
"Arkadaş sen hiç ölümün gölgesinde özgürlüğü yaşadınmı kahpesine kurşun yağdırdınmı hiç bir garibanın elinden tutupta kadere rest çektinmi dinle cicikız dinle sen sosyetenin cilalı taşlarında dans ederken ben ise parçalanmış vücudum dağılmış çenemle zulamda cıgaram suskun silahımla gelmeyen özgürlüğümü bekliyordum...Delikanlılık ne racon kesmek ne adam öldürmek nede haraç kesmektir. delikanlılık akşam olunca evine ekmek götürmektir. "[1]
Mavi Boncuk |
Racon: reason EN [2] correct way of doing; method; show off; splash; way.
"kabadayı nizamı [argo]" [ Ahmed Rasim, Şehir Mektupları, 1897]
Galata'da racon keser, dinlemeyin.[ Osman Cemal Kaygılı, Argo Lugatı, 1932]
Racon: Kaide, nizam, adet, usul, fiyaka.
f
rom IT ragione akıl, mantık, aklı selim, usul, düzen. Latin ratio oran, gerekçe, akıl, mantık from Latin reri, rat- saymak, muhakeme etmek, akıl yürütmek +ion< IE *ərē- from IE rē(i)- saymak, akıl yürütmekcount, reason EN
Racon: from IT ragione. road method.
Principal Translations/Traduzioni principali
Italiano | Inglese
ragione (causa, fondamento di [qc]) | reason, motive n
ragione intelletto, raziocinio) | reason n; intellect n
ragionen (diritto, buon diritto) | right n
ragionencommerciale (denominazione di una ditta) | name, company name, corporate name, trade name n
ragionen (proporzione, misura) | ratio, proportion n

Hiçbir devirde etkisiz yerde yatan birine tekme atmak kimseye yakışmaz.
Çok eskilere gitmeye gerek yok, bundan 15-20 yıl önce bile bir delikanlıya 2-3 kişi saldırsa asla yakıştırılmaz ve “delikanlıysanız tek tek gelin” denirdi.
Zaman zaman, bu tür olaylar karşısında; “insanlık kalmamış” diye söylendiğimiz mutlaka olmuştur.
Kimilerine göre; kabadayılık, delikanlılık, racon kesmek gibi kavramlar tarih oldu.
Kimilerine göre de; kendi çapında herkes kabadayı.
1966 yılında İhsan Birinci’nin yazdıklarına göre kabadayılar;
“Kahküllü saçlar üzerinde sol kaşa düşürülmüş, tepesinden yana gelen kalın ibrişim püsküllü sıfır numara kalıplı siyah fes. Kartal kanat, kısa ceket altına giyilen, patatuka denen önü iri düğmeli fermane. İçte sırt tarafına kılaptanlı aslan, kaplan, tavus kuşu yahut denizkızı işlemeli camedan denilen bir yelek. Damı bal peteği şeklinde oyuklu mintan Belde ipekli Sakız veya Trablus kuşağı Boyundan atma püsküllü, gümüş kordonu ile boğazında da önden düğmeli bir mendil.
Alt kısmında, yarım Fransız denilen yukarısı dar, dizden aşağı genişleyen ve arka paçası, koyu mor veya siyah kadife kaplı kıvrık pantolon. Ayaklarda da beyaz çorap üstüne, yan lastikleri yürek biçiminde yumurta ökçeli, basık arkalı yarım şıpıtıklar Kuşak büklümlerinin arasındaki saldırmanın yanında, dökme pirinçten aslan başlı bir de çekecek (silahlar, bazen de camedan’ın sol taraf içinde saklanır).
Kendilerine has yürüyüşleriyle, ara sıra silah yerlerini yoklamak suretiyle omuz atıp, seyrek adımlarla bol paçalarını bir içe, bir de dışa yalpalarlar.
“Heeeyt Var mı bana yan bakan? Bu kadar tilki divanı sana yeter, lafına yekûn tut da bas git”
Bilhassa kabadayılar, aralarındaki anlaşmazlığı böyle yüksekten atıp halledemezlerse, seçecekleri bir mahalde, güvendikleri kimselerin önünde meramlarını anlatırlardı. Verilen karara da boyun eğmek mecburiyetindeydiler.
Buna, aslı İtalyanca olan “Racon kesme” denirdi. Taraflardan biri, kesilen racona itiraz ederse, o muhitten (bir daha gelmemek üzere) uzaklaştırılırdı. Şayet her ikisi de kabul etmezse, dava silahla neticelenir ve heyet de bu suretle “Madra” olmuş olurdu.
