel koşullarına göre uygulamadaki değişikliklere karşın, değişmeyen bir özü olduğuna bu özü oluşturan kurum ve ilkelerin bizim ulusumuzca da benimsenmiş bulunduğuna, bunlara aykırı düşen yasal düzenleme ve uygulamaların demokratik yöntemlerle ortadan kaldırılması gerektiğine, yaşadığımız bunalımdan, böylelikle, sağlıklı ve güvenli olarak çıkılacağına olanca içtenliğimizle inanmaktayız.

Haklarında Dava Açılan İmza Sahipleri

Aziz Nesin, Hasan Gürsel, İlhan Tekeli, Uğur Mumcu, Erbil Tuşalp, Haluk Gerger, Bahri Savcı, Yalçın Küçük, Mahmut Öngören, Mete Tunçay, Şerafettin Turan, Yakup Kepenek, Murat Belge, Halit Çelenk, Mehmet Emin Değer, Korkut Boratav, Mustafa Ekmekçi, Tahsin Saraç, Nurkut İnan, İnci Aral, Güler Tanyolaç, Güngör Aydın, Haldun Özen, Haki Bülent Tanık, Güngör Dilmen, Gencay Gürsoy, Vedat Türkali, Özay Erkılıç, Salih Şencan, Kemal Demirel, Vecdi Sayar, Tullui Sönmez, Onat Kutlar, İlhan Selçuk, Ümit Erdoğan, Berna Moran, Minu İnkaya, Veli Lök, Emre Kapkın, Cahit Tanör, Yılmaz Tokman, Şinasi Acar, Ali Oralp Basım, Ruşen Hakkı Özpençe, Hayri Tütüncüler, Güngör Türkeli, Atıf Yılmaz, Başar Sabuncu, Orhan Ş. Balcıoğlu, Erdal Öz, Turgut Kazan, Talat Mete, Ercan Ülker, Ahmet Kocabıyık, Ali Cumhur Ertekin, Yılmaz Polat, Gürsoy Dinç, Cemal Nedret Erdem, Muhittin Yavuz Aksu


[1] Aziz Nesin'in Aydınlar Dilekçesi Öyküsü | Emre Kongar
Aziz Nesin toplumsal sorumluluk bilinci çok gelişmiş bir yazardı.

Toplumsal bilimlere de büyük bir ilgi duyardı.

Bu açıdan en beğendiği yapıtı Surnâme adlı romanıydı.

Bilindiği gibi Surnâme, Divan Edebiyatı'nda şenlik, düğün şenliği, sünnet düğünü, ziyafet gibi olayların anlatıldığı, minyatürlerle de desteklenen manzum bir biçimdir.

Bu romanda Aziz Bey, bir idam mahkûmunun öyküsü bağlamında Türkiye'nin toplumsal yapısını, bireyi suça iten faktörleri, insanı ve hukuk düzenini irdeler.

İlk tanıştığımızda bana hemen bu kitabını okuyup okumadığımı sormuş ve "Hayır" yanıtını alınca derhal okumamı önermişti.

Sanıyorum beni sevmesinin ve dostluğuna kabul etmesinin önemli nedenlerinden biri toplumbilimci olmamdı.

Ankara'da başlayan dostluğumuz, ben 12 Eylül'ün üniversitelerdeki uygulamalarını YÖK bağlamında protesto etmek için ve bardağı taşıran son damla olarak sakalımı kesmeye zorlandığımdan dolayı istifa ettikten sonra, geldiğimiz İstanbul'da artarak devam etti.

* * *
Aziz Bey 12 Eylül'ün baskıcı rejiminden çok rahatsız olmuştu ve mutlaka bir şeyler yapmak gereksinimi hissediyordu; sonunda, yapılan yanlışlara aydınlar tarafından imzalanan bir dilekçe ile karşı çıkmaya karar vermişti.

Tarihe "Aydınlar Dilekçisi" olarak geçen bu olayın başında beni aradı ve evine çağırdı:

O sırada Hürriyet'te çalışıyordum...

Aziz Nesin de Nişantaşı'ndaki evinde kalıyordu.

Gittiğimde hemen konuya girdi, projesini açıkladı.

Dilekçeyi imzalamasını düşündüğü kişilerle, metni hazırlamak üzere derhal toplantılar yapmaya başlamak istiyordu...

Ve bana bu projenin götürücülüğünü önerdi.

Sanıyorum, hazırlanacak dilekçenin, kendisi dışında, özellikle akademisyenlerden ve gazetecilerden oluşan bir grup tarafından benimsenmesini planlamıştı.

* * *
Bu serüveni "Yaşamın Anlamı" kitabımda uzun uzun anlattım; olayı ve o dönemi merak edenler mutlaka okumalıdır.

Bugünkü sahte kahramanların çoğu o sıralarda 12 Eylül'e dalkavukluk etme yarışındayken Aziz Nesin ve bir avuç aydın, darbenin güçlü adamı Kenan Evren'e verilmek üzere "Türkiye'de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler" başlıklı bir protesto ve istek dilekçesi hazırlıyordu.

Hürriyet'teki sorumluklarımdan dolayı proje götürücülüğünü kabul edemedim ama, hazırlık toplantılarına katıldım ve Aziz Bey'le birlikte, metnin tamamına yakın büyük bir bölümünün redaksiyonunu yaptım.

Metin toplantıları genellikle Nişantaşı'ndaki evde oluyordu ve katılımın olanaklı olduğu ölçüde genişletilmesi için, her toplantıya değişik kişileri çağırıyorduk.

Sonunda ortaya çıkan ve üzerinde mutabakat sağlanan metni 1383 kişi imzaladı.

Aziz Bey, Hacettepe Üniversitesi'nin değerli göğüs cerrahı Prof. Hüsnü Göksel'le birlikte Çankaya'ya çıkarak dilekçeyi Evren'e vermek istedi; Evren kabul etmediği için kapıya bırakıp çıktı.

Sonradan İstanbul Sıkıyönetim Savcılığı bütün imzacılar hakkında soruşturma açtı ve hepimizi Selimiye kışlasına celbedip ifadelerimizi aldı.

Bu sırada dilekçeyi, konut kooperatifi üyeliği sanıp imzaladıklarını "açıklayanlar" da oldu...

Ayrıntılar "Yaşamın Anlamı"nda.

Öyle bir dönemdi işte!

Viewing all articles
Browse latest Browse all 3499

Trending Articles