Böyle kişiler; efendi kabadayılar, tulumbacılar ve külhanbeyler olarak sınıflandırılmıştı.
Külhanbeylerin ekserisi polise eyvallah deyip hizmet ederler, menfaatleri icabı, kendi gibileriyle dalaşırlardı. Bunların arasında bir de “sulu” denilen zümre vardı. Suluların mevkii daha aşağıydı.
Tulumbacı kabadayılar yalnız yangınlarda görünürlerdi. Çatışmaları tamamen takımlar arası rekabetten ibaretti. Bunların arasında bir de Rum kabadayılar vardı ki, vurucu, kırıcı kasa hırsızlığı yaparlardı.
Esas kabadayılar, daha ziyade dürüstlüğü ile muhitinin hamisi vasfında olanlarıydı. Bu kişiler, efendiydiler. Kendilerine göre adet ve örfleriyle, koydukları kaideye uymaya mecburdurlar. Giyinişleri bile normale yakın olup, silahlarını gizleme bakımından pardesüsüz bile gezmezlerdi.
Zayıfı ve bilhassa ırz ehlini korur, bu yoldan azıcık inhiraflı (sapma) görülenleri de yok ederlerdi. Vasıfları çizilen bu tiplerin silahları da, saldırma, kama, makine (tabanca) söğüt yaprağı bıçak ve o zamanları pek makbul sayılan Sheffield marka sustalı idi.
Topkapı, Mevlanekapı, Çeşmemeydanı, Yeşiltulumba, meşhur kabadayıların mekanı idi. Eski İstanbul’un Birinci Daire (Fatih,) Dördüncü Daire (Cerrahpaşa,) Altıncı Daire (Beyoğlu) diye ayırdığı bu mühim yerlerde, o zamanlar tüfekle mücehhez dört askerle bir polis kol gezerek, şehrin asayişini temine çalışırlardı.
Bir dönemin kabadayıları; Tıflıbozzade Kahraman Bey, Arap Abdullah, Sarraf Niyazi, Arif Bey, Matlı Mustafa, Ziya, Topal Tevfik, Kadırgalı Kör Emin, Arap Dilaver, Kavanoz Mehmed, Karamürselli Tahir, Laf Turan, Mevlanekapılı Hilmi, Arnavut Halil, İzmirli Nazif, Elbasanlı Ramazan, Boğazkesenli Abdi, Dökmeci Hayrullah, Köşklü Ahmed, Kadayıfçı Ali, Kazaskerin Ahmed, Yenibahçeli Lütfü, Aynacı Bekir, Balıkçı Deli Ahmed, Martdokuzu Ali, Kayyum Ali Bey, Karacaahmetli Asaf, Vidinli Ali, Ara Ahmed ve Tatlıcı Raif.”
Günümüzde efendi kabadayılar kalmadı.
Dürüstlüğü ile muhitinin hamisi vasfında olan, kendilerine göre adet ve örfleriyle, koydukları kaideye uyan, zayıfı ve bilhassa ırz ehlini koruyan, kabadayıların yerini şimdi ne yazık ki; yüzlerce silahlı korumayla dolaşan, zayıf ve aciz kalmış, yerde yatan insanı bile tekmeleyen, yumruk atan sahte kabadayılar aldı.
Bana göre onlara; sahte kabadayı bile denmez...
[2] reason (n.) : c. 1200, "intellectual faculty that adopts actions to ends," also "statement in an argument, statement of explanation or justification," from Anglo-French resoun, Old French raison "course; matter; subject; language, speech; thought, opinion," from Latin rationem (nominative ratio) "reckoning, understanding, motive, cause," from ratus, past participle of reri "to reckon, think," from PIE root *re- "to reason, count."
Reason is never a root, neither of act nor desire.
[Robinson Jeffers, "Meditation on Saviors"]
Meaning "sanity; degree of intelligence that distinguishes men from brutes" is recorded from late 13c. Sense of "grounds for action, motive, cause of an event" is from c. 1300. Middle English sense of "meaning, signification" (early 14c.) is in the phrase rhyme or reason. Phrase it stands to reason is from 1630s. Age of Reason "the Enlightenment" is first recorded 1794, as the title of Tom Paine's book.
reason (v.) :early 14c., resunmen, "to question (someone)," also "to challenge," from Old French raisoner "speak, discuss; argue; address; speak to," from Late Latin rationare "to discourse," from ratio "reckoning, understanding, motive, cause," from ratus, past participle of reri "to reckon, think," from PIE root *re- "to reason, count." Intransitive sense of "to think in a logical manner" is from 1590s; transitive sense of "employ reasoning (with someone)" is from 1847. Related: Reasoned; reasoning